Devletimiz daim olsun! Kadir Bayrak Sayı:
118 -
Devlet, can ve mal güvenliği, adalet, sağlık, eğitim, barınma, iaşe gibi beşerî ihtiyaçları karşılamak ve zamanın şartlarına göre insan onuruna yakışır bir hayatı vatandaşlarına sunmakla mükellef yapı, bir üst değer. Tarih ilmi, yönetim şekli nasıl olursa olsun toplulukların bir devlet otoritesi altında olmadan varlıklarını devam ettiremediğini ispat ediyor. Nitekim çağımızda da devletleri yıkılıp o üst değeri kaybeden toplulukların arayışları, hazin yolculukları çoğu zaman Akdeniz’in soğuk sularında son buluyor. Hem de varacakları yerde kendilerine ikinci sınıf insan ve köle muamelesi yapılacağını bildikleri halde…
Devlet idrakimizi, farkında olsak da olmasak da, inancımızın şekillendirdiğini düşünürüm.
Yıllarca, evlâdını şehit vermiş nice anne babanın, içine gömdüğü acısına rağmen metanetle “vatan sağ olsun, devletimiz var olsun” sözlerine şahitlik ettik. En sevdiği, uğruna canını vermeye hazır olduğu cananını kaybettiği halde “Allah devlete, millete zeval vermesin” diyebilecek kadar irfan sahibi o anne babalara bu sözleri söyleten başka ne olabilir…
Devlet olmayınca vatanın ve korunmaya muhtaç hiçbir değerin de kalmayacağının idrakindeki milletimiz, devlete kutsallık atfederken, onun kendi zatıyla var olan bir canlı, organizma olmadığının bilincinde. Kendisine hizmetle mükellef o büyük yapıyı, hükmî şahsı, tüzel kişiliği meydana getirenlerin, içinden çıkan fertler olduğunun da cahili değil. Bu sebeple, özellikle mübarek gecelerde topluca edilen dualarda, sıra her daim muzaffer olması murat edilen milletin ordusuna, polisine, sınırda nöbet tutan askerine gelince yükselen “âmin” seslerini doğru anlamak ve doğru tahlil etmek gerekir. Devlet gücünü elinde tutan idarecilerinin hayırlı işlerinde yardımcı, fena işlerinde de engel olunmasının istendiği dualar; milletin, devlete hangi zaviyeden baktığını, devlet mekanizmasının da ne yönde işlemesi gerektiğini gösteriyor aslında.
Biz, içinde yaşadığımız toplumun değer yargılarını bildiğimiz için bu şekilde düşünsek de bizim dışımızdaki bütün topluluklar da üç aşağı beş yukarı benzer duygularla devlete bakıyor olsa gerek. İnsan olmak ortak paydasında buluşanların devlete bakışında da ortaklık olacağı muhakkak.
Bu pencereden bakınca Batılı fikir adamıyla, bizim mütefekkirlerimizin eserlerine nakşettikleri devlet anlayışındaki ortak paydayı keşfetmek de zor olmuyor. Batılı fikir adamlarından Aristo, Platon, Marcus Aurelius, Thomas More, Thomas Hobbes, Montesque, Campenalla ve niceleri nasıl ki eserlerinde, devlet adamında ve idare anlayışında bulunması gereken ahlâkî ilkelere, adalete, erdeme dikkat çektiyse İbn-i Haldun, Farabî, Nizamülmülk de kendi medeniyet çerçevelerinden aynı ilkeleri eserlerine taşıdılar. Anlaşılıyor ki tarih boyunca insanlık, mütefekkirleri vasıtasıyla en üstün devletin hayalini kurdu. Bunu yaparken devletin nasıl idare edilmesi gerektiğinden, idare şekliyle beraber, belki ondan da çok devlete hâkim olması gereken ilkeleri yani ruhunu esas aldılar.
Bugün, tarihî seyrin tersine, devletlerin idare şeklini devlete hâkim olması gereken ruhtan, esastan önemli hale getirenlerin, varlıklarını tartışmaya açmamak adına bunu bilinçli olarak yaptıklarında şüphe yok. Şekil; haktan, adaletten, eşitlikten, üstün tutulması gereken değerlerden uzak anlayışların korunma mekanizması. Usul, esasın önüne geçti ve usulü tartışmak en büyük suçlardan biri haline geldi.
Devlet, bir canlı, organizma değil belki ama onun temsil ettiği bir ruh var. Başka bir deyişle devlet, ona hâkim olan ruhun temsilcisi.
Şimdi bize, devlet idaresi yönünden Doğu ve Batı medeniyeti tecrübelerine sahip milletimize düşen, insanlığın tarih boyunca hayalini kurduğu devlete hâkim olması gereken ruhu arayıp bulmak ve bir kez daha insanlığa sunmaktır.
Aramaya, camilerden yükselen dualardan ve “âmin” seslerinden başlamak da en doğru yöntem galiba…
|