M?sl?man Olmak Yetmez, M?sl?man Gibi Ya?amak L?zym Mücahit Koca Sayı:
57 - Temmuz / Eylül 2007
İnsanlığın bugün yaşadığı bunalımın farkında olmamaktan daha büyük bir aptallık olur mu? Bugün İslâm coğrafyasında insanımızın yaşadığı kederleri düşününce; neyin farkında olup olmadığımız daha da iyi anlaşılacaktır sanırım. Ben, Müslüman olarak kutlu bir görevin sorumluluğunu hep sırtımda taşıyor muyum, diye kendime sormadan edemiyorum. Bazı işyerlerinde bilinçle asılmış bir tabelâ görürsünüz; “Bugün Allah için ne yaptın?” sözünün altında Hazret-i Ömer’in ismi vardır. Bence, işte bu yaklaşımdır her saniye kendini sorgulayıp; sorumluluğunun bilincinde bir Müslüman gibi bizi yaşatacak olan…
Kardeşin Kardeşe Ettiği İslâm Değil…
Müslümanlar, son yıllarda Avrupa ve Amerika kaynaklı büyük bir saldırının baş hedefi oldular. Propaganda savaşı öylesine yoğunlaştı ki; bizler kendi kardeşine bile düşman gözüyle bakar olduk. Irak’taki işgalci suçlu Amerika’yı ve İngiltere’yi bıraktılar; Şiî ve Sünnî, diye kardeşler birbirini âdeta boğazlama yarışına girdiler. Yıllardır Irak’ta dünyanın gözü önünde cereyan eden bir vahşet yaşanıyor.
Eğer İslâm Konferansı Örgütü, öncülük etmeseydi; aynı şeyler Filistinli kardeşler arasında da yaşanacaktı. Yani Bay Filistin ünvanlı Yaser Arafat taraftarları El-Fetih mücahitleriyle Şeyh Yasin’in manevî başkanlığını yaptığı Hamas’ın mücahitleri birbirlerini boğazlayacaktı. Bu düşmanlıklar Irak’ta Amerika’nın, Filistin’de Yahudi’nin ekmeğine yağ sürmek değil de neydi?
Benim asıl değinmek istediğim konu inanmakla kalmayıp; inancını her plâtformda yaşayan Müslümandı. İnsanın birincil görevi inanmaktır. İnancının gereğini eksiksiz yapmaktır. İnanmayan insan bir hiçtir, biliyorum. İnanan, inancının gereğini altın tartan terazi misali terazilerde tartarak uygulamalıydı. Tabiî kimsenin hakkı kimseye geçmeyecek şekilde kılı kırk yarmalıydı.
İşkence Hayvana da Yasak İnsan olsun, hayvan olsun haksızlık edilmesine izin vermeyen ve zarar verilmesini şiddetle yasaklayan bir yolumuz var bizim. Hazret-i Peygamber, hayvanlara eziyet edilmesini yasaklamıştı. Hayvanlara damga vurulurken bile en duygusuz organının seçilmesi buyruğu gelmişti.
Gazetelerde bir haber gözüme ilişti; Güneydoğu’da mayınlı arazilerin temizlenerek başta tarım arazisi olmak üzere ekonomiye kazandırılmasına yönelik çalışmalar çerçevesinde ne yapabiliriz konusunun görüşüldüğü ve üst düzey bürokratların katıldığı bir toplantı yapılıyordu. Toplantıda İslâmî kimliğiyle Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu başkanlığı da yapmış bir zat, vecize gibi bir söz yumurtluyor: “Şanlıurfa’da ekonomiyi canlandıracak ve Habur Sınır Kapısı’nın yükünü hafifletecek Akçakale Sınır Kapı’sını açabilmek için geç bile kaldınız. Size bir teklif; elli eşeği mayınlı araziye sürün; arazi mayından bir anda temizlensin.”
Bunun nasıl yapıldığını yetmişli yılları yaşamışlar iyi bilir. Kaçakçılar, eşeğin kuyruğuna bir şeyler bağlar; mayınlı araziye sürerlerdi. Belki patlayan mayınlarla eşeklerden ölenler olurdu ama kaçakçılar da kendilerine bir yol açarlardı mayınlı arazide…
Kuş gribi şüphesiyle öldürülen tavukları gördünüz. Onlar, Müslüman bir ülkede dünyayı ayağa kaldıracak bir katliama uğradı.
Onları diri diri yakmak da ne oluyor? Diri diri kuyulara doldurup üzerlerini örtmek anlaşılır gibi değildi. Oysa İslâm fıkhında önce onlar fetva ölçüleriyle boğazlanır, ancak öldükten sonra gömme ve yakma işlemine tabi tutulurdu. Hindistan’da yılanın kıymetli derisi bozulmasın, diye diri diri soyulurmuş üzerinden… Bunlarla eşeklerin mayınlı araziye sürülmesi, tavukların diri diri gömülmesi ve yakılması arasında ne fark var? Sûrnâme’den; “Eskiler kurt kuş hakkı der, gözetirlerdi,/mahsul kalkarken hayvanı bile düşünürlerdi./Osmanlı, hayvanlara eziyete kanun koydu,/bir kuş bile olsa işkence edende suç buldu.”(x) Nereden nereye geldik!..
Müslümanlık, inancını gereği gibi yaşamakla ve dava adamı olmakla insanda anlam kazanır. Bu noktaya gelmek elbette kolay değildir. Bedel ödemek gerekir. Zorda denenmek gerekir. Bugün başımıza ne geldiyse; zorda denenmeyenler yüzünden gelmedi miydi?
(x) Sûrnâme: Mücahit Koca, Sur Yayınları, 2006, İstanbul.
|