Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     4744 kez okundu.     5 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

Ate?i Elleriyle Tutanlar
Ayşe Sena Ünsal

  Sayı: 57 - Temmuz / Eylül 2007

Zorlu bir yolun başındayız. Döneceğimiz her yönün bizi farklı yerlere götüreceği bir durak burası. İyi ve kötünün ayrım noktası... Yüzlerce senaryo içerisinden sadece birisi gerçekleşecek. Umut ve umutsuzluğun kavşağında; doğru ile yanlış boy ölçüşecek. Ve bu kutsal görev için liyakat sahibi; başı daima dik, sinirleri her daim sağlam, her türlü tuzağa karşı hassas, zirveyi ve hedeflerini berrakça görebilen, onlara ulaşmak için hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen, milleti fikir ayrılıklarına sokmak ve farklı görüşlerle ayrım oluşturmak yerine toplayıcı, birlik ve beraberliğin gücüne inanan ve bunu her platformda açıkça ifade ederek gerçekleştirebilen, görünen ve görünmeyen hedeflere karşı uyanık, basiret sahibi, doğru bildiği yolda tek başına da kalsa dimdik ayakta bir devlet başkanına ihtiyacımız var. Halkı için her türlü riske girmeyi göze alabilen, onlara bağlı, gerçekten hakettiği değeri vatandaşlarına gösteren, oturduğu koltuğun hakkını verecek bir başkan. Tıpkı İstanbul’u fetheden Sultan II. Mehmet gibi… İmparatorluğunda yaşayanları; Türk, Arap, Bulgar, Rum, Ermeni, Bulgar, Arnavut,Ulah, Yahudi diye ayırmadan hizmet eden; vasiyetinde dahi tabasının geleceğini düşünen bir devlet başkanı. Vasiyetinde diyor ki;


 “Ben ki; İstanbul fatihi aciz kul Fatih Sultan Mehmet, bizzat alın terimle kazanmış olduğum her şeyi 136 dükkânımı şu şartlarla vakfediyorum.


Şöyle ki: Bu gayrimenkullerden elde edilecek gelirle İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin ettim. Bunlar ellerindeki bir kap içerisinde kireçtozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde sokakları gezerler. Sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökerler ki; yevmiye 20’şer akçe alsınlar; ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 yara sarıcı tayin ettim.


Bunlar ki; ayın belirli günlerinde İstanbul’a çıkalar, istisnasız her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar, var ise şifası, şifa bulucu olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeden Darülaceze’ye kaldırarak orada şifa bulalar.


Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şehit ve şehit aileleri ve İstanbul şehrinin fukarası yemek yiyeler. Ek yemeğe veya almaya bizzat kendileri gelmeyip, yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle.”


Böylesine ince düşünen bir devlet başkanı, ancak bizim gibi köklü bir medeniyete sahip Türk milletine yakışır. Bir yanda “Yemekleri gecenin loş bir karanlığında kapalı kaplar içerisinde götürüle” diyerek fakir halkını rencide etmekten sakınan bir devlet başkanı,  diğer tarafta ise üç kuruşluk yardımı kameralarla, medyayla yapan siyasetçiler… Bir tarafta sağlıklı dahi olsalar dertlerini soran bir imparator, diğer tarafta hastane kapılarından alınmadıkları için perişan olan can veren, prosedürlere boğulan bir halk… Bunların ayrımını çok iyi yapmalı, küçücük ayrıntıları dahi çok net görebilmelisiniz. İçinde bulunduğumuz dönem bir kaos dönemini andırıyor. Umutsuzluk rüzgârlarının estiği; hiç kimsenin bir çivi bile çakamayacağına inanılan bu zor günde; çöküşte olan bir imparatorluğu 33 yıl daha bir karış toprak parçası dahi vermeyip, tüm dış borçları silerek, ayakta tutmayı başarabilen II. Abdülhamit gibi şahsiyetleri de unutmamalıyız. Binlerce güçlüğün, birçok düşmanın, hain sadrazamların dahi yıkamadığı bir sultan... İleri görüşlülük, inanç, azim, çelik gibi bir irade ve güçlü bir kadro ile yapılamayacak şey yoktur. Yeter ki halkın iyiliği için gerçek bir hedefimiz ve inancımız olsun, ilk adım atılsın. Karınca misali; başaramasak ta yolunda ölelim.  Bir devlet başkanı düşünün ki; kendi menfaati yerine halkının menfaatini yeğliyor. Bir devlet başkanı düşünün; başa geçtikten sonra lükse boğulan meslektaşlarının zıddına; lüksün içinden geldiği halde zahitliğe soyunan; güçlü bir adalet anlayışıyla yoğrulmuş bir şahsiyet. Tüm başa geçenler onun gibi olsa Türkiye dünyanın sayılı ülkelerinden biri haline gelir. Evet anladınız; Ömer b. Abdülaziz’den bahsediyorum.


“…Lüks içinde yaşayan, elbiselerini yerlere sürte sürte böbürlenerek yürüyen, geçtiği yerlerde süründüğü kokular yayılan, cariyelerin öğrenmeye  hasret olduğu  o güzelim, o kendisine özgü Ömervari yürüyüşle yürüyen bir insanı düşünün… Bir valinin evinde doğan, israfçı prensler gibi yetiştirilen, her gün birbirinden güzel değerli kıyafetler giyinen bir insan… Kendisi için 1000 dinar verilerek alınan elbiseyi kaba diye giymeyen bir insan…
En şık giyimli, en güzel kokulu ve yürüyüşünde en çalımlı kimse” denilen bir insan… Senelik geliri 40.000 dinara varan bir insan.


"Allah’ın verdiği giysilerin benden bıkmasından korkarım. Çünkü giydiğim elbiseyi insanlar gördü mü eskidiğini sanıyorum." diyen bir insan…
İşte bu insan, tüm bu imkânlardan bir anda soyutlanıveriyor.  Rahatlık ve bolluğu atıyor. Cariyeleri, güzel kokuları ve güzelim kıyafetleri tümüyle bırakıyor. Ve görkemli bir hayatın zirvesine çıkarak tarihin eşine nadir rastladığı bir kahramanlıkla -eski yaşamına bakmadan- ağır sorumluluklar altına giriyor. Bakınız;
İşte O. Hilâfeti devraldıktan sonra ilk konuşmasını yapacaktır… Konuşması bittikten  sonra  mescitten ayrılıp makamına gidecek…Etraf insanlarla dolu… Dışarıda rengârenk atlar ve takılarıyla bir merasim alayı kendisini bekliyor… En güzel atlar, en seçkin süvariler, rengârenk otağlar… Hepsi Ömer’i bekliyor. Ama Ömer bunların hiç birini istemiyor ve sadece;
“-Bana katırımı getiriniz,” diyor.


Daha sonra seyisler, hayvanların yem ve bakımı için ödenek istiyorlar, Ömer aynı tavrını sürdürerek;
“Bunları, Şam beldelerine gönderin. İsteyene satsınlar. Ele geçen parayı da Beyt’ül- Mal’e bıraksınlar. Bana doru katırım yeter” diyor. Suyuti’den alınan bu satırlardaki örnekleri çoğaltmak mümkün. Ömer b. Abdülaziz’in nefsinde gerçekleştirdiği bu reformlar kitaplara sığmaz.


İbn-i Abdülhakem diyor ki;


“Eskiden bol ve zengin sofralardan yemek yerken, bu gün kamu mutfağında su dahi kaynatmaktan çekiniyor. Eskiden ışık ve aydınlık arasında boğulacak kadar müsrif iken, bu gün Beyt’ül- Mal’ın bir tek mumuna dahi kıyamıyor; ümmet işi dışında şahsî işlerle meşgul olursa yanan mumu hemen söndürüyordu. Çünkü o toplum dışındaki yerlere en ufak bir harcamadan dahi ikrah ediyordu.”


Bu örnekler dahi Allah korkusuyla titreyen bir devlet başkanını tanıtmaya yeterli. Neden bizim beklediğimiz kişi de halkının menfaatini kendi menfaatine tercih edecek bir şahıs olmasın. Peki böylesine güçlü bir irade, böylesine güçlü bir adalet Allah korkusunu bilenlerden başkasında bulunabilir mi?
Şimdi ise kin başa geçerse değil kendileri akrabaları eş ve dostları dahi ihya olmakta. Yeniden şahlanabilmek aslında hiç de zor değil. Zaten Türk Milleti olarak çok güçlü meziyetlerle yoğrulmuşuz. Tarih birliğimiz, medeniyetimiz, sabrımız ve niceleri…


Sultan İkinci Mahmut Han zamanında çıkan Rum isyanının plânlayıcısı İstanbul Patriklerinden; Sultan II. Gregories, bu suçundan dolayı patrikhane kapısında idam edilmiştir. Rus Çarı Aleksandr’a yazdığı mektupta Türkler için şöyle demektedir;


“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak imkânsızdır. Çünkü Türkler, Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzeti iman sahibidirler. Bu hasletleri dinlerine olan bağlılıkları ve kadere rıza göstermeleri yanında kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından ileri gelmektedir. Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda yönetecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da, geleneklerine bağlılıklarından, ahlâklarının güzelliğinden ileri gelmektedir. Türkler de evvela itaat duygusunu kırmak ve manevî rabıtalarını parçalamak, dinî sağlamlığını zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu millî geleneklerine, maneviyatlarına uymayan haricî fikirler ve hareketlere alıştırmaktır. Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkler’i kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddî vasıflarının üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeple Osmanlı Devleti’ni tasfiye için mücerret olarak harp meydanındaki zaferler kafi değildir. Hatta sadece bu yolda yürümek Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden kendilerini anlamalarına sebep olabilir. Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahrifi tamamlamaktır.” Böyle haince düşüncelerini açıklamaktan çekinmeyen patriğin idam edildiği patrikhanedeki kapı hala kapalıdır. İsmi de Kin Kapısı’dır.
O günlerde Arz-ı Mevud için; yani Yahudilere vaad edildiği iddia edilen, Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların; halâ ilgilerini çekmediğini kim iddia edebilir? Dost görünenlerin düşman olmadığını kim ispatlayabilir? Önemli olan kendi içinde kendi gücü ve imkânlarıyla bir şeyleri başarmak, hedeflediği yolda azimle ilerlemek... Meselâ dışarıdan gelen sıcak paranın ekonomiyi tam anlamıyla düzeltebilmesi mümkün müdür? Elbette ki hayır... Yapılması gereken kendi öz kaynaklarımızı ortaya çıkarıp, kendi benliğimizle yola çıkmaktır… Başa gelecek kişi için ateşi elleriyle tutuyor denebilir. Bu ateş liyakat sahibi kişilerin elinde söndürülüp selâmete erdireceği gibi, yanlış kişilerin elinde de her şeyi yakıp kül edebilir. Umarım önümüzdeki seçimler işinin ehli bir başkan sahibi olmamıza vesile olur ve daha güzel bir Türkiye’de yaşama imkânı sağlar…

 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : h?sniye ayg?l    19.08.2007
Yorum : devlet idaresi için yetişmek lazım yetişmek.Anneler evlatlarını.öğretmenler öğrencilerini ustaların çıraklarını yetiştirdikleri gibi devlet adamlarınıda yetiştirenler gerek.




Ekleyen : safiye baldan    06.08.2007
Yorum : bakalım,yeni seçilenler devleti nasıl idare edecekler.uzlaşmacımı olacaklar......anlattıklarınız eskilerden....siz o idareciler gibi olabilirmiydiniz?ne dersiniz.anlatmak güzelde uygulamaya gelince sanırım biraz zor.




Ekleyen : ay?eg?l ?ahin.    25.07.2007
Yorum : Çalışmalarınız güzel gidiyor.Devam............Dediğiniz gibi kendi öz benliğimize dönersek başaracağız.ATEŞİ ELLERİYLE TUTACAKLARIN YANINDA OLARAK DESTEK OLMALI DİYORUM.




Ekleyen : F.Aslan    24.07.2007
Yorum : Derginizin konusu sanırım devleti idare edeceklerin seçileceği şu günlere uygun seçilmiş.Yazdıklarınızı ,örneklerinizi seçilenlerimizinde okumasını isterdim.Kimbilir okuyan vardır belki de.Dergi ve konuları aynı zamanda siteniz çok hoş.İnşaallah okumaya vakit ayırıyorlardır.Ben temenni edyorum ki kendini yetiştiren ve Allah'tan korkan kimse örneklerinizdeki idarecilere benziyecektir,yada yolunda olacaktır. Devleti yönetmeye talip kimselerin Ömer b.n Abdülaziz'in hayatını öncelikle okuması ve torunları olmakla öğündüğümüz Osmanlı'nın özellikle yükseliş devri idarecilerini incelemesi gerekir diyorum.Tuttuğunuz yolda ileriye..Durmak yok diyoruz.....




Ekleyen : handan ?elikay    17.07.2007
Yorum : Dergiyi heyecanla bekliyordum. birde internetten bakayım dedim.Görünce iyiki bakmışım diyerek okudum.Hatta çıktıktan sonra yeniden girerek okudum Haklısın inanan ,gerçekten Allah'tan korkan kimseler başa gelirse herşey çok güzel olacaktır.Çalışmalarına devam..





 
Yüreğimiz kan ağlıyor!... - Sayı 73
Eğitimde çıkış noktası... - Sayı 72
ESMA’ÜL HÜSNA İLMİ ... - Sayı 66
ESKİ BİR FOTOĞRAF KARESİ... - Sayı 65
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Günümüzde kitaba nazaran paraya rağbeti; mide gurultusunu beyin sancısı zannederek, Tanzimat’tan bu yana, hiçbir şeyin çilesini çekmeden, her şeyi, Avrupa’dan monte eden(alan) yazarlarımıza borçluyuz.
Borcumuzu ödemesek de olur.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14592194
 Bugün : 2735
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 630961
 Bugün : 607
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim