Hayatımızın yegâne gayesi; Yüce Allah’ın rızasına kavuşmaktır. Bütün ibadetler, taatler, güzel huylar, dualar Rabbimizin rızasına kavuşmak için birer vasıtadır.
Tüm varlık âleminin yüklenmekten çekindiği bir yükü tüm ağırlığına ve nefsine rağmen üstlenen; bütün masumiyetiyle bu yola baş koyan biz gerçekten Allah’ın rızasını kazanmaya lâyık mıyız?
Allah’ın rızasına ulaşmak adına çıktığımız bu yolda Rabbimizi gerçekten tanıyor muyuz? Vücudumuzun tüm zerreleri Allah’ın isimlerini zikrederken bir ALLAH ismi celilinin anlam içeriğini dahi anlamaktan aciziz.
Hak Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de birçok yerde bu isimlerin yüceliğinden bahsetmiştir.
“O öyle bir Allah’tır ki; O’ndan başka ibadet edilecek hiç bir ilâh yoktur.” Ayetinin geçtiği Haşr Suresi 59, 22 ve 24. ayetinde 16 isim birden geçmektedir…
“Allah (cc) O Allah’tır ki; kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler O’nundur.” (Taha/8)
“En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin.” (Araf /118)
“De ki; ister Allah (cc) diye, ister Rahman diye dua edin. Çünkü en güzel isimler O’na mahsustur.” (İsra/110)
“O (cc) yaratan, var eden, varlıklara şekil veren Allah(cc)’tır. En güzel isimler (Esma’ül Hüsna) O’na mahsustur.” (Haşr/ 24)
“Allah(cc) kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’nundur.” (Taha/8)
“Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin.” (Ahzab/ 41)
Efendimiz Hz. Muhammed (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki; Allah’u Teâlâ’ ya ait 99 isim vardır. Her kim bu isimleri ihsan eder (sayar, ezberler, dilinin tespihi haline getirir ve anlamlarına dikkat ederse) Cennete girer.” (Tirmizi/ İbn-i Hibban/ Hakim)
“Muhakkak ki; Allah’u Tebareke ve Teâlâ ya mahsus olarak doksan dokuz ism-i şerifi ihsan ederse (sayarsa, ezberlerse veya şuurlu bir şekilde mânâlarını anlarsa) Cennete girer, sonsuz saadete ulaşmış olur. Allah’u Tebareke ve Teâlâ tekdir, tek olanı sever buyurmuş ve sonra da Esma’ül Hüsna’yı saymıştır...” Ebu Hureyre (ra)
“Allah’ın yüzden bir eksik, 99 ismi vardır. Onları kim ezberlerse Cennete girer.” (Hadis-i Şerif)
“Allah tektir, teki sever.” hadisinden ise âlimler Esma’ül Hüsna’nın tek sayı ile sınıflandırıldığını ifade ediyorlar.
İlâhî isimlerin niçin güzellikle nitelendirildiğini Ebu Bekir İbn-i Arabî şöyle ifade etmiştir:
1-Esma’ül Hüsna Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder. Ve kullarda saygınlık hissi uyandırır.
2-Zikir ve duada kullanıldığında kabule vesile olur ve sevap kazandırır.
3-Kalplere huzur ve sükûn verir, lütuf ve rahmet ümidi telkin eder.
4-Bilginin değeri bilinenin değerine bağlı bulunduğu ve bilenlerin en şereflisi de Şanı Yüce Allah olduğu için Esma’ül Hüsna bilgisine sahip olanlara bu bilgi meziyet ve şeref kazandırır.
5-Esma’ül Hüsna Allah için vacip (olması gereken) caiz (olması uygun) ve mümteni (olması imkânsız) olan sıfatları içermesi sebebi ile O’nun hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize imkân verir.
6-Allah ve kâinat ilişkisine ışık tutması bakımından ve sonuçta Allah’ı tanıtması bakımından önemlidir.
Bütün bu güzelliklerin yanında Resulü Ekrem’den rivayet edilen duaların içinde de Esma’ül Hüsna’nın bulunması da ilgi çekicidir.
Dilimiz bu isimleri zikrederken, kulaklarımız da bu ismi algılar, beynimiz düşünür ve irdelerken bir zaman sonra bakarsınız ki kalbimiz söylemeye başlamış. Yani zikir dilden kalbe inmiş…
Esma’ül Hüsna İlmi; bizlere Allah’ı hatırlatır. Bu demektir ki; Esma’ül Hüsna’yı bilen Allah’ı hatırlar, Rabbini hatırlayan, kalbini parlatır, kalbini parlatan, ruhunu güzelleştirir, ruhunu güzelleştiren, ahlâkına ve davranışlarına dikkat eder. Nefsinin kötü emellerinden uzaklaşarak kul olmanın sırrına vakıf olur. Gerçek kul olabilmek ise; bize sonsuz saadetin kapılarını açar.
Büyük bir saray düşünün. Bu sarayın bizim bildiğimiz 99 kapısı var. Bizlerse bu saraya girebilmek için dışarıda bekleyen insanlar... Bu kapıların bir tanesinden girebilmek ve sonsuz saadete ulaşmak bizim kendi elimizde. Bu kapıların her hangi birinden geçme izni alabilmek için her şeyimizi veririz.
Gayemiz Allah rızası, ümidimiz rızayı ilâhiye ulaşarak Cennet kapılarından geçmek ve Cemalullah’ı görenlerden olabilmek.
Diyorlar ki; biz Allah’ın tüm isimlerini biliyoruz ve devamlı zikrediyoruz öyle ise kesin Cennete girer miyiz? İşte bu noktada duruyoruz. Çok ince bir çizgi bu... Ancak Allah’ın bildiği bir sır.
Namazını kılmayan, ahlâkını güzelleştirmeyen bir kimsenin bu saraya girmesini ise İslâm âlimleri şu misale benzetiyorlar. Etrafı ve kapıları nöbetçi askerlerle çevrili bir saraya arka duvardan atlayarak kaçak girmeye çalışanın hali ile eşdeğer tutuyorlar.
İnce bir çizgi dedim ya¸burada öyle farklı bir gizem dikkati çekiyor ki şu anki aklımızla anlamamız ve sonuca kavuşturmamız imkânsız… Belki ulaşamayız ama yolunda ölürüz… Bazen de her huyumuz kötü olsa dahi Allah zikri bize Allah sevgisini kazandırır. Allah sevgisi de Allah’ın rızasına ulaştıracak fiilleri bize yaptırır. Sadece dil ile başlayan bu Allah sevgisi kalbe iner ve esfeli safilinde bulunan insanı alâyı illiyyine ulaştırır.
“Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah (cc) yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut)
“Bunlar iman edenler ve gönülleri Allah(cc)’ın zikri ile sükûnete erenlerdir. Biliniz ki; kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. (Ra’d/13/28)
Bu manevî ummandan hisse almak isteyen bir çok İslâm âlimi Esma’ül Hüsna üzerine kitaplar yazmışlar; bir çok hattat bu manevî bereket umuduyla Esma’ül Hüsna tabloları, koleksiyonları oluşturmuşlardır.
Hattatlar ilk önce Besmele, Kelime-i Tevhîd, Esma’ül Hüsna ile ilgili bir ayet, sonra Esma’ül Hüsna ile ilgili hadisler, daha sonra da Ebu Hureyre’nin hadisindeki 99 ism-i şerifi ve her ismin sonuna da cc (celle celâlühü) ibaresini eklemektedir. Bunu manevî huzura ve ilâhî rızaya ulaşmanın bir vesilesi saymaktadır. Celle celalühü Şanı Yüce Allah manasına gelmektedir…
Anneler babalar ve öğretmenler; evlât ve öğrencilerinin Allah’ın isimlerini ezberlemeleri için çaba sarf ederler, çeşitli hediyeler ödüller vaat ederlerken; Rabbimiz kendi isimlerini ezberleyerek, tanımaya çalışanlara neler vaat eder?
Cenabı-ı Hakkın yüce isimleri bazen manevî yükselişin kapısının anahtarıdır, bazen de iç dünyamızdaki fırtına ve kasırgaları dinginleştiren bir güneş…
Birçok Müslüman manevî yükseliş için sabah namazlarından sonra Esma’ül Hüsna’yı okumaktadırlar.
Allah’ın en yüce isimlerinin gerçek değerini elbette ki Rabbimiz ve O’nun sevgilisi; gönüllerin sultanı peygamberimiz bizden çok daha iyi bilir. Esma’ül Hüsna Peygamberimiz (sav) ile el-vesilen Cennetinde komşu olanların lisanıdır.
Baktığımız her şeyde; yerde, gökte, denizde, Rabbimizin tecellilerini bir lâhza olsun görebilmek; manevî ummanda yüzebilmek, içimizdeki dalgalı denizleri dindirebilmek, Cennet sarayının bildiğimiz 99 kapısının önümüzde sonuna kadar açılması için Allah yolunda bir adım daha atmak istedik.
Kur’ân-ı Kerîm’in ışığında, Rasulullah’ın yolunda bir adım atabilmek, varamasak da yolunda ölebilmek…
Çocuklarımıza her şeyin başında ilk besmele çekmelerini öğretirken; her hayrın başı Bismillah; birdir Allah tek Allah derken, bizler de Cenabı Hakkı daha iyi tanımak zorundayız.
Allah’ın isimleri doğrudan doğruya kul olması hasebiyle insanlara kesinlikle verilmemelidir. Verilecekse de; önce ismin başına Allah’ın kulu manasında “Abdül” eklenmelidir. Abdurrahman /Rahman’ın kulu, Abdurrahim /Rahim’in Kulu, Abdülkerim /Kerîm’in kulu şeklindedir.
Esma’ül Hüsna hadis-i şeriflerde bildirildiği kadarıyla 99 tanedir. Bu sayının bazı yerlerde çoğaltılmasının sebebi ise; Yüce Allah’ın sıfatlarının çok oluşundan ve bunların eklenmesindendir. Biz kâinattaki her şeyde Rabbimizi görürüz. Her şeyde Allah’ın tecellisi olduğunu biliriz. Her şeyde ve her olayda bir isim tecelli eder. Her insanın üzerinde bazı isimlerin tecellileri görünür. En güzel isimler Allah’ındır ve O’nun yüce isimleri ile dua ederiz.
Bizim de yapmamız gereken Allah’ın en yüce isimlerini her yönüyle öğrenip hangi isimlerin nelere tecelli ettiğini bilmek ve bu isimlerin ışığında Cenabı Hakkı daha iyi tanımaya çalışmaktır.
Derler ki; Esma’ül Hüsna’yı öğrenmekle Allah bilgisi kazanılır. Allah bilgisi de Allah sevgisinin tohumudur. Hangi gönüle o tohumdan düşerse filizlenir ve o gönülde şevk ve muhabbet ağacı biter.
Zinnun-ı Mısrî der ki: “Dağlarda bir zenci gördüm. Yanında Allah denildiği zaman yüzü bembeyaz olur sonra yine eski haline dönerdi.” Canı gönülden söylenince siyahı beyaz yapan isim... Allah (cc) ALLAH (cc) İSM-İ ŞERİFİ
Allah ism-i celili dünya var olduğundan beri; âşıkların gıdası, sadıkların nevası olmuştur. Cenabı Hakkın en has ismidir. Tüm ibadetlere Allah(cc) ismi ile başlar, Allah’u Ekber nidalarıyla Rabbimizin varlığının yüceliğini bildirir ve tasdik ederiz.
Ömer bin el Hattab (ra) der ki; “Kulun Allah’u Ekber demesi dünya ve içindekilerden hayırlıdır.”
Allah ismi şerifi Yüce yaratıcımızın Celâl ve Cemal gibi bütün isimlerini kapsamaktadır. Bu mübarek ism-i şerif ancak Cenabı Hakkın zatı subhanisine mahsustur. Bir tek O’nun zatına verilmiştir. O’ndan başka hiçbir varlık bu isimle anılmamıştır, anılamaz da… Yüce Allah’ın özel adıdır. Mecaz yoluyla da olsa Allah’tan başka hiçbir varlık asla kullanamaz. Firavun bile kullanamamış.
Bu yüce isim; kâinatın tamamını, varlık âleminin her noktasını yaratıp yöneten; övgülerin ve ibadetlerin her birine lâyık vacibül vücud olan yüce zatın en özel, en has, en kapsamlı ismidir.
Kur’ân-ı Kerîm’in üçte birine eş olduğu bildirilen İhlâs Suresi; bir olan, tek olan, eşi benzeri ve ortağı bulunmayan, doğmamış ve doğurmamış Yüce Yaratıcıya işaret eder. Hiçbir şey’in O’na denk olmadığını belirtir. Yalnızca Rabbimize mahsus olup, başka hiçbir varlığa nispet edilemez.
Esma’ül Hüsna’nın başı Allah ismi celili ile başlar. Bu isim; sonsuz mükemmel ve güzel sıfatların, vasıfların hepsini akla getirir. Güneş tam 7 renktir; bakıldığında tek renk görünür ve tabiatta renk cümbüşüne dönerse; Allah ismi şerifini kavramak da herkesin ufkuna göre değişir.
6 milyar insan Allah’ın varlığına inanır fakat her şahıs kendi kabiliyeti sayesinde, ufkunun ulaşabildiği ölçüde Allah’ı tanır. Bizim tek isteğimiz; kâinat sarayına baktığımızda ağacı, kurdu, kuşu, meyveyi, yaprağı değil de O’nu yaratanın sanatını görebilme yeteneğini kazanabilmektir. Allah için bakmak, Allah için görmek, Allah için düşünmek, Allah için yapmak kısacası Allah rızası için yaşamak. Bu konuda Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin bakışı ve bunu tüm dünyaya yansıtışı güzel bir örnektir. Hazreti Ali(ra) der ki; “Nereye baksam Allah’ın sanatını, kudretini, ilmini görüyorum…” Mevlâ’m bizleri de baktığımız her yerde Allah’ı görenlerden eylesin.
Bütün İslâm Âlimleri Allah isminin diğer isimlerden farklı olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu yüzden hiçbir ismi şerif Allah isminin yerini tutamaz. Diğer isimler yalnızca kendi manalarını ihtiva ederlerken, Allah (cc) ism-i şerifi tüm ism-i celillerin manalarını ihtiva eder. Meselâ; Allah (cc) diye zikreden kişi Rabbini bütün isimleri ile Er-rahman diye zikreden ise sadece rahmet sıfatı ile anmış olur. Diğer isimlerde de durum aynen bu misalde olduğu gibidir.
Allah; Hayy’dır, Allah; Semi’dir, Allah; Malik’tir, Allah; Alim’dir, Allah; Kerîm’dir gibi.
Diğer isimler türetildiği halde Allah ismi şerifi türetilmemiştir. Diğer isimler bazı köklerden türetilmiştir.
Allah ismi celilinin başka dillere tercümesi ve çoğulu asla yapılamaz. Meselâ Allah özel isminin Tanrı genel ismi ile tercümesi yapılamaz. Kurân-ı Kerîm ve Sevgili Peygamberimiz (sav) hepimizin özünde olan ve aslını oluşturan yüce bir varlıktan, bir olan Allah’tan bahsetmektedir!
“Tanrı” kelimesi, sıfatları anlatan bir kelimedir. “Allah” ise kulluk edilmesi şart olan özündeki hakikattir!
Yüce Allah ismi bütün sıfatların muhtevasına delâlet eder.
Allah ismi bir işaret kelimesidir. Allah kelimesi yerine Allah ilmi ile işaret edilen manayı kullanırsanız önünüzde çok başka kapılar açılacaktır.
Müslüman olmanın alameti Kelime-i Şehadeti getirirken de Allah lafzını dile getiririz. Bu ise Allah isminin diğer isimlerden üstünlüğünün bir göstergesi ve nişanıdır. Kelime-i Tevhit’de de durum böyledir.
Allah isminin dışındaki diğer ismi şerifler Allah ismi ile anılır. Rezzak olan Allah, Fettah olan Allah, Rahman olan Allah, Rahim olan Allah, Malik olan Allah şeklinde.
Bu isim Kur’ân-ı Kerîm’de bir rivayete göre tam 2698 defa geçmektedir.
Allah isminin lâfzında ve manasında topluluk vardır. Lâfzındaki topluluk bu ismin kendi içinde bir mucize oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu yüce isim şöyledir ki; baştaki elif kaldırılırsa “lillâh” olur, bu da Allah demektir. “Lillâh”daki birinci lâm kaldırılsa “lehu” olur, bu da ona işaret eder. Bu “lâm” da kaldırılsa “hu” olur ki yine Allah’ı ifade eder. Hattâ “hu”daki gizli “vav” kaldırılıp “he” kalsa yine Allah’a delâlet eder. Çünkü “hu” isminin de aslı “he”dir. “Vav” asıl değil, ilâvedir. Bu sırdan dolayı her canlı teneffüs ederken “he, he, he” demek suretiyle Allah’ı zikretmektedir.
Mânâsındaki topluluk ise; daha önce de bahsettiğimiz gibi; Allah diyen kişi Rabbini tüm isimleri ile anmış ve zikretmiş olur. Bu isim; ulûhiyete mahsus tüm sıfatları da kendisinde toplamıştır.
Maddî manevî hastalıklardan, ruhi bunalımlardan kurtulmak, stresi bir kenara bırakıp huzur içinde yaşamak istersek, nefsimizin istek ve arzularından kurtulmak için Allah isminin uçsuz bucaksız ummanına dalmak zorundayız.
Nefsimize musallat olan şeytanın şerrinden emin olmak, düşmanlarımızın kötülüklerinden kurtulmak, rızkımızın genişlemesi, hastalıklardan şifa bulmak, imanımızı kuvvetlendirmek, katılaşmış kalplerimizi yumuşatmak, maddî manevî tüm dertlerden kurtularak, mutluluğa ulaşmak, küfür karanlığından aydınlığa çıkmak; son nefeste iman ile giderek, huzuru ilâhîde dim dik durabilmek için; kısacası dünyevî ve uhrevî ihtiyaç duyduğumuz her şey için Allah ismi tek başına kâfidir.
Tüm varlık âleminin istifade kaynağı bu ismin sahibi zat-ı zül celâlidir. O’ndan başka tüm varlık âlemi yok olmaya mahkûmdur. O’ndan gayrisi bizim gibi ecelli, O’ndan gayrisi bizim gibi fanidir. Bizim görevimiz ise; şanı yüce Allah’tan başka ne varsa her birinden yüz çevirmek, can-ı gönülden Allah’a bağlanmaktır. O’ndan başkasından korkmamaktır. İnanan ve inanmayan tüm insanlar Allah’a muhtaçtır. Her nefes hu diyerek girer ve yine hu diyerek çıkar. Bir insan nasıl olur da her nefesinde Allah’ın adını anar da O’ndan gafil olur bilinmez. Her nefesinde he he he diyerek Allah’ı zikreden insan nasıl olur da asi olur akıl sır almaz.
Rablerinin adını anmadan hiçbir canlı nefes dahi alamazken, bütün canlıların yaşaması hu ismini anmaya bağlıyken; nasıl olur da rızayı ilâhîden uzak bir yol çizebilir gerçekten bilinmez. Tabiî bilinçsizce her nefesinde Allah diyerek yaşayan inançsız bir insan değil 100 yıl 1000 yılda nefes alsa söylediği hu isimlerinin ecrini alamaz. Çünkü gafletleri ağır basmıştır. Amaç dil ile söylemek değil, içerdiği manayı anlamak ve mananın gerektirdiği şeyleri yapmaktır.
Kul bu haliyle kulluğa lâyık hale gelir. Allah’a itimat edenler ve işlerini Allah’a havale eden insanlar gerçek kurtuluşa erenlerdir.
Ezan ve namaz arası kadar (doğduğunda kulağına ezan okunur, öldüğünde ise ezansız namazın kılınır) kısa bir ömrümüz var iken; ilk ve son nefeste Allah demek bunun sevabını kat kat almak varken inatla gaflet uykusundan uyanmamanın nedeni nedir?
Yapmamız gereken en mühim iş; Yüce yaratıcımız Allah’ı tanımaya bilmeye çalışmak, bu bilgileri kesin ve kati delillere dayandırmaktır. Gördüğümüz her şeyi yerleri, gökleri, denizleri, yağmur yüklü bulutları, değişen mevsimleri birbirini takip eden gece ve gündüzleri, kayaları delerek çıkan filizleri, bizler için yaratılmış çeşitli hayvanları en basiti kendi şahsımızı düşünsek ve şahsımızda Allah’ın varlığını görmeye çalışsak. Denizde damla dahi olmayan bilgilerimizle araştırsak…
Gönülden ve kalpten inanmalıyız.. Kul olmanın mânâsı olan ibadetlerimizi itina ile zevkle yapmalı, iyi ve kötü huylarımızı kontrole alarak Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanmış, iki cihan serveri, şefaat uzması yüce önderimizin izinden gitmeliyiz.
Tüm benliğimizle Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeliyiz. Şükür sadece dil ile olmaz, Elhamdülillâh çok şükür demek yetmez. Kul olana gereken nimeti vereni bilmek, verilen nimetleri Rabbinin rızası dâhilinde sarf etmektir. İnsanlarla paylaşmalı, sadaka ve zekâtını vermeli, fakirleri doyurmalı, hayır işleri ile meşgul olmalıdır.
Kâinattaki tüm varlıklar Allah’ın varlığından haberdarken biz insanoğlu asla gafil kalmamalıyız.
2007 yılı Temmuz ayında yayınlanan bir habere göre; Hollandalı bir bilim adamı ve psikolog Vander Hoven ALLAH kelimesini oluşturan harflerin sırrını, Kur’ân-ı Kerîm okumanın ve Allah kelimesini tekrar etmenin (biz buna zikir diyoruz) hastalar ve sağlıklı insanlar üzerindeki psikolojik etkilerini bulduğunu açıkladı. Prof. Hoven'in hastalar üzerindeki araştırmasının sonucunda ulaştığı nokta şöyle;
Hollandalı profesör üç yıldan beri birçok hasta üzerinde araştırma ve çalışmasını yaparak yeni buluşuna ulaştığını söyledi.
Hastalarından bazılarının Müslüman olmadığını, bazılarının da Arapça bilmediğini belirten Hoven hastalarına ALLAH kelimesini öğrettiğini söyledi. Alınan sonucun çok mükemmel olduğunu, özellikle depresyon ve tansiyon hastalarında çok daha iyi sonuçlar verdiğini belirtti. “ALLAH” kelimesinin ilk harfi olan –A- harfi solunum sisteminden direk çıkıyor ve nefes almayı düzenliyor, damaktan söylenen –L- harfi ise, (Arapçada çıkarıldığı şekilde) dil hafifçe damağın üst kısmına dokunuyor ve çene kısa bir duraklamayla birlikte aynı işlem tekrarlanıyor. (İki –L- harfi olduğu için) Bu işlem nefes alıp vermeyi rahatlatıyor.
Her nefes alış verişimizde Allah diyen insanoğlu sağ elini kaldırdığında mucizevî bir şey daha görür. Ellindeki Allah yazısı ona bakmaktadır. Avuçlarını açtığında sol elinin içinde 81, sağ elinin içinde ise 18 yazısını görür. İkisinin toplamı 99’dur. Bu da Allah’ın çok yüce isimlerinin toplamına eşdeğerdir. Arapça rakamlar herkesin elinde mevcuttur. Bunlar bizim gözümüze takılanlar. Sahilde kum misali... Gelin siz bir de bizim bilmediklerimizi bir düşünün…