Doğu ve Batı’nın hikâye anlatıcıları: Dede Korkut ve Shakespeare Mehmet Ali Metin Sayı:
121 -
Masal ve Destan denilince akla Dede Korkut'un geliyor olması kadar doğal başka bir şey olabilir mi? Peki ya başka bir dönemde ve coğrafyada yaşamış olmasına rağmen kendi kültüründe benzer etkiyi meydana getirmeyi başarmış Shakespeare...
Şüphesiz ki aralarında yaklaşık on asır ve binlerce kilometre fark olan bu iki üstadı birbirinden ayıracak onlarca fark bulabiliriz. Ancak birbirlerine benzeyen bir sürü yanları da var. Örneğin her ikisi de sözlü anlatım yolunu seçmiş sayılırlar. Dede Korkut hikâyeleri ozanlar sayesinde nesilden nesile, diyardan diyara aktarılırken, Shakespeare tiyatro oyunları kaleme almış ve insanların okumasından ziyade izlemesini/dinlemesini tercih etmiştir. Her ikisi de eserleri ile kendi kültürel miraslarını ileriye taşımış ve ulusal kimliğin oluşmasına katkı sağlamışlardır. Dede Korkut ve Shakespeare dilin sınırlarını zorlamış, şiirsel ve destansı anlatım ortaya koymuştur. İşledikleri konular bakımından da birbirine benzerler; aile, savaş, toplum gibi konular eserlerinde bolca yer alır.
Her iki figürü karşılaştırırken üzerinde durulması gereken ilk ve en önemli nokta ikisinin toplumu algılayış farkları olmalıdır. Shakespeare, Batı'nın kendi elleriyle öldürdüğü ve yine kendi elleriyle dirilterek adına "Rönesans" diyeceği dönemin getirdiği hümanizm anlayışının etkisiyle toplumu oldukça bireysel ve ben merkezci bir şekilde ele alır. Dede Korkut ise içinde bulunduğu konar göçer Türk Boylarının ancak toplumsal bir bilinçle hareket etmesi sonucu ilerleyeceğini bilir ve toplumu ahlâkî bir seviyede görür/anlatır. Shakespeare'in karakterleri kişisel bunalımlar, hırslar ve çatışmalarla hikâyelere yön verirken, Dede Korkut kahramanları kişisel gayret ve hünerlerini içinde bulundukları toplum için kullanır, topluluğun yararını ön plâna koyar. Shakespeare karakterleri aşk için devletler yıkmaya hazırken, Dede Korkut karakterleri devletin(boyun) geleceği için evlâdından/eşinden vazgeçmeye hazırdır.
Dede Korkut kahramanlık hikâyelerini anlatırken karakterlerine insanüstü bir güç veya kabiliyet sunar ancak bir noktada karakterin insancıl bir hata yapmasına da izin verir. Sonrasında ana tema olan birlik ve toplumsal bilinç devreye girer, zorda kalan karakteri kendi zekâsı ve gayretinin yanında ailesi, arkadaşları ve müttefikleri kurtarır. Bu sebeple hemen hemen her hikâyenin sonu bütün Türk Beyleri'nin kutlama yaptığı bir sofrada, şenlik edası ile biter. Ancak Shakespeare karakterleri olabildiğine tekildir. Çoğunlukla bireysel kederleri içinde çırpınan, bireysel duygulara tutunmaya çalışan karakterlerden oluşur. Yazmış olduğu dramlarda karakterler çoğu zaman trajik bir sona ulaşır. Yazarın yaşadığı dönem ve Romantizm akımı sebebiyle bu durum kaçınılmaz olarak kabul edilebilir.
Dede Korkut ve Shakespeare'in birbirinden ayrıldığı diğer bir büyük fark ise hikâyelerinde yer alan kadın karakterlerinin işleniş biçimidir. Dede Korkut hikâyelerinde kadın figürü çoğunlukla el üstünde tutulur. Kadın vefakâr, destekleyici bir eştir. Kadın kutsaldır, annedir. Ataerkil bir toplum içinde ikinci plâna atılan biri değil, yeri geldiğinde yanındaki diğer kadınlarla savaşa giden, düşmana saldıran, üzerine düşman yığılan erini/evlâdını kurtarandır. Shakespeare oyunlarındaki kadın karakterler ise yine genel anlatıma uygun olarak bireysel duyguları ön plânda, yaşadıkları döneme uygun olarak babaları veya eşleri tarafından manipüle edilen, ikinci plâna itilen karakterlerdir. Ya da kendi hırsları veya çıkarları için diğer karakterleri manipüle eder, onlara oyun oynamaktan geri kalmazlar.
Örneğin Dede Korkut hikâyelerinde yer alan Selcen Hatun kendisi için üç canavarla savaşan ve sonunda babasını ikna eden Kan Turalı ile evlenmek için yola çıkar. Peşlerinden gelen düşmanları ilk o fark eder ve Kan Turalı'yı uyarır, onunla birlikte düşmana karşı savaşır. Hattâ bir noktada Kan Turalı'yı düşmanın elinden Selcen Hatun kurtarır. Hikâyenin sonuna doğru anlaşmazlığa düştüklerinde her ikisi de birbirini sınar, sonuçta kazanan aşk olur ve birbirlerine daha sıkı bağlarla bağlanırlar. Bu ve buna benzer tüm Dede Korkut hikâyelerinde "kadın" figürü tıpkı Selcen Hatun gibi zeki, kendi ayakları üzerinde durabilen, özgürce karar alan, sorumluluk sahibi bireylerdir. Shakespeare'in Hamlet oyununda yer alan Ophelia karakterine baktığımızda ise babası ve ağabeyinin kontrolü ve baskısı altında ezilen, taht kavgasına zorla âlet olan, prens Hamlet'e duyduğu aşk yüzünden çıkmazlara giren ve sonunda büyük bir psikolojik çöküş yaşayan bir kadın görürüz. Bu trajik karakter kendi döneminde kadınların toplumsal baskılara karşı savunmasızlığını yansıtır. İktidar ve intikam meraklısı erkeklerin arasında kalan Ophelia ne hayatını ne de aşkını yaşayabilir. Finalde neredeyse tüm karakterler ve koca bir krallık ölür. Shakespeare hümanizmi insan bencilliğiyle birlikte büyük bir trajedi sahneler.
Dede Korkut ve Shakespeare arasındaki dünyayı algılama farkı bize çok şey anlatıyor. Dede Korkut gerek yaşadığı dönem, gerekse içinde olduğu toplum nedeniyle dünyayı geçilmesi gereken bir sınav olarak görür. Ahlâkî ve mânevî değerlerin üstünlüğünü her fırsatta dile getirir. Türk mitolojisine ve inanışlarına uygun şekilde hareket eden karakterlerle erdemli olmanın, dürüst olmanın önemini anlatır. Shakespeare, hümanizmin ve insan merkezli anlayışın içinde, her şeyin insan için, insanî duygular için olduğunu söyler. Dünya onun için dibi sıyırılana kadar tadına varılacak bir yemek, hükmedilecek krallıklar, alınacak intikamlar ve yapılacak anlaşmalardan ibaret gibidir. Öyle ki Shakespeare'in herkesçe ezbere bilinen Hamlet oyunundaki “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu." tiradı birkaç satır sonra "Ölmek, uyumak sadece!" diye devam eder. Buna rağmen Dede Korkut hemen hemen her hikâyesinin sonunda olduğu gibi Kan Turalı ve Selcen Hatun hikâyesinin sonunda da "Hani dediğim bey erenler, Dünya benim diyenler, Ecel aldı, yer gizledi, Fâni dünya kime kaldı, Gelimli gidimli dünya, Âhir son ucu ölümlü dünya." diyerek asıl olanın görünenin ardındaki hayat olduğunu hatırlatır.
Başka coğrafyalarda, başka zamanlarda yaşamış bu iki hikâye anlatıcısı bazı açılardan birbirine çok benzese bile Doğu-Batı kadar birbirinden farklı düşüncedeler. Shakespeare Batı'nın her şeyi sonuna kadar tüketme ihtiyacıyla karakterlerini kişisel duygular çerçevesinde kurgularken, Dede Korkut toplumsal bilincin ve inancın çerçevesinde adalet, dürüstlük ve mâneviyatın yüceliğini bize hatırlatmak için anlatır hikâyelerini.
Her ikisini de aklımın erdiği kadar okuyup/anlatmaya çalıştım, sanırım bu yazıyı yine Dedem Korkut'un hikâyelerini bitirdiği haliyle bitirmek yakışır;
Kara Dağlar'ın yıkılmasın.
Gölgelice koca ağacın kesilmesin.
Ak sakallı babanın yeri cennet olsun.
Ak pürçekli ananın yeri cennet olsun.
Ahir vakitte arı imandan ayırmasın.
Amin amin diyenler didar görsün.
Yığıştırsın deriştirsin.
Günahınızı, adı güzel kendi güzel
Muhammed Mustafa yüzünün suyuna
Bağışlasın hanım hey...
|