MAHİR Fatma Pekşen Sayı:
40 -
Zaten her zaman kırmızımtırak olan yüzü, “Erşün domatesi” gibi daha da renkli bir hal almış olan cez Sametli adam, kırışıklıklarına yerleştirdiği öfke, yenilgi, utanç gibi duyguların harmanlandığı yıllanmış alnına, el örmesi kül rengi fesinin ince ince hararet vermesine aldırıp etmiyor, hıncını, son olarak, belediyenin su borularını tamir ederken hâllettiği yamru yumru kaldırım taşlarında alırcasına ökçesiyle ezerek ilerliyordu. Şunca hânelik mahallenin sayımı kaç saat sürecekti ki sanki?.. Bitmişti işte. O kadar çektiği emek de boşa gitmişti. Sabah sandıklar indirilip emek de boşa gitmişti. Sabah sandıklar indirilip “irey” verme başlarken memurlara getirdiği üstü el gibi kaymağıyla sıcak, ballı sete mi yansaydı, yoksa torunlarının rızkından kesip, öğlende yaptırıp getirdiği özel misafirlere sakladığı Arnavut biberle çeşni kattığı kebaba mı yansaydı?.. Sadece memurlar mıydı, ortası sünger gibi delik delik ekşili somunu kebabın acılı tiridine banan? İhtiyar heyeti asil aza, yedek aza, eski muhtar, muhtar adayları, sandık görevlileri, partililer, o sarada oy kullanmaya gelenler... “Ola ki, yetmez” diye yiyor gibi görünüp, iki sefer ekmek bandığı, on beş gün evvel komşunun kestiği yaşar dananın o mis gibi etinin lezzetine bile varamamıştı. “Namussuz” diye geçirdi içinden. “Hep o namussuz Durmuş’un yüzünden.” Evden çarşıya, çarşıdan eve gidip geliyor, torunlarıyla altüst olup yaşayamadığı çocukluk günlerinin tadını çıkarıyor, ara sıra kahvede, karıya çaktırmadan yekdaşlarıyla oyun oynuyordu. Ne lüzumu vardı bunca senelik inzivanın ardından yeniden yüreğini hoplatıp memleket kurtarmaya?.. O Durmuş namussuzu hem kendisine, hem de Ethem’e ayrı ayrı, “Ben daha muhtarlık yapamam, siyatiğim, lumbagom azdı, herhalde bundan sonra hastanelerden çıkamam, kaç yıl emek çektim, möhrü yabancıya kaptırmayak ağa” demiş, ikini de aday olmaya yönlendirmişti. Çilingir Ethem, sandıklar açılıp, evindekilerin sayısının dışında oy çıkmayınca elini alnına vurup, “Hay vah kardaş” demişti. “Durmuş’un düzenine geldik. Möhrü cebinde bil, sana çalışacağım demişti. İti ite kırdırdı bak, Seksenine geldi daha möhür derdinde. Möhürnen gömülesice, Rezil rüsvay olduk çağaya, çocuğa. Bizi ortaya çıkarttı, ardından kendide aday oldu.” demiş, pişmanlığını dile getirmiş, kaç gündür gizli gizli çekiştiklerine üzülmüştü. Kapı kapı gezip, kahvedekilere çay ısmarlayıp, mahalledeki dullara bedava ekmek yollayıp epeyce bir oy toplayıp, o kadar emeğe karşılık möhrü elinde, “Muhtar emmi” olup hökümeti bile kapattıracak yetkiye sahiplenecekleri hayalleriyle bugüne gelmişlerdi ikisi de. Askerden geldiği halde, h^lâ baba parası gözleyip, kenarda köşede bıyık burup, gizli gizli sigara tüttüren yeni yetme oğlanlara, bir kere belediyeye gitmeyle masa başı işi bulacak, ergen kızlara çeyiz yardımında bulunacaklardı. Daha dün akşam, yatsı camiinde –zaten Ethem namaza gelmez, “Romatizmam var, evde kılıyorum” derdi- hocalar da dahil, “Sana vermeyip de kime oyumuzu vereceğiz Hacı emmi” deyip sırtını sıvazlamışlardı. Günlerdir gözünü yumup mahalleyi aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya saymış, milletvekili adayı heyecanıyla sandıktan çıkacak sonucu beklemişti. Caminin önünden geçerken, kanepede oturup ezanı bekleyen cemaat, yüzleri penbe pembe, “Oyumuzu sana kullandık” dercesine tebessüm ettiler. Sinirlenmemek için, o öğünü evde kılmaya niyetlenip, başıyla bir selâm verdikten sonra ayrıldı. Eve doğru, elinde bulaşık tabakların, bardakların olduğu koca poşetle ilerlerken, daha akşam olmadan dolan kahvedekilerin kelâmına temenna ile karşılık verdi. Kahvenin önünde oturup koca göbeğiyle tavla oynayan kahveci ile Alamancı İzzet de dâhil, bütün herkesin “Oyumuzu sana verdik” mesajını veren sırıtışlarını görmemek için yüzün öte yana çevirdi İçinden “Yarın kızın yanına gitmeliyim, Kaç aydır gedemedim.” Derken aslında özlem değil, mağlûbiyet bu duyguya yol açıyordu. Evi görünmüştü işte. Torunları kapıda bağrışacaktı; “Dede muhtarlığı kazandın mı?” karısı bir haftadır, “Muhtarın karısı, mahallenin yarısı” mantığıyla hareket edip, yeni palazlanmış ördekler gibi kabarmaya başlamıştı bile. Ne oğlan, ne gelin zapt olmayıp, kimini kocaya verecek, kimini işe yerleştireceklerdi. Ahh möhür nelere kadir değilsin ki?.. Az sonra tuş olmuş pehlivan kılığında, süklüm püklüm dış kapıdan girecek, “Beş oy çıktı. Dördü bizim evden beşincisi kim acaba?” diyecek, yenilgisini belki de vara yoğa sinirlenerek çıkartacaktı. Eve girmeden, davarı ineği önüne katı, yele yele gelen mahallenin çobanıyla rastlaşmış çoban, sol kaşının üstüne doğru eğdirdiği kasketinin altından çürük dişlerini göstererek, “Oyumu sana verdim gülcüğü göstermişti son olarak. Günün anlam ve önemine binaen giyindiği naftalin kokulu bayramlık urbasının açalarına sırnaşan evin kendisine, kapıyı çalarken el örgüsü fesinin üstüne pisleyen kargaya baktı, “Ne o? Ne bu neşe?.. Siz de mi bana oy verdiniz yoksa?” dedi ve eve girdi. Gece boyunca, mahleyi alttan üste, üstten alta sayıp –belki de kazara atılan- o tek oyun sahibini bulmaya çalıaaktı, möhürle bölünen uyku aralarında...
|