EDEP Kürsü Nizam Sayı:
55 - Ocak / Mart 2007
(Bu bölümdeki imzasız yazılar, İman ve İslâm Atlası’ndan alınmaktadır) (Edep bahsine devam ediyoruz)
ÂDET Bazı âdetlerimiz vardır ki, aslî ve hakiki mânâda İslâm'ı yansıttıkça güzelin ta kendisi, ona ters düştükçe de edebe aykırılığın tam misali... Bunların kötülerinden birçoğunu "Hurâfe" bahsinde gösterdik. Şimdi bunlar dışında, temizlenip süpürülmesi icap eden kötülerle, derinleştirilmesi ve yenilenmesi gereken iyiler üzerinde durmalıyız.
Âdet, ruhî bir keyfiyet ve kıymet hükmünün cemiyette maya tutması, alışkanlık haline gelmesi ve zemin kurması demektir ve kendi başına boş sayılar gibi, hiçbir değer belirtmez, neyin ve ne yüzden âdetiyse ona göre hüküm kazanır, meydandan kaldırılır veya meydan yerinde âbideleştirilir. Bütün dinî ve ahlâkî edeplerin de mesnedi olur. O bir sirayet zeminidir ve bağlı olduğu, doğru, iyi ve güzel hükmüne göre fert ve cemiyette bir perçinlenme vâkıasıdır.
Cehalet devrinde kız çocuklarını diri diri gömen Arabın hali bir âdet ifadesi olduğu kadar, sünnetlerin ve onlara bağlı selim duygunun kurduğu manevî iklimler de âdetleşir, fakat her halde ve tek başına âdet âdettir diye müstakil bir huccet teşkil etmez. Hak kendi âdetlerini muhkem kabul edebileceği gibi bâtıl da aynı yola sapabilir. Bu bakımdan âdet mefhumunu boş bir resim çerçevesi olarak muhafaza etmek ve kötü bilineni levhadan kazıyıp iyi kabul edileni resmetmek ve âdetleştirmek lâzım gelir. Âdete sırf âdet diye esir olunamaz; hak diye bağlanılır.
Kaba softanın Kur'ân okurken rakkas gibi öne ve arkaya gidip gelmesi, koyu bir gaflet ve huzurdan uzaklık edası olarak ne (otomat) bir âdet zemini açıyorsa; inkâr yobazının öbür yobaza karşı istihkar tavrı da aynı murakabe ve muhasebeden mahrumluğu sebebiyle aynı alışkanlık esaretine ulaşır. Âdet diye müstakil bir vâkıa yok, mükemmeli bütün müesseseleriyle kurmak ve âdetleştirmek var...
Gaipler âleminin nâmütenahi derin sükûtu karşısında, fertlerin, mazbut ve merkezî iman dairesi dışında, farkında olmadan icat ettikleri putlaştırma âdetleri... Nazar boncuğundan ölü toprağına, yıldızları hecelemekten türlü büyücü tavsiyelerine, üfürükçülük maskaralıklarından "Tezveren Sultan" ve "Pabucubüyük" masallarına kadar... Umumiyetle kadın ruhiyatınca körüklenen âdetler topyekûn bâtıl... Esrarın okyanusu bütün usulleriyle dinde ve ibâdette dalgalanırken bir fincanı doldurmaz kokmuş sudan imdat beklemek... Yani merkezden inhiraf etmek... Bütün bâtıl itikatlar ve âdetler manzumesini bu ölçüye vurabilirsiniz. Âdet zarftır ve mazruf taze kaldıkça âdet muhkemdir.
MUAŞERET EDEBİ İnsanların birbirleriyle ülfet ve temaslarında tâbi olacakları usuller tablosu olarak İslâm'da bütün bir manzume... Güler yüz, şefkat dolu göz, muhatabına kıymet verme tavrı, rahatsız etmekte çekinme dikkati, nefs murakabesi hali, söz ve hareketlerde inzibat, hüküm kesicilikte ve "dır-tır!"cılıktan uzaklık uslûbu, haktan yana heybet ve nefsten ötürü mahcubiyet ifadesi, her türlü arsızlık, hayasızlık, yırtıklık biçimine yabancı duruş, muaşeret edebimizin esaslarını teşkil eder.
Bir kapı üç kere çalınır.
Bir salonda en mütevazi köşeye oturmaya bakılır.
Sofrada tiksindirici her hareketten kaçınılır.
İkramlar zevkle kabul edilir.
Esnenmez, geğirilmez, gerinilmez, ayak ayak üstüne atılmaz. Yemekte ağız şapırdatılmaz, açgözlülük hareketleri gösterilmez, tabakta yemek bırakılmaz, elle veya ekmekle dudak silinmez, sağ el boşken sol el kullanılmaz.
Kimsenin sözü ağzına tıkılmaz, "mânâsız sözün lüzumsuz cevabı" verilmez, başkasını yerici ve nefsini övücü mânâda tavırlar takınılmaz. Dava asabiyetinde de, vecd ve aşkta da yapmacık hissini vermekten çekinilir ve sahteliğe düşmekten korkulur. Anneye "öf" denilmez, babaya karşı gelinmez, masum çocuk dövülmez, hiç kimseye sövülmez, dehre lânet edilmez, bedduaya dil alıştırılmaz, hayvanlar incitilmez, övgüler benimsenmez.
Hediye verilir, hediye beklenmez, "kamçın yere düşecek olsa atından in de kendin al!" tenbihince zaruret dışı kimseden yardım dilenilmez. Yakınlara yük olunmaz.
Ciddiyet çöl olsa içinden çıkılmaz, malâyânîlik hazine olsa içine girilmez, "kuvvet ve kudret Allah'ın, acz ve fakr insanın" mânâsına bürünülür. Dilenciye "Allah versin!" demek nahvet ve cinayet, dilenmek de zillet ve sefalet... Cerre çıkan din tüccarı hoca ve kapıları hey'et halinde tutan ve iniltili besteleriyle yardım isteyen goygoycu rezalet ve İslâm ahlâkına ihanet tipi... Dini tatbikat işlerinde vazife ve ücret alan kimsenin hali bildiğimiz "mevlidhân", iskatçı ve hatim indirici esnaf karakterine tam zıt, gözü tok ve karşılıksız vazife şiarına büründürülmeli, hiçbir pazarlık mevzuu olmamalı, mümkün mertebe hasbîliğe yaklaştırılmalı, hiç değilse ıstırabı çekilmeli...
Allah ve Resulü, sahabîler ve velîler anılırken kullanılan ihtiram tabirlerinin tekerlemecilik ve klişeciliğe kaçırılmamasına itina gösterilmeli... Hâsılı, en sade ve temiz bir libas içinde, en halis ve tabî edalara bürülü, bütün Müslümanlara yardımcı ve fedakâr, cezb ve teshir edici bir ifade, başkalarına, hem nefsimize vermekle mükellef olduğumuz hesabın muaşeret edebini mihenklendirmeli... Muaşeret edebimizde, tatlılık, yumuşaklık, uysallık, tebliğden fazla telkin, cazibe ve teshir, maddede ve mânâda esas... Kalplere girme yolunu aramak ve bulmak... Bu da vazife...
SELÂM
Birçok farz, sünnet, mendup ve müstehap ve onlara bağlı selim duygu ve zevk melekelerinin renklendirdiği ve çizgilendirdiği "Edep" davasında esasî değerlerin başını "Selâm" tutar. Selâm müminlerin karşılıklı değiştirdikleri hüviyet kartı, birbirlerinde aradıkları iman parolası, selâmet ve teslimiyet işareti...
Selâm vermek sünnet, almaksa farz...
Aynen klişesiyle alınıp verilmesi gereken selâmı iki heceli aslî kelimesiyle söylemek de yeter.
Selâmın taşıdığı mânâ ve delâlet önünde "günaydın!" ve "merhaba!" çocuk oyuncağı... "Merhaba"dan nefsanî sevgi, "selâm"dan insanî birlik dileği tüter. "Günaydın" (bonjur) ve benzerlerinden tüten yalnız marsık...
Selâmı takip eden musâfaha, el sıkma veya öpme hareketlerinin İslâmî ölçüleri, malûm el sıkışlarından bambaşkadır. Sağ eller birbirleriyle karşılaştırılır, iki başparmak birbiri içinde yuvarlanıp, öbür parmaklar da bilekleri kavrar. Bu vaziyet kopmaz ve çözülmez bir rabıtayı ihtar eder. Saadet Devri'nde mevcut olmayan el öpme ve alına götürme hareketi güzel olsa da mübalâğaya uğratılmaması ve ender insanlara, anaya babaya, büyük mürşitlere tahsisi lazım bir hareket...
Kadın elini öpmeye, hatta sıkmaya aklımız ermez.
"Temennah" dedikleri, eski nesillerin yerlere kadar eğilerek ve ellerini çeneye, gözlere ve alına götürerek yaptıkları, palyaçoluk... Sağ elini kalp üzerine götürerek selâm, güzel, millî ve hususî bir şekle bağlanabilir. Askerî selâm da ancak kapalı başla verilir ve milletlerarası bir teamül olduğu için makbul sayılır.
|