YA?LI EVYN SIRLARI Ayşe Sena Ünsal Sayı:
63 - Ekim / Aralık 2008
Ana yoldan sağa doğru saptığınızda karşınıza dik bir bayır çıkıyordu. En usta şoförlerin bile tamamını çıkamadığı bu rampanın yarısında arabanızı park etmek zorunda kalıyordunuz. Bayırın yarısına geldiğinizde büyük bir alanla karşılaşıyordunuz. Sol taraftaki ilköğretim okulunun bahçesindeki öğrencilerin cıvıltıları çok uzaktan duyulmaya başlıyordu. Çocukların her halinden mutlu oldukları belliydi. Bir kısmı kantinin önünde sıra olmuş ve on dakikalık teneffüsü sıra bekleyerek geçirirken bir kısmı da kovalamaca oynuyordu. Onların yerinde olmak isterdim diye düşündü arabasını park ederken. Okul hayatını bırakalı tam yirmi yıl olmuştu. O sıralar gözünün önüne geldi birden. Çok güzel bir öğrencilik hayatı geçirmişti. Defter kalem kokusunu özlemiş olmalıydı.
Dik bayırı görünce tedirgin oldu. O topuklu ayakkabılarla nasıl çıkacağını düşündü. Hattâ bu insanların karda kışta ne yaptıklarını düşününce gözü daha da korktu. Bir arkadaşına davetliydi. Çok neşeli bir kişiliğe sahip arkadaşı oldum olası bu mahalleden kopamamıştı. Annesinin evinin çaprazındaki evi almalarına bir anlam verememişti önceleri. Daha sonra arkadaşı manevî havasının güzelliğinden bahsettikçe o da artık ses çıkarmayı kesmişti. Arkadaşı bu eve yeni taşınmıştı. Çok para vererek aldıkları bu eve biraz daha harcayıp iç mimarisini yenilemişlerdi. O parayı verdikten sonra her yerden ev bulunur diye düşündü. Ama herkesin kendi seçimiydi.
Rüzgâr gittikçe hızlanıyor etekleri bir sağa bir sola doğru uçuşuyordu. Bayırı çıkmaya çalışan bir arabayı seyretti yandan sessizce. Kimseye belli etmeden gülümsedi. Sanırım buralı değildi. Yoksa bu rezilliği göze alamazdı. Araba geri geri kayıyordu. Usta bir sürücü edasıyla yola giren adam direksiyonu okula doğru kırmak zorunda kaldı. O yoluna devam etti.
Evler eski Anadolu evlerini hatırlatıyordu. Birkaç asırlık evlerin bulunduğu bu dik sokak onu farklı yerlere götürüyordu. Bazıları köhnemiş, bazıları restore edilmiş bu evler kim bilir kaç hayatı içinde barındırmıştı. Kimler gelmiş, kimler geçmişti bu mahalleden... Bir tarih yatıyordu o sokakta. Evlerin eskiliği, içinde yaşayanlarla doğru orantılı değildi. Tarih kokan o ahşap binalardan, günümüzün giysileriyle süslü gençlerin çıkması bir tezat oluşturuyordu. Düşüncelere dalmış iken dergâha geldiğini fark etti. Çok şükür o dik bayırın sonuna sağ salim gelmişti. Arkadaşına her geldiğinde Somuncu Baba'nın dergâhını da gezer dua etmeyi hiç ihmal etmezdi. Yine dergâhı gezmek için sol tarafa yöneldi. Birkaç yüksek merdiveni çıktıktan sonra kare avluya giriliyordu. İki ayrı odadan oluşan dergâhı bu gün daha iyi gezmiş ve psikolojisi alt üst olmuştu. Sağdaki odada Somuncu Baba'nın ekmekleri pişirdiği fırını ve kürekleri vardı. Kerametlerini henüz bilmediğimiz ne büyük zatlar var diye düşündü. Onu en çok etkileyen diğer oda olmuştu. Karşı köşede gördüğü dikdörtgen boşluğa bir anlam verememiş ve görevliye sormuş ve burasının Somuncu Baba'nın inzivaya çekildiği zaviyesi olduğunu öğrenmişti. Somuncu Baba o daracık yere girerek kabir hayatını bir nebze olsun dünyada yaşamaya çalışırmış. Tüyleri diken diken oldu. Ne kadar güçlü bir iman, ne kadar güçlü bir şahsiyet diye düşündü. Yanındaki bayan görevli Somuncu Baba Hazretleri'nin hayatından bazı kesitleri anlatmaya başladı.
"Somuncu Baba; Kayseri'nin Akçakaya köyünde doğmuştur. Soyu 24. kuşaktan Peygamber Efendimiz (sav)'e ulaşır. 1331 yılında doğmuş ve 1412 yılında vefat etmiştir. Asıl adı; Hamid Hamidüddin'dir. Şam, Tebriz ve Erdebil'de dersler almıştır. Alâeddin Erdebilli'den Beyazıd'ı Bistami'nin ruhaniyetinden manevî terbiye almıştır. Yıldırım Beyazıt Niğbolu Zaferini kazanınca Allah'a şükür nişanesi olarak Bursa'da Ulucami'yi yaptırmış ve Somuncu Baba da çalışan işçilerin ekmek ihtiyacını gidermiştir. Uzun yıllar Bursa'da "Somun! Mü'minler, somun!" nidalarıyla ekmek dağıtmıştır. Ulucami bittiğinde yapılan törende Molla Fenarî Hazretleri ve Emirsultan Hazretleri gibi birçok âlim şahsiyet hazır bulunmuştur. Padişah Emirsultan Hazretleri'nden hutbe okuması istemiş fakat O büyük bir tevazu göstererek orada kendisinden daha âlim birisinin olduğunu, o kişinin de Somuncu Baba Hazretleri olduğunu söylemiş ve hutbeyi O'nun yapması gerektiğini belirtmiştir.
O güne kadar saklı olan Somuncu Baba Hazretleri'nin bilgisi ve kerametleri gün yüzüne çıkmıştır. Orada bulunanlara Fatiha Suresi'nin yedi tefsirini birden yapan Somuncu Baba için Molla Fenarî Hazretleri şöyle demiştir; "Somuncu Baba önce bizim Fatiha Suresi'nin tefsirindeki müşkilimizi keramet göstererek halletti. O'nun büyüklüğüne bu yedi tefsir adil bir şahittir. Fatiha'nın ilk tefsirini cemaatin hepsi anladı. İkinci tefsirini bir kısmı anladı. Üçüncü tefsirini anlayanlar çok azdı. Dördüncü ve sonrakileri ise anlayan içimizde yok idi."
Somuncu Baba Hazretleri hutbeden sonra Ulucami'nin üç kapısında da aynı anda görünerek elini öptürmüştür. Bu şekilde büyük bir şöhrete ulaşan Somuncu Baba Hazretleri "Şöhret afettir." Hadisi şerifini bildiği için hemen Bursa'dan Aksaray'a göçmüştür. Gitmeden önce ise bir çınar fidanı dikmiş ve Bursa'nın daima yeşil kalması ve insanlarının mutlu olması için dua etmiştir. Darende'de vefat etmiştir. Hacı Bayram-ı Veli, Şeyh Üftade ve Aziz Mahmut Hüdayi öğrencilerinden bazılarıdır."
Görevli kadın bunları anlattıktan sonra giriş kapısının sağ tarafında asılı duran Somuncu Baba Hazretleri'nin tavsiyelerinin yazılı olduğu bir tablo gösterdi ve sesli bir şekilde okumaya başladı:
Arkadaşlarım ve yolumdan gidenlere tavsiyelerim:
Gizli ve aşikâre her yerde Allah'tan korksunlar.
Az yesinler, az konuşsunlar, az uyusunlar.
Avamın arasına az karışsınlar.
Tüm masiyet ve kötülüklerden uzak dursunlar.
Daima şehvetlerden kaçsınlar.
İnsanların elindekilerden ümitlerini kessinler.
Tüm zemmedilmiş sıfatları terk etsinler.
Övülen sıfatlarla süslensinler.
Şiir ve şarkı (günaha götürüyorsa) dinlemekten kaçınsınlar.
Ayrı bir görüşle kendilerini cemaatten ayrı bırakmasınlar.
Aç olarak ölseler bile şüpheli hiçbir lokmayı yemesinler.
Görevli kadın maddeleri bitirdikten sonra arkadaşının evini göstererek; işte orası da öğrencilerine ders verdiği medrese imiş dedi. Dergâhtan çıkarken yepyeni bir insan vardı artık. Arkadaşının aldığı evin mazisini bilmek O'nun bakış açısını değiştirmişti. Şimdi o sokaktaki evlere farklı gözlerle bakıyordu. Kimler gelmiş, kimler geçmiş, neler yaşamışlar, ne acılar ne ıstıraplar çekilmiş, ne mutluluklar paylaşılmıştı. Kim bilir bu evlerden kaç gelin, kaç ölü çıkmıştı? Ne kadar esrarengizdi böyle düşününce. Kim bilir bu evler bunca hayatı bağrında nasıl barındırıyordu. İki saat önce gelmek istemediği evin kapısında şimdi beklerken; ne garip diye düşündü. Sabırsızlanıyor, içeri girmek için can atıyordu. İçeri girdiğinde ise bastığı tahtalarda Somuncu Baba'nın ayak izlerini ararcasına, kokladığı havada O'nun kokusunu duyarcasına hislerle dolmuştu. Artık farklı baktığı o evde merdivenlerin gıcırdaması bile kulaklarını tırmalamıyordu...
|