Osmanly Devleti’nde ?ehzadelik Kurumu İsmail Katgı Sayı:
59 - Ocak / Mart 2008
Ülkemizde 20. yüzyıl ortalarına kadar, Türk tarihi üzerine yapılan çalışmalar özellikle siyasî ve askerî tarih ile sınırlı kalmış, sosyal ve kültürel yapı, teşkilât, hukuk, siyasi düşünce ve iktisat tarihi üzerine yapılan en ciddî çalışmalar 1940'lardan itibaren yoğunluk kazanmaya başlamıştır. Atatürk'ün teşvik ve destekleri ile başlayan ilmî çalışmalar, Türk Tarih Kurumu'nun kurulması ile önemli bir ivme kazanmıştır. Bundan sonra gerek bu kurum bünyesinde gerekse üniversitelerin bünyesindeki fakülte, enstitü ve araştırma merkezlerindeki yapılan çalışmalar ile önemli bir mesafe alınmıştır. Uluğ İğdemir'in büyük emeği bulunan Belleten dergisini ve Fuad Köprülü'nün kişisel çabaları ile çıkardığı ve fakat devam ettiremediği neşriyat çalışmaları bu hususta verilebilecek örneklerden sadece bir kaçıdır. Oryantalistlerce başlatılan ve 1940'lardan itibaren Türkçe'ye çevrilen İslâm Ansiklopedisi projesi de, daha sonra Türk bilim adamlarınca çıkarılmaya başlanmış ve son yıllara kadar devam ettirilmiştir. Ayrıca son dönemler için Yeni Türkiye Yayınları'nın Türkler, Osmanlı ve Genel Türk Tarihi vb. projelerini de eklemek gerekir.
Bununla birlikte özellikle son dönemlerde Osmanlı Tarihinin yukarıda belirtilen alanlarına da tarihçilerin ilgisi artmış, yayın sayısında oldukça ciddî bir artış görülmüştür. Bu ilgiden Osmanlı Kurumları Tarihi de nasibini almıştır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın yaptığı çalışmalar kendisinden sonraki tarihçilerce devam ettirilmiş ve ortaya çıkan her çalışma Osmanlı kurumsallaşmasının daha da aydınlatılmasını sağlamıştır.
Tanıtımını yaptığımız Osmanli Devletinde Sehzadelik Kurumu adlı bu eser de, bu yöndeki girişimlerin bir tezahürü niteliğindedir. Akçağ yayınlarından çıkan bu eser, konusunda yapılmış nadir çalışmalardan biridir. Yazarın da temas ettiği üzere şehzadeler üzerine yapılan çalışmalar daha çok taht mücadeleleri ve şehzadelerin katli meseleleri çerçevesinde gelişmiş; kurumsal anlamda çok ciddî çalışmalar yapılmamıştır. Osmanlı devletinin klâsik dönemi (13001603) ile sınırlı olan bu çalışma, şehzadelerin doğumlarından itibaren yaşamlarındaki önemli evreleri, her alanda aldıkları eğitimleri ve devlet yönetimindeki konumları vs. üzerine çok önemli bilgiler ihtiva etmekte olup, bundan sonra yapılacak bu tür çalışmalara da kaynaklık edecektir.
Söz konusu bu çalışma, konuyla ilgili arşiv belgeleri ile daha evvel yayımlanmış bazı önemli kaynakların tahlili, giriş, bölümler ve sonuç kısmından oluşmaktadır. Kitabın sonunda yararlanılan kaynakların listesi ve dizin çalışması bulunmaktadır. Ayrıca ekler bölümünde de konuyla ilgili arşiv belgeleri, minyatürler ve Osmanlı hanedan soy kütüğü ile şehzadelerin gönderildikleri sancaklara dair bir harita mevcuttur.
Çalışmanın giriş bölümünde (s. 2147) genel olarak erken dönem Roma, Çin, İran medeniyetleri ile İslâm öncesi ve İslâm sonrası Türk devletlerindeki hâkimiyet ideolojisi ve veraset geleneği ortaya konulmuştur. Medeniyetler arası kültürel alışverişe dikkat çeken yazar, eski Türk devlet anlayışı ve veraset geleneği ile diğer medeniyetlerin bu konudaki geleneklerini bire bir karşılaştırma yöntemi yerine, bir nevi tarihsel sıralama yöntemini benimsemiş ve her medeniyeti ayrı ayrı değerlendirmiştir. Buna göre tam olarak örtüşmese de, Türk medeniyetinde olduğu gibi diğer farklı medeniyetlerde de hükümdarın Tanrı tarafından yeryüzündeki halkı yönetmek üzere görevlendirildiği anlayışının hâkim olduğu vurgulanmıştır.(1)
Türklerde ' kut ' olarak isimlendirilen bu meşruiyet olgusunun İslâm sonrası Türk devletlerinde ve bilhassa Osmanlı Devleti'nde, 'ruyi zemin zillullahi fi'l arz' yani Allah'ın yeryüzündeki gölgesi şeklinde bir tekâmüle uğradığı da ifade edilmiştir.(2)
Diğer bir konu ise veraset geleneğidir ki bu husus da incelenen devletlerde bazı farklılıklar olmakla birlikte benzer karakterdedir. Günümüz demokratik rejimlerinin tersine dünyanın bütün erken dönem ülkelerinde devletin bir hanedan ya da zümrenin uhdesinde olduğu ve veraset geleneğinin de buna göre şekillendiği aşikârdır. Buna göre hükümdar ölmeden önce kendisine veliaht tayin eder ve devlet ileri gelenlerinin bu vasiyete riayet etmesini ister. Ancak burada dikkat çeken önemli bir husus, tahta çıkma konusunda büyük-küçük oğul faktörüdür. İncelenen çalışmalarda özellikle Türk devletlerinde genellikle büyük oğlun tahtta hak sahibi olduğu vurgulanmaktaysa da, tahta aday şehzadenin akıllı, bilgili, sabırlı, gözü tok-gönlü engin, cömert, yumuşak huylu, erdemli, cesur, güçlü, ünlü vb. vasıfları taşımasının daha belirleyici olduğu belirtilmiş ve bu husus örneklerle desteklenmiştir. Varisin tahta çıkması hususunda değinilen bir konu da, Osmanlı devletinde de görüldüğü üzere merkezdeki devlet ileri gelenlerinin tutumudur.
Belirtilen diğer bir konu da veliahtların doğumlarından itibaren ciddî bir eğitimden geçirilmesidir ki, çalışmanın ikinci bölümünde Osmanlı şehzadelerinin bu yönleri detaylı bir şekilde verilmiştir. Selçuklular döneminde şehzade eğitmeni olan atabey ile Osmanlılardaki aynı statüdeki lala arasında çok fark olmadığı da diğer bir ayrıntı olarak verilmektedir.
Bununla birlikte Osmanlılarda olduğu gibi Anadolu Selçukluları'nda da şehzadelerin, bağımsız bir bey gibi hareket ettikleri, ancak Osmanlılar'da özellikle I. Selim'den sonra görüleceği üzere, şehzadenin sıkı bir kontrol ve denetim mekanizmasına bağlı olduğu da belirtilmiştir.
Çalışmanın birinci bölümünde (s. 5074), giriş kısmında verilen bilgilerin Osmanlı tatbikatındaki yeri irdelenmiş, Osmanlı devletinde hâkimiyet anlayışı ve veraset geleneğinin menşe'i ortaya konulmuştur. Buna göre Osmanlılarda hâkimiyet anlayışının Oguz geleneğine dayandığı ve girişte de belirtildiği gibi hâkimiyetin ilâhî (İslâmî) bir mahiyet taşıdığı belirtilmiştir. Ayrıca Oguz Kagan Destanı ışığında eski Türk veraset geleneğinde, tahtın büyük evlâdın hakkı olduğu, böylece hanedan üyelerinin konumlarının belirlendiği ve muhtemel taht mücadelelerinin önüne geçilmesi, dolayısıyla devletin devamlılığı esası ifade edilmiştir.
Aynı bölümde, Osmanlı devletinde yerleşmiş bir veraset geleneğinin olup-olmadığı tartışılmış ve ilâhî meşruiyet anlayışının aynen devam ettiği sonucuna varılmıştır. Nitekim yazar, veraset usulünün büyük oranda uygulandığı sonucuna varmıştır. Burada veraset geleneği çerçevesinde klâsik dönemin on iki padişahının tahta çıkış usulleri sırasıyla irdelenmiş ve bölümün sonunda verilen tablolarla konunun daha iyi kavranması amaçlanmıştır. Tahta çıkış meselesinde adayın, padişahın oğlu olması ve büyük oğlun önceliği ifade edilmiş, bu usulün I. Mehmet ve I. Selim gibi birkaç istisnası olmakla birlikte klâsik dönem padişahların tümü için geçerli olduğu belirtilmiştir. Ancak bu arada şehzadenin sahip olduğu liyakatlar, şehzadenin başkente en kısa zamanda gelmesi ve hazineye sahip olması, merkez teşkilâtının ileri gelenleri ile yeniçerilerin tutumu gibi faktörlerin altı da çizilmiştir.
Ayrıca II. Selim'den sonra sancağa sadece büyük evlâdın çıkarıldığı ve I. Ahmet ile birlikte sancağa çıkma usulünün terk edilerek ekber-ersed usulünün getirildiği de ifade edilmiştir.
İkinci bölümde (s. 75101) ise şehzadelerin sosyal, kültürel ve ekonomik durumları incelenmiştir. Veraset geleneği çerçevesinde padişahın, kendisinden sonra herhangi bir hanedan buhranının yaşanmaması ve devletin temellerinin sarsılmaması için bir erkek evlâda sahip olmak düşüncesine işaret edilerek, şehzade doğumunun o dönem konjonktüründe büyük bir sevinç kaynağı olduğu belirtilmiştir. Şehzadelerin doğumları gibi sünnet törenlerinin de ülkede büyük ve şaşaalı kutlamalarla icra edildiği; aynı zamanda bu vesileyle, sultanın ve saltanatının azamet, kudret ve zenginliğini, gelen yerli-yabancı misafirlere göstermesi için bir fırsat telâkki ettiği de ortaya konulmuştur. Ayrıca bu törenlerin, davetlilerin şehzadeye olan saygınlık ve bağlılığını pekiştireceğinin de düşünülmüş olduğu, yazar tarafından belirtilmiştir.
İkinci bölümde değinilen diğer bir konu şehzadelerin eğitimidir. Buna göre şehzadeler küçük yaşlarından itibaren umumî bir eğitime tabi tutulmuşlardır ki burada da padişah adayının ileride devlet yönetiminde zafiyet yaşamaması amaçlanmış görülmektedir. Buna göre şehzadeler devrin önemli hocalarından, fiziksel ve yönetsel eğitimle birlikte, din, ahlâk, hukuk, müzik, sanat, edebiyat, tarih vb. ilimleri de alırlardı. Ayrıca Kur'ân öğrenen şehzadelerin, Arapça, Farsça gibi birkaç tane dil öğrendikleri de belirtilmiştir.
Bölümde incelenen diğer bir konu da şehzadelerin evlilikleridir ki sünnet törenleri gibi evlilik düğünleri de büyük kutlamalar ve gösterilere sahne olurdu. Nitekim çalışmada şehzade evliliklerinin arka plânında da politik sebeplerin olduğu, gerek Rumeli'nde gerekse Anadolu'da siyasal birliği sağlamak isteyen Osmanlı padişahlarının oğullarını çevre beylerin kızları ile evlendirdikleri örneklerle ortaya konulmuştur.
Aynı bölümde şehzadelerin unvan ve lâkapları da incelenmiştin. Buna göre klâsik dönem boyunca şehzadelerin pasa, emir, çelebi, sultan vb. gibi farklı lâkaplarla birlikte özellikle yazışmalarda birden fazla ve uzun lâkaplar kullandıkları belirtilmiştir. Lâkaplar ile şehzadelerin hanedan içindeki konumun belirlenmesi de başka bir ayrıntı olarak verilmiştir.
Bölümde incelenen konulardan biri de şehzadelerin ekonomik durumlarıdır. Yazar, konuyu özellikle arşiv belgeleri ile desteklemiştir. Buna göre şehzadelerin masrafları sancağa çıkmadan önce hazine tarafından karşılanırdı ki sancağa çıkartılma yönteminin arkasında hazinenin bu külfetten kurtarılma düşüncesinin yattığı ifade edilmiştir. Sancaklara gönderilen şehzadelere ise ayrıca idareleri altındaki bölgelerdeki haslar, sefer gelirlerinin beşte biri, sancağın gelirleri ve diğer sancaklardan gelen bazı gelirler tahsis edilmiştir. Ancak buna rağmen gelirlerin şehzadelere yetmediği ve merkezden ek gelirler talep ettikleri, hattâ borçlanma yoluna gittikleri belirtilmiştir. Şehzade masraflarının artmasındaki nedenler de ifade edilmiştir.
İkinci bölümün son konusu ise şehzadelerin cülusları yani tahta çıkışlarıdır. Kendisine haber gönderilen şehzadenin derhal başkente gelmesi ve hemen cülus töreninin icra edilmesi, ayrıca tören esnasındaki geleneksel uygulamalara yer verilmiştir.
Üçüncü bölümde (s. 102139), Osmanlı sancakları ve şehzadelerin sancaklara çıkarılma usulü incelenmiştir. Buna göre merkezî otoritenin çevrede de tesisi düşüncesi ışığında uygulanan bu sistem ile, devlet siyasî, idarî ve ekonomik işleyişin düzene sokulması ve şehzadelerin tahta çıkmadan önce gereken tecrübeyi kazanmalarının amaçlandığı ortaya konulmuştur.
Bununla birlikte şehzade sancaklarının belirlenmesindeki kriterler ve ön plân çıkan şehzade şehirleri belirtilmiş, bunlardan Amasya ile son dönemlerde ön plâna çıkan Manisa sancağının merkeze yakınlığı nedeniyle şehzadelerin denetim altında tutulması düşünceleri belirtilmiştir. Yazar bundan sonra sırasıyla ve ilk olarak hükümdar olmuş şehzadelerin sancaklara tayinlerini incelemiş, şehzadelerin mahiyetindekilerle birlikte sancağa uğurlanma törenleri ve bunun politik arka plânını ortaya koymuştur. Şehzadelerin sancaklarında kurdukları yönetsel organizasyon ve bunun merkez ile iletişimi de incelenen konular arasındadır.
Yazar dördüncü bölümde (s. 140191) sancaklara çıkan şehzadelerin görev ve yetkileri ile bunların sınırlarını incelemiştir. Ağırlıklı olarak arşiv belgelerinin kullanıldığı ve farklı görüşlerin irdelendiği bu bölümde, şehzadelerin resmen merkeze bağlı olmakla birlikte fiiliyatta buna mutlak riayet etmedikleri de ifade edilmiştir. Bu bakımdan özellikle I. Selim'den itibaren şehzadelerin merkezce sıkı bir denetim altına alındığı da belirtilmiştir.
Ayrıca kuruluştan klâsik dönemin sonuna kadar değişmekle birlikte şehzadelerin idarî, askerî, sosyal ve ekonomik faaliyetleri ortaya konulmuş ve burada da devletin politik yaklaşımının altı çizilmiştir. Buna göre şehzade, sorumluluğundaki sancağın merkeze bağlılığını, asayişini, imar ve iskânını düzenler ve mahiyetindeki birliklerle babasının komutasındaki ana orduya katılarak sağ ve sol kanatlardaki yerlerini alırlardı ki bu ordudaki askerlerin manevi olarak bağlılıklarını sağlayan önemli bir amildi.
Yazar son bölümde (s. 193217) kardes katli meselesini incelemiştir. Burada da Osmanlı devlet geleneğinde hükümranlık anlayışı ve bu yoldaki bazı girişimlerin meşruiyetini arama olgusu ortaya çıkmaktadır. Nitekim kardeş (oğul) katli meselesi de, padişahın mutlak otoritesini sağlamak ve bunu kamuoyuna kabul ettirmek düşüncesinin bir tezahürü olarak görülmektedir. Yazar bu konuda da çalışmanın başından itibaren uyguladığı yöntemle hareket etmiş ve kuruluştan III. Mehmet dönemine kadar sırasıyla, tahta çıkan padişahın, meşruiyetine halel getirecek tehlikeleri ortadan kaldırma girişimlerini ortaya koymuştur. Ayrıca şehzadelerin cenaze merasimleri anlatılmış ve bölüm sonunda konuya dair tablolara yer verilmiştir. Yazar sonuç olarak, eserin amacını ve mahiyetini tekrar ederek çalışmanın genel bir tahlilini yapmıştır.
Bu çalışma Osmanlı şehzadelerinin siyasî ve askerî faaliyetleri dışında yapılmış en kapsamlı çalışma kabul edilmelidir. Eroğlu, Osmanlı şehzadesini, kardeşleriyle veya babalarıyla giriştiği taht mücadeleleri çerçevesinden kurtararak bir devlet müessesesi temeline oturtmuş. Osmanlı devlet anlayışı ile hükümdar olmaya aday bir şehzadenin devlet hayatındaki konumu, görev ve sorumlulukları, sahip olması lâzım gelen liyakatler ve tahta geçme kriterleri kurumsal bir nitelik alarak ortaya konulmuş. Kitap başından sonuna kadar akıcı bir dille yazılmış, konu örneklerle ve tablolarla daha da anlaşılır kılınmış. Özellikle Osmanlı tarihleri (kronikleri) ile arşiv belgeleri gibi birinci elden kaynaklar çalışmanın önemini ortaya koyan başka bir özelliğidir.
*Gaziantep Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih ABD. (ismailhistorian@mynet.com)
1.Bu anlayışın Türklere Çinlilerden geçtiği yolundaki düşünceleri, İbrahim Kafesoğlu bir çalışmasında reddetmekte hatta tersine bu anlayışı Çinlilerin Türklerden aldıklarını ortaya koymaktadır. Bkz. Türk Milli Kültürü, Ötüken y., İst., 2003, s.250 vd.
2.Bu konuda geniş bilgi için yazarın şu çalışmasına bakılabilir. “Osmanlılarda İktidarın Değişim Süreci Ve Meşruiyet Sorunu”, Osmanlılar Yönetim Ve Strateji, Gökkubbe y., İstanbul, 2006, s.51-69
|