MUAMELE Kürsü Nizam Sayı:
49 - Temmuz / Eylül 2005
>(İman ve İslâm Atlası’ndan)
TİCARET
İslâm, topluluğu emreder ve ticaret, insan emeğinin mübadele (değiş – tokuş) işi olduğu için dince makbûldür. Aslında makbûl, kıl farkiyle menfûr...
Kâinatın Efendisi, Hicaz ve Suriye arası Hazret-i Hatice’nin mallarını kıymetlendirmek yolunda, ilk defa ticaretle meşgul oldular.
“Cesur tacir rızklandırılmıştır” hükmü O’nundur.
Doğru tacirin, âlimler ve mücahitler arasında yer alacağını O haber verdi.
Malını istif edip darlık çıkaran ve sonra ona göre değerlendirenin ismini ve halini O bildirdi: “Muhtekir mel’undur.”
Mübadele vasıtası paranın menfaat unsuru olarak ne tehlikeli bir nesne olduğunu ve topyekûn iman ve ihlâsın para muamelesinden tüttüğünü, her şey gibi yine O’ndan öğrendik: Kişinin namaz ve orucuna bakmayınız; dinarlar ve dirhemlerle muamelesine bakınız!
Para, pisliğini zekât çeşmesinde temizlerken, öbür yandan da üremeye, üretimi hızlandırmaya ve emeğini değerlendirmeye memurdur ve boyuna adalet mihveri etrafında devretmesi için en kuvvetli bir zâbıtaya muhtaçtır. Onu ticaret üretir ve ahlâk kayıt zapt altına alır.
Ziraat, sınaat, iktisadi nizam, şirket, vakıf, hibe, miras gibi, işlerini parayla tercüme eden faaliyetlerin hepsi emirler manzumesi içinde sınırlandırılmış, mânalandırılmış, şekillendirilmiş, kıymetlendirilmiştir.
Bunlardan ticaret hududu içinde muhakemesi mümkün ziraat ve sınaat, biri beslenmenin kay- nağı, öbürü maddeyi teshir etmenin kudret merke- zi olarak, Allah ve Resulünün övgüsüne mazhar… Allah diyor ki: “Ben kulumu, eşya ve hadiseleri zapt ve teshir etmesi için kendime halife ola- rak yarattım…” Ve yine Allah, İki ortağın bulun- duğu yerde üçüncüsünün kendisi olduğunu bildi- riyor.
İKTİSADÎ NİZAM
Neticede ortaya hem ferdi mülkiyete dayalı, hem de şeytan müdahalesine açık bırakılmış bu mülkiyet hakkının kötüye kullanılmasını engelleme tedbirine sahip bir sistem çıkıyor. Bu sistemde, ne ferdin hakkı cemiyete, ne de cemiyetin hakkı ferde kaptırılmış; çift ka- natlar halinde mutlu izdivaç meydana getirilmiş ve her görüşün “doğru” tarafındaki hakikat özü, “eğri” tarafındaki mâna tedbiriyle İslâm’ da toplanmıştır. Bunu ismi de ne kapitalizma, ne liberalizma, ne sosyalizma, ne ko- münizma… Sadece İslâm… Aradığı içtimaî ada- let cennetinin hayalinden öteye geçemeyenler, dâvalarının hakikatini İslâm'da bulsun; sö- mürücü, ezici ve kurutucu servet istibdadı al- tında ezilenler de şifalarına İslâmda ka- vuşsun… Eyvah, İslâm'ı bu mezheplerin b- irinden birine (römork-çekici kuvvete bağlı vasıta) diye takmak isteyenlere!.. İslâm, beşeri dünya görüşü sistemlerinin lokomotifine bağlı bir vagon değil, asıl onları peşine takıcı bir lokomotiftir.
MÜRŞİDİMDEN
“Kazanç dört yoldandır: Ziraat, ticaret, sanat, hizmet…
Maişet, yani geçim ise altı yoldan: Ziraat, ticaret, sanat, hizmet, miras ve hibe…
Kazanç, bu dört şekliyle müminler üzerine kifaye farzıdır. Fakat İslâm diyarında bu dört türlü iş şekli için yeteri kadar insan bulundurulmazsa, öbür Müslü- manlardan farz borcu düşmeyeceği için topluluğun günaha düşmesinden korkulur. Onun içindir ki, devlet reisinin böyle beldeler ahalisini, kifaye farzına davet ve ona mecbur etmesi lâzımdır. Ondan sonra da bütün bu iş mükellifiyetlerinin ibadet yerine geçmesi için şuur ve niyetin şart olduğu bilinecektir. İnsanlar, neyi ve ne için yaptıklarını ve bunların İslâmi emirler manzumesinden olduğunu şuurlaştıracak ve niyete bağlayacaklardır. Niyetsiz namaz olmadığı gibi, hiçbir ibadet şekli ve amel de düşünülemez”
VAKIF- HİBE MİRAS
Son zamanlarda “vakıf’’ tabiri, hiçbir kontrolü olmayan ticaret şekillerinin, menfaat karası üzerine püskürtülü beyaz hak pudrası… Vakıf, doğrudan doğruya İslâma bağlı ve tamamiyle (orijinal-asli) ve Batılıları hayran bırakmış bir müessise… Medine hurmalıklarının, geliri muhtaçlara dağıtılmak üzere bir idare eline teslim ve tefrikiyle başlar, büyür, serpilir genişler ve tarih boyunca, zengin ve hayır sever Müslümanların himmetiyle, vergi almak yerine vergi veren bir devlet çapında âbideleşir.
Vakıf, bir irad kaynağını dince makbul hayır işlerinden birine tahsis etme, bağışlama fiilidir; ve hem sahibine, hem de idarecilerine hiçbir ticaret ve menfaat kokusu kondurmaksızın, mülkiyetini işe ve gayeye devretme davranışı…
Ya bir gelir kaynağı olacak, yahut cami, mektep, kütüphane, hastane gibi, ister sadece binaları, ister masraflariyle birlikte Müslümanlık hizmetine bağlanacak… Bu mâna ve mahiyet harici vakıf olamaz, ve “Evkaf-ı İslâmiye’’ tabirinin tefrik hududu dışında kalır ve tâbir ulviyetini peçe diye kullanamaz.
Hele şundan bundan aidat, iane ve yardım toplayıp veya böyle bir yardıma müminleri cebredip vakıf kurmak diye bir şey düşünülemez.
İslâm ölçülerini telkin kuvvetlerinden faydalanıp isim ve kabuk tarafından kullanan ve sonra onlara apayrı, yahut büsbütün aykırı bir hedef gösterenlerin hali, jimnastikteki eğilme, doğrulma ve yere yatma hareketlerine namaz ismi vermekten daha acıklıdır. Bu kadar özenilen “vakıf” ismine gerçek ruh ve şekli verilmiyor da lügat mânası üzerinde sömürü tezgâhları kurmaya bakılıyor.
Vakfın millî korunma gayesiyle gelirini devlete tahsis edici şekli, canını vakfetmeye kadar makbul olsa da, ona “vakıf” ismi verilemez, kendinden geliri olmayan bir hibe “vakıf” mevzuuna sığdırılamaz ve maziden kalma gerçek vakıfların gayelerine aykırı yönlerde kullanılması istismar fiilinden başka bir şey ifade edemez. Sadece ismiyle yanlış, fakat fiiliyle tam yerinde bulduğumuz orduya yardım müessisesini istisna ederek kaydedelim ki, Diyanet vakfı, Müslümanları zimmî yerine koyucu bir iman vergisi mahiyetindedir. Vakıf meselesini çözümlerken “hibe”yi de ifade etmiş olduk. Hibe serbesttir. Dileyen dilediğine ne isterse hibe edebilir; ve hibe, İslâmın cömertlik şartından bir koku taşır, “ikram”a varır, şahsi sevgiye dayanır, fakat daima “vakıf ayrı, o ayrı” olmak mahiyetini muhafaza eder.
Miras, vasiyet de içinde olarak ferdin mülkiyet hakkına sahip çıkacaklara bu hakkın İslâmi esaslar gereğince tasarruf selâhiyetini de bağışlayan ve doğradığı dilimlerde mutlak adaleti yansıtıcı müessise…
Kötü evlâdı mirasından mahrum bırakmak, biri erkek, üçü kadın mirasçılar arasında 5 hurmayı erkeğe iki, kadınlara birer hurma ayırarak bölüştürmek,aile reisini emir suretiyle tanınmış bir hak… Başka hak sahibine cebirsiz helâl ettirmek yoluyla bir miras bölümü taksimi serbesttir. Fıkıh kitaplarını dolduran bu muamele bahsini sadece temel prensip halinde göstermekle yetiniyoruz. Miras bahsinde kıymet hükmü, erkeğe ait verimlendirme hakkının gözetilmiş olması ve herhangi bir ihtilaf zuhurunda helalleşme tedbirinin mahfuz tutulmuş bulunması… Allahın taksimine razı olmayanın hırsını hiçbir endaze doyuramaz.
|