ACI ZUL?M Ayşe Sena Ünsal Sayı:
64 - Nisan / Haziran 2009
Ağlamak istiyorum, doyasıya ağlamak... Yüreğimde kopan fırtınaları bir nebze olsun dindirebilmek için ağlamak... Kalbim ağrıyor, gözlerim yorgun, yüreğim huzursuz, kalemim tutuk...
Bir hayal var gözümde yıllar öncesine ait. Geçmişin izleri kolay silinmiyor, aksine bir bir aklıma geliyor. Unutmak ne mümkün yaşanmışları...
Yağmurun yağması gök gürültüsü ve fırtınayı nasıl durdurabiliyorsa; ağladığımda da sanki tüm acılar bitecek... Ama öyle bir düğüm var ki içimde çözülmesi imkânsız...
Yıllar önce eşimin vesilesiyle tanımıştım O'nu. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nu... Hattâ bir gezide hayran olmuştum. Ankara'dan gezmeye gelmişti ve bir şehit ailesini birlikte ziyaret etmiştik. O eşi ve bir grup arkadaşla birlikte. Kendi kendime kızmıştım o zamanlar. “Benim Bursa'da haberim yok, Oysa Ankara'dan gezmeye geldiğinde bile yaralara merhem oluyor,” demiştim.
Kara bir çarşamba günü; tüm Türkiye ile birlikte ağladık ve hâlâ ağlıyoruz. Bazen acı kaderine, bazen değerini yeterince bilememize ve bazen de bir daha onun gibisinin gelemeyeceğine...
Acı haberi aldığımızda; oğlum küçükken birlikte çekilmiş bir fotoğrafını alıp ağlayarak dualar etti günlerce. Rabbim onları kurtarsın diye. 5 yaşındaki kızımsa; “Anne gözümde ağlamak yaşı var ama sen üzülme diye ağlamıyorum” diyordu mahzun bakışlarıyla. Tüm Türkiye seferber oldu. Kimi gücü ve kuvvetiyle, kimi kalbi ve diliyle... Tüm dualar onlar için edildi. Saatler yıl gibi uzadı televizyon karşısında, elimizde telefon ile haber beklerken. Hep umuda doğruydu bakışlarımız, yorumlarımız. Gözlerimiz yaşlı, dilimiz dualı hep kurtuluş müjdesini bekledik. Ama nafileydi. Saatler saatleri kovaladı, yorumlar yorumları. Çile dolu bir geçmişi vardı. Biz hep o dağdan sağ salim ineceği ana kilitlendik. O değil miydi 7.5 yıl hapis yatan ve bunun 5.5 yılını 2.5 metrekarelik bir hücrede kalan, O değil miydi vücuduna buz gibi soğuk sular tutulan, elektrik verilen ve hattâ tırnakları sökülen... İşte bu gün çektiği çile dolu yıllar sonucunu gösterecekti ve Muhsin Başkan o karlarla kaplı dağdan sağ salim inecekti. Fakat umutlarımız sözlerden öteye gidemedi. İnanamasak da, inanmak istemesek de O'nun; “Ey sonsuzluğun sahibi sana ulaşmak istiyorum,” duası kabul edilmiş ve Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu. Kader yazılmıştı bir kere. Sayılı nefesler tükenmiş, vakit gelmişti. Su testisi suyolunda kırılır derler doğruymuş. Tarihiyle, gelenek ve kültürüyle iç içe bir Anadolu yiğidi milletinin iyiliği için başladığı ve sürdürdüğü yolculuğunu bir çarşamba günü yine milleti uğruna çırpınırken noktalamıştı. Bir politikacıdan çok dava adamıydı. Onun hayalleri hepimizin hayaliydi;
“Bir hayalim var... Bütün vatandaşlarımızın ay yıldızlı bayrağımın altında şerefle yaşadığı bir Türkiye hayal ediyorum...
Bir hayalim var... Başını örtenle açanın aynı üniversitede yasaksız kavgasız kardeşçe yaşadığı bir ülke hayal ediyorum...
Bir hayalim var... Kürt Türkmen, alevi Sünni ayrımı olmadan, zengin fakir, yoksul ayrıcalığı görülmeden imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir Türkiye istiyorum...
Kısacası Adriyatik'ten Çin seddine kadar kaynaşmış güçlü bir Türk Dünyası hayal ediyorum...”
Umarım Koca Reisin hayalleri bir gün gerçekleşir.
Her konuşmasında; “Ağaca yaslanma kurur, duvara yaslanma yıkılır, insana yaslanma ölür, yaslanacaksan Allah'a yaslan. Tek baki kalan O'dur” derdi. Çok önce başlamıştı bizi kaçınılmaz sona hazırlamaya ama yine de acı azalmıyor...
Kendisini millî ve manevî değerlerin korunmasına adayan, insan vatan ve ezan üçlüsünü birbirinden asla ayırmayan, idealleri uğruna yılmadan çalışan ve her düşüncesini açıkça dile getirebilen, fikirlerinin her zaman ardında durabilen, herkesin adam gibi adam dediği ender şahsiyetlerden biriydi.
25 yıl önce Mamak cezaevinde yazdığı “ÜŞÜYORUM” şiirinin sözleri dinledikçe yüreklerimizi yaktı. Öyle bir yangındı ki bu dünyadaki tüm karları getirseler söndürülemeyecek kadar korlu ve büyük.
“Siyaset bölücülük, ayrılık, kavga aracı değildir. Siyaset ülkeye hizmet etmek için bir vesiledir...” derdi her defasında. Ve her zaman yanında bir şehit yakını görmeniz mümkündü. En zorlu zamanlarda bile sözünü eğip bükmeden dürüstçe, delikanlıca söylemesiyle ve dim dik duruşuyla; siyasette dürüstlük olmaz diyenlere en büyük dersi vermişti her daim. “...Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah'ın izniyle hep böyle gittim,” derdi. Kritik dönemlerde, herkes susmayı tercih ederken O; “Millete karşı çevrilen namluya selâm duramam” dedi. Milleti de O'nu son yolculuğunda da olsa anladı ve yalnız bırakmadı. Necip Fazıl Kısakürek'in deyimiyle; her evin ölüsü olabilmiş kahramanlardan biriydi artık. Yüz binler yürüdü arkasından. Milyonlar dua etti. Allah sevdiği insanları kullarına sevdirirmiş derler. Bir politikacıya değil sanki can dostlarına veda etti insanlar. Halk dava adamıyla politikacı arasındaki farkı gördü. TBMM'nden ilk defa bir kişi tekbir getirilerek uğurlandı. Böyle bir durum ilk defa ona nasip oldu.
Türk İslâm Birliğini kurmak için Allah rızası uğruna çekilen bunca çile ve yaşanan bir ömür vardı. Kendi deyimiyle ilk defa ACI ZULÜM kiraladıkları bir helikopter kazasında kaybedilen bir yaşam öyküsü. Onca zaman geçmesine rağmen hâlâ mezarı ziyaretçilerle dolu ve hâlâ insanlar elleriyle yaptıkları ikramları mezarı başındaki ziyaretçilere dağıtıyorlar. Yüce Rabbim O'na ve arkadaşlarına rahmet etsin. Ailelerine ve arkadaşlarına sabır ve metanet versin inşallah. Necip Fazıl'ın dediği gibi;
“Ölüm güzel şeydir, perde ardından haber,
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü peygamber...”
Ölüm Onun için güzel, fakat bir de ayrılık olmasaydı. O Rabbinin rızasını kazanmak uğruna çektiği çilelerin, ızdırapların ve haksızlıklara her zaman sabretmenin karşılığını almaya gitti, yoldaşlarını ve sevenlerini yetim bıraktı. Sağcısı solcusu acıda birlik oldu. Belki geç de olsa değerini anladılar. Türkiye bir yiğidini kaybetti umarım diğer bütün yiğitlerini kaybetmeden değerini anlar ve bağrına basar.
|