Postmodern M?nafyklar Hasan Tülüceoğlu Sayı:
61 - Ekim / Aralık 2009
Mekke dönemi putperest sisteminde müşriklerin sistemlerine alternatif olarak algılayıp ısrarla reddederek karşı çıktıkları Peygamber Efendimiz'in peygamberlik davasında, O'na iman etmede bir menfaat yoktu. Aksine menfaatsizlik, tehlike hattâ acı ve ızdırap vardı. O'nun peygamberliğini kabul eden tüm dünyalık menfaatleri eliyle bir kenara itip kendini tam anlamıyla tehlikeye atmış demekti. Bunun içindir ki bu ilklerin Allah katında ayrı bir yerleri vardır.
Hicret gerçekleşip Peygamberimiz Medine'de yeni bir dinî topluluk oluşturduğunda Yahudiler dışında herkes O'nun peygamberliğini kabul etmişti. Daha sonra Peygamberimize bunlardan bazılarının gerçekte inanmayıp inanmış gibi gözüktükleri bildirilmiş ve bunlar "münafık" diye isimlendirilmişlerdi.
Medine'de işler Mekke'dekinin tersine dönmüştü. İnanmamak Medine'yi dolayısıyla dünyalık menfaati terk etmekti. Kurulu dünyalık menfaatlerini kaybetmemek, bu dinî topluluğun gelecekte elde edeceği nimetlerden faydalanmak gayesiyle bir grup Medine seçkini, Medine'yi terk etmek yerine inanmış görünmüşlerdi. İmanları menfaatleri adınaydı. Bir araya geldiklerinde kesinlikle inanmadıklarını vurguluyor ve Müslümanlar aleyhine bir menfaat grubu oluşturuyorlardı. Dahası ikili oynuyorlardı.
İnanmadıklarını açıklamak onların zanlarına göre Medine'yi dolayısıyla kurulu işlerini ve güçlerini, menfaat sistemlerini terk etmekti. Oysa Peygamber Efendimiz inanmasalar da onlara, mallarına ve menfaatlerine dokunmayacaktı. Dünyalık menfaat, çıkar ve endişeleri onları kalben inanmadıkları dine girdirmiş ve dinin emirleri gereği ibadet vesaire gibi birçok külfete katlandırmıştı. Beş vakit namaz kılıyor, oruç tutuyor ve Efendimizin çağrılarına uyup yerine getiriyorlardı. Bunları dünyalık menfaatleri ve gelecek hesapları adına yapıyorlardı. Yani münafıkların münafıklıkları dünyalık çıkarları adınaydı.
Bu bağlamda Münafıkun suresinde münafıkların özellikleri anlatılırken en sonda "Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi, Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir." (Münâfikûn Sûresi 9.ayet) ayetiyle münafıklık dünyalık menfaatleri gözetmekle eşdeğer tutuluyor.
Son dönem hariç dinî ve dinî değerleri önceliğinde tutan Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra batı kompleksi buhranıyla bu öncelikler kayboldu. Kırklı ellili yıllarda bu öncelikleri hatırlatmak amaçlı yeni oluşmaya başlayan cemaatler, bugün artık bir holding kuruluşu gibi faaliyet göstermekteler. Başlangıçtaki illegal ve marjinalliklerinin tersine cemaatler, toplumsal hattâ küresel dünyalık kazanç menfaat ve çıkarların yeri haline gelmişlerdir. Burada olayın bu yönüne azda olsa ışık tutan "takva" filmini eksikliğe rağmen takdir ediyorum.
Her doğruyu her yerde ve herkese söylemek doğru değildir ama zenginleşen müslüman topluluklarının içinde büyük çoğunlukta kendi isimlendirmemle "postmodern münâfıklar" olduğunu düşünüyorum. Cemaat oluşumunda prizmanın tabanından tepeye doğru gidildiğinde "postmodern münâfıkların" sayılarının hızla arttığını düşünüyorum. Peygamber Efendimiz yanındaki baş münâfık Abdullah İbnu Ubey ve ekibi de prizmanın tepesinde olan kişilerdi.
Münâfıkun suresinde yer alan ve münafıklıkla eş değer tutulan şu ifadeleri postmodern anlamda düşünelim:
"Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi, Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
Herhangi birinize ölüm gelip de, "Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.
Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır." (Münâfikûn Sûresi 9, 10, 11. ayetler)
|