Batılılaşmada mündemiç din karşıtlığı Hasan Tülüceoğlu Sayı:
88 - Nisan / Haziran 2016
Batı’nın kendi kabuğunu Rönesans ve Reform hareketleriyle başlatılan uzun bir süreçte kırıp sosyal kültürel ekonomik sanayi ve teknoloji olarak dünya hâkimiyetine ulaşması, bir açıdan skolastik anlayışla ortaçağa saplanmasına neden olan Hıristiyanlık dinine, özelliklede din adamlarına karşıtlık temeline dayanır. Aslında burada karşıtlık ifadesi de tam doğru değildir. Hıristiyanlık dinini temsilen kilise, kendi kontrol etki ve konumunu korumak adına yeni gelişmelere dinî temele dayalı olarak başlangıçta karşı çıkmıştır. Toplumda müthiş otoritesi bulunan kilisenin küçük karşıtlıklarına rağmen Rönesans Reform hareketleri, aydınlanma ve modernizme ulaşılmıştır. Elbet bu süreçte kilise dışlanıp toplum dinsizleşmemiştir. Toplumda din yine hâkim, kilise etki etkinlik ve menfaatine yine sahiptir.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız olayın bu boyutu bizim aydınlarımızda birazda Batı’nın asi ve günahkâr birkaç çocuğunun yönlendirmesiyle ‘din terakkimize mani olmuştur’ inancını doğurarak dini tamamen toplumdan uzaklaştırma ancak böylece maddî terakkiye yükselinebilineceği ideali ortaya çıkmıştır.
Jön Türklerle başlayan bu ideal son dönem Osmanlı toplumunda güçlü bir rüzgâr olarak esmeye başlar. Basın yayın kitaplar ve tiyatrolarla bu, topluma lanse edilmeye çalışılır. İkinci Abdülhamit’in Anadolu’ya yaydığı ‘batı tarzı eğitim veren okullar’ bu fikir sahiplerinin görüşlerini toplumun tabanına yaymalarında müthiş bir imkân sağlar. Abdülhamit’in iyi niyetine rağmen açtığı bu okullarda müthiş bir İslâm dini karşıtlığı ve hatta Abdülhamit düşmanlığı yapılır.
Bu okulların bu durumlarından dolayı ilk sosyologumuz Ziya Gökalp’ın babasının onun için ‘okursa dinsiz okumazsa da eşek olacak’ dediği söylenir. Endişe doğru çıkmıştır. Din karşıtlığının en büyük savunucusu Doktor Abdullah Cevdet intihar girişiminde bulunan öğrencisi Ziya Gökalp’ı tedavi etmiş ve kurşun izi olan alnına ‘haç işaretini’ andırır dikiş atmıştır. Elbet dinsiz olunmuyor, İslâm’a düşmanlık ve karşıtlık olarak devamında din ihtiyacı sonuçta Hıristiyanlığa sempatiyi doğuruyor.
Bu sempatiyi yine bu anlayışın güçlü isimlerinden Tevfik Fikret’te de görürüz. Şiirleri Hıristiyanlık sempatisi kokar. Bu yaklaşımla yetiştirdiği ‘oğul Halûk’ sonuçta Hıristiyanlık dinine girer. Hüseyin Rahmi mahalle ağzıyla yazdığı romanlarda inceden halkın dinî anlayış ve değerleriyle alay eder. Ahmet Mithat günümüzdeki araştırmacı gazeteci yaklaşımıyla toplum gerçeklerinden hareketle yeni bir toplumsal anlayış ortaya koymaya çalışır. Toplumu değiştirmede kitapların yetersiz olduğunu, o gün revaçta olan tiyatroların daha etkin olduğundan hareketle tiyatro oyunlarının yaygınlaşması gerektiğini söyler. Halid Ziya, Stendhal’a öykünürcesine yazdığı ‘Mai ve Siyah’ romanıyla anlatılarında dinin esamesinin bile okunmadığı bir toplum kurgulayarak toplumun ahlâkî değerlerini hümanist bir yaklaşımla âdetâ yok eder. Bu eser Osmanlı toplumunun taban değerlerini kaybederek değişiminde o kadar etkili olmuştur ki bu güçlü silâh günümüze de taşınarak en çok izlenen dizi olarak kullanılır. Demek ki toplumumuzda asil ve asıl bazı kökler hâlâ duruyor olmalı ki Halit Ziya’nın güçlü sosyolojik silâhı modernleştirilerek yeniden kullanılma ihtiyacı duyuldu.
Marks’ın ‘din afyondur’ sözü de bizim aydınlanmacılarımızca İslâm dinine uyarlanarak toplumu değiştirme adına iyi şekilde kullanılmıştır. Hıristiyanlık dini adına bazı açılardan bu söz makul olabilir ancak İslâm dini için afyon tabiri tamamen haksızlıktır.
Elbette ‘pozitivist yaklaşım’ da aydınlanmacılarımız tarafından din karşıtlıklarını bilimsel olarak kullanmalarında büyük fırsat sağlamıştır. O gün toplumda yaygın eksik ve hatalı skolastik düşünceye dayalı dinî anlatımları da çok iyi kullanarak bilimsellik adı altında etkili bir din karşıtlığı yapılmıştır. Pozitivizmde deneysel bilgiler, mantık ve akıl esastır. Dünyanın yuvarlaklığı, gök cisimlerinin konum ve hareketleri, yağmur ve rüzgâr olayları vb. üzerine geleneksel dinî öğretinin eksiklerini, hatalı anlatımlarını fırsat bilerek bunu İslâm dini karşıtlığı olarak hatta birazda ‘tiye alarak’ kullanmışlardır.
Burada, ‘Osmanlı son dönemi Batılılaşma hareketinde bütün aydın ve münevverlerimiz din karşıtlığı anlayışına mı sahipti?’ doğal sorusu doğal olarak sorulur ve buna cevabımız elbette ki hayırdır. O halde onlar nerdeydi de din devleti Osmanlıda devlet imkânlarıyla diğerleri din karşıtı bir nesil yetiştirdi?
Bu sorunun cevabı olan dindar aydın ve münevverlerimizi başka bir yazımda ele alacağım.
|