Babel'de doğuya bakış Hasan Tülüceoğlu Sayı:
87 - Ocak / Mart 2016
Sosyolog Nilüfer Göle, sosyal gerçeklikleri objektif sunuyor diye ‘Babel’ filmine dikkat çeker; derste öğrencilerine izletecek kadar da bu yaklaşıma önem verir. “Çok önemli bir film… Sözünü ettiğim transversaliteyi, yataylığı çok iyi yakalıyor. Ülkeler yok orda.. Tehlikeler var.” “…yatay ilişkiler, iç içe girişler. Tam uyuyor… iç içe giriş, şiddet getiriyor. Babel benim tezimin en güzel anlatımıdır…” (Mahremin Göçü, sayfa 167,168; hayykitap yayınları)
Filmin yönetmeni Meksikalı Alejandro González Iñárritu, filmin adını Tevrat’taki ‘tekvin’ bölümünde anlatılan babil kulesi efsanesinden esinlenerek verdiğini söyler. Yönetmen her ne kadar Meksika’da doğup büyüse de sonuçta Hollywood’a transfer olmuştur.
Tevrat’ta anlatılan ‘babil efsanesine’ göre başlangıçta bütün insanlar aynı dili konuşmakta dolayısıyla birbirleriyle iyi iletişim kurmakta, dertlerine hep birlikte çare bulmakta idiler. Büyük bir kule yaparak hep bir arada yaşama kararı verdiler. Böylece adlarını tüm âleme duyuracaklardı. Ancak Tanrı buna izin vermez; kızar ve onları bir anda farklı dil konuşan insanlar yapar. Böylece insanların en iyi projesi sona ermiş ve hep bir aradayken dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır.
Nitekim yönetmen’in filmle ilgili bir başka açıklaması şöyledir: “Babel'de, üçüncü dünya ülkelerinde farklı pozisyonlardaki dil engel ve sınırlarını aşarak iletişim kurmaya çalışan insanların çabası anlatılır. …Bu filmde iletişim kurmanın ne kadar zor olduğu; fikirler ve önyargıların bizleri ülke sınırlarından daha fazla ayırıp böldüğü anlatılır."( www.uludagsozluk.com/k/babel/)
Fas’ın çöl ortamında evlerin belli olmadığı bir köy görüntüsüyle başlayan filmin konusu, Amerikalı bir karı kocanın ters giden evliliklerinin yoluna girmesi düşüncesiyle Fas’a yaptıkları turistik gezide yaşadıkları enteresan olaylar ve bu olaylar örgüsünün dünyanın dört bir yanıyla kurulan bağlantısıdır.
ABD’li turistlerin öyküsü asıl ana kurgu olması dolayısıyla dört farklı olay örgüsünde merkez, dünyanın en gelişmiş ülkesi ABD’dir. ABD ve Avrupa, turistler görüntüsüyle bu ülkelerden başka hiçbir görüntü verilmeden anlatılır. Esasında Batılılara diğer konumdaki ülkelerin hali anlatılmaktadır; zira onlar için kendi görüntülerini vermenin bir anlamı yoktur. Bu açıdan filmin bakış açısı zaten başlangıçta ABD ve Avrupa dışındakileri ötekileştirmektedir.
En gelişmiş modern dünyanın insanları olarak (aslında efendileri vurgusu yapılır) turistlerin, en geri kalmış ülkelerden Fas’ın onlara göre hali pür melalleri olan geri kalmışlık görüntülerine, onları aşağılayıcı bakışları yansıtılır. Çölde otobüsle seyahat eden turistler, bir anlam veremedikleri çarşaflı kadınların toz duman içinde yaya olarak yürümelerini şaşkınlık ve küçümsemeyle izlerler.
Fas’lı iki çocuğun vurdumduymazlıkla babalarının keçileri çakallardan korumak için aldığı silâhla ettikleri ateşle kör kurşun misali kurşun otobüsteki ABD’li turist Richard’ın (Brad Pitt) eşi Susan’ı (Cate Blanchett) boynundan yaralar.
ABD’li turist, çölün ortasında vurulan eşine nasıl yardım çağıracağı bunalımına girer. Fas’lı yerli vatandaşın ifadesiyle tedavi merkezlerine oldukça uzaktırlar. En yakın yer bir buçuk saatlik sağlık merkezidir. ABD’li kahraman derhal konsolosluğa haber eder. ABD’li yöneticiler olayı ön yargıyla terör saldırısı olarak dünyaya duyururlar.
İç içe girmiş kırık dökük toprak evler, yollar toprak ve toz duman. Duvar diplerine çömelmiş Fas’ın perişan kılıklı geri kalmış insanları, meraktan üşüşen bakımsız çocuklar… Bunlar eşliğinde kapıdan kapıya geçerek ulaşılan karanlık bir oda ve burada onları bekleyen yerel kıyafetli yaşlı bir kadın. Bir süre sonra bisikletle gelen yöreye uygun kıyafetli doktor, aslı bir veterinerdir. İlkel şartlarda yaraya dikiş atar. ABD’li çaresiz kocanın tek umudu Fas hükümetinin göndereceği ambulanstır. ABD’li yaralı kadının şifa bulması için yaşlı kadın yerel ve geleneksel uygulama gereği bir çubuk yakıp kadına içirerek acısını dindirmek ister. Hemen sonrasında Fatiha suresini okuyup dua eder.
Diğer turistler tahammülsüzdür. Çaresiz koca Richard’ı, yaralı eşiyle çölün ortasında bırakıp giderler. Üstelik umutla beklediği ambulansın Fas’lı yerel yetkilinin bildirimiyle hemen gelemeyeceğini öğrendiğinde ABD’li koca sinir krizlerine girer.
Fas polisi yıkık dökük kendi ülke kasaba ve köylerine derhal lüks arabalarla ulaşıp olayı araştırır. Devlet, merkezde imkânlara sahipken ülkesini ve vatandaşını yoksulluk, yoksunluk içinde bırakmıştır. Ve Fas polisi çok sert ve acımasızdır. Kardeşlerden biri acımasız polis kurşunuyla ölür.
Olayın terör saldırısı olmadığı anlaşılması sonrası güçlü ABD, çölde çaresiz kalmış vatandaşını helikopterle aldırıp Fas’ta hastanede ameliyata aldırır. Üçüncü dünya ülkesi Fas’ta da olsa hastane artık Batı’dır. Koridorlar, kapılar, ameliyathane girişleri artık batılıdır. Fas’lı olmasına rağmen doktoru Batı insanından ayıramazsınız.
Filmde ana konu bu iken bağlantılarla Meksika’ya ve Japonya’ya geçişler yapılır. Meksika bağlantısı doğal ve gerçekçidir. Asya ya da Afrika ülkesi olmadığı halde Meksika’nın hali pür melali de pek iç açıcı değildir. Kendi yerellikleri ve dünyaya hâkim Batı kültürü iç içedir. Düğünde çocuklar gözüyle bu iyi yansıtılır. Danslar, kutlamalar, alkışlar, Batı kültürlü çocuklara uyar ve bunlara eşlik ederler. Farklı düğün geleneklerini ve uygulamalarını çocuklar yadırgayarak izlerler.
Çocukların bakıcısı Meksikalı Amelia, (Adriana Barraza) sert ve katı ABD polisinin tutumu karşısında ABD’li kahramanın Afrika çölünde çaresiz kaldığı gibi Meksika çöllerinde çaresiz kalır. ABD kendi vatandaşına sonuçta helikopter göndererek kurtarırken aynı ABD, Meksikalı kaçak çocuk bakıcısına tahammülsüz ve sert davranır. Polis, psikolojik ve maddî olarak zor durumda olan kadına yardımcı olmak yerine sınır dışı eder.
Çocukların (Ahmed (Said Tarchani) ve Yusuf (Ebubekir el Ceyd)) ateş ettikleri silâh Japonya’dan Fas’a safariye gelen zengin bir Japon’a aittir. Bu silâhı iyi anlaştığı ve çok yardımını gördüğü yerel rehberine hediye eder. Bu bağlantıyla Japonya’ya, bu Japon’un sağır ve dilsiz kızının yaşamına geçişler yapılır. Bu ilgi kuruşlar geçişler doğal ve gerçekçi değildir. Burada bariz şekilde sırıtır. Japonya’nın, Batı’da bulunmadığı ve farklı bir kültüre sahip olduğu halde Batı gibi gelişmişliğine vurgu yapılır. Rezidansın 31. katından Tokyo, New York kadar modern, canlı ve ışıltılı görünür. Japon insanının yaşadığı mekânlar Batı’dan farksızdır. Keza eğlence dünyası aynı şekilde. Diş doktoru ve polis şefinin sağır ve dilsiz kızın cinsel kışkırtılarına uymayıp doğru davranışta bulunmaları sosyal statü konumundaki Japonların ahlâk anlayışlarına işaret etmektedir.
Film, insanların birbirleriyle iletişimi ana temalı olduğu öne sürülse de Batı dünyasının kendinden ve kendi kültüründen olmayanlara bakışını gerçekçi sergilemekte. Meksika’nın kendine has kültürel yerellikle birlikte eksik gelişmişliği ile batılı görüntüsü, kendinden olmayan çok uzak doğudaki Japonya’nın harika modernizmine, kalkınmışlığına şaşkın bakış ve namaz kılarak ibadet eden böylece sırtına İslâm kültürü yapıştırılmış insanî değerlere sahip olmakla birlikte ilkel ve geri kalmış İslâm dünyasının yıkık dökük ülkeleri ve çaresiz ser sefil halleri doğal ve gerçek coğrafik görüntülerle verilmekte.
Faslı çocukların (Ahmed (Said Tarchani) ve Yusuf (Ebubekir el Ceyd)), Meksikalı bakıcı Amelia’nın(Adriana Barraza) ve sağır ve dilsiz Japon kız Chieko’nun (Rinko Kikuchi) oyunculukları gerçekten harika.
Japonya’ya zorlama geçişler olmakla birlikte kurgu ve görsel olarak güzel bir film Babel.
|