KARDELEN İLETİ YAZIYOR Fatma Pekşen Sayı:
63 - Ocak / Mart 2009
Kökünü beğenmeyen dal ve dalını benimsemeyen meyve, olmadan çürüyecektir.
(Necip Fazıl Kısakürek)
Oh be, ne iyi olmuştu annesinin cumartesi gezmeleri. İnşallah devamı da gelirdi.
Anne, samimi komşu Nigâr Teyzeyle alışveriş, çarşı-pazar işleri, gün toplantıları gibi gezmelerde bir araya gelmiyor muydu, kıyak oluyordu vallahi.
Matrak kadındı Nigâr Hanım. Hayatla dalga geçen, alınyazısına inanıp, tevekkül eden, hoşgörülü... En iyi tarafı da bu özelliğini etrafındakilere geçirebilme haliydi. Annesinin evde tek başına olduğu anlar ile Nigâr Hanımla olduğu anlardaki ruh durumu birbirinden oldukça farklıydı. Daha anlayışlı, daha hoşgörülü oluyordu.
İşte bugün de galerilerin birindeki tezhip-minyatür sergisinin açılışına gidecekler, oradan da Yetiştirme Yurdundaki aylık toplantılarına katılacaklar, akşam üstü rahatlamış bir halde geri döneceklerdi.
Anneyle birlikte çıkan Meftun da, emlâk bürosuna, babasının yanına gittiğine göre sorun yoktu. Kocaman bir günü vardı. Tek başına yaşayabileceği, iki saatini internette geçirebileceği kocaman bir öğleden sonrası vardı.
Oh olsundu işte. Meftun’u kafelere gönderip, kendisini eve hapseden aileye böyle yüklü fatura getirilirdi. Hem birçok arkadaşının bilgisayarı olup, internet bağlantıları mevcuttu. Ne zararı vardı ki? Bir kere babası, iki sene evvel bilgisayarı alırken, günde en fazla dört saat başında olmaları şartını koymuştu... Bu da iki saati Meftun, iki saati de Mefkûre demekti. Zor, soğuk adamdı babası. Daha anlayışlı olması gerekmez miydi?
Ama gene de onca yalvarmaları boşa gitmemiş, taze gelin gibi süslü, gıcır gıcır bir cihazı masanın başköşesine konmuştu sonuçta. Dilek’in bilgisayarından, okuldan zaten bir şeyler biliyordu. Çok fazla zorlanmamıştı kendininkine.
İyi ki alınmıştı şu alet. Yoksa İngilizce dersinden aldığı yıllık ödevi için hangi kaynağa başvuracaktı? Yok, kütüphanelere git, yok fısır fısır konuşarak kitap karıştırıp aradığın konuyu bul. O da bulunabilirse...
İlk sene sadece müzik, oyun ve film için izin alabilmişlerdi babasından. İkinci sene, yani Eylül başından beri yalvara yakara internet aboneliği iznini koparabilmişlerdi. Epey bir mücadelenin ardından, 900’lü hatların kesin iptali şartıyla abonelik sağlanmıştı. Ama faturalar normal ölçülerde olacaktı. Yoksa külâhları değişeceği ihtarında bulunmuştu babası. Önceleri merak ettiği birkaç siteye, folklor dergisine girip, ev dekorasyonu dergisine göz atmış, derken birkaç internet arkadaşı edinmişti sonunda.
Fena da olmuyordu yani.
Daisy ayrı, Karamurat ayrı, Krizantem ayrı güzellikte, ayrı karakterde arkadaştı ama içlerinden birisi vardı ki onun yeri bambaşkaydı: Kardelen! Sanki yıllardır birbirlerini tanıyormuş gibilerdi. Birbirlerine çalaklavye attıkları mesajlardan büyük lezzet alıyorlardı her ikisi de. Bayram baklavası gibi, kandil simidi gibi, Emirgân yoğurdu gibi.
Önce güzelce saçlarını taramalı, bir güzel giyinmeliydi. Sonra da Kardelen’le konuşmayı, daha doğrusu yazışmayı denemeliydi bugün de. Görünmüyor olsalar bile, karşısındakine saygı için düzenli olmak zorundaydı. Odasını gözden geçirdi, kılık kıyafetini son bir kez kontrol etti; müzik setinden romantik bir parça ayarlayıp bilgisayarın düğmesine besmeleyle dokunarak sandalyesine oturdu.
–Windows, simgeler, internet explorer, bağlan, messenger ve Kardelen.
Harika bir şeydi bu. Çevirim içiymiş cadı.
Cadı mı?
Ama hiç konuşmadılar ki cinsiyetlerini, hatta yaşlarını... Sadece aynı şeyleri düşünen iki dost oldular bugüne kadar. Seslerini filân da duymadılar. Ne hangi şehirde olduklarını bileceklerdi, ne de diğer bilgileri. Sadece hangi kitapları okuduklarını, varsa alınan dersi paylaşacaklardı. Böylece dostlukları başlamış oldu. Savaşa, beraberce "hayır" dediler, bayramda, kandilde birbirlerinin ve tüm dünyanın bu kutlu gününü tebrik ettiler.
Erkek olabilir miydi? Yok canım, hangi erkek böyle duygulu düşünebilirdi ki? Bu muhakkak bir bayandır. Hattâ kendi yaşlarında, bir lise öğrencisidir. Şöyle alımlı çalımlı, sınıfın, hayır hayır okulun dahisi, fettan mı fettan bir kız. Oldukça da güzeldir.
İçi kıskançlıkla dolar gibi oldu. Bir araya geldiklerinde kendi güzelliği arka plânda kalabilirdi. Yahut da manken gibi bir vücuda sahiptir de, şu kapris yaptığı boyuyla kendisini bir güzel sollar...
Ama bir araya gelebilecekler miydi ki?
Ay, az daha kaçırıyordu. İşte yazmaya başlamıştı.
Kardelen:
–Selâm dost.
Dost:
–Sana da selâm.
Kardelen:
–Nasılsın görüşmeyeli?
Dost:
–Bildiğin gibi işte.
Kardelen:
–Bende de bildiğin gibi.
Dost, yani Mefkûre, içinden, "neyi bildiğim gibi" diye düşündü. O kadar yazıştıkları halde içyüzünden habersizdi, gerçek kimliği hakkında bilgisi yoktu. Bugün denese miydi?
Dost:
–Seni tanımak istiyorum. Hangi şehirdesin?
Kardelen:
–Sır.
Dost:
–Nasıl yani?
Kardelen:
–Şehrimi söyleyemem.
Gıcık şey. Kaprisin bu kadarı da fazlaydı yani. Söylesen n’olurdu ki sanki? Ben de söylemem olur biter.
Dost:
–Neden?
Kardelen:
–Daha maceralı oluyor. Birbirimizi hayâllemek daha eğlenceli.
Eh haklı sayılırdı bu konuda. Yaşını öğrenebilir mi acaba? Bir hamle yapsa mıydı? Ay yeni bir ileti yazıyordu karşıdaki.
Kardelen:
–Hem, ailevi durumlarım var. Uygun değilim.
Senin de Meftun gibi başbelâsı bir kardeşin mi var Kardelen Hanım. Ya da duygularını gizleyen, soğuk tavırlı bir baban. Yahut da komşu kadın sayesinde kimliğine kavuşan bir annen... Hı? Ya da kıskanç bir kocan...
Ama bayan olduğu ne malûmdu?
Dost:
–Evli misin? Kocan var mı?
Kardelen:
O soruya cevap veremem. Ama kocam yok...
Oh be. Demek ki kıskanç koca sendromu yaşamıyordu en azından. Başka durumlar olabilirdi. Kardeş kavgaları, sürüyle yasak, kurallar, kurallar, kurallar...
Şöyle bir yoklasa mıydı?
Dost:
–Ne zamandır bilgisayarın var?
Kardelen:
–İki yıldır.
Dost:
–Benim de iki yıldır var. Güç belâ aldırdım.
Eyvah, hani ateşe ateşle karşılık verip, ailesiyle ilgili ipucu vermeyecekti.
Kardelen:
–Kim aldı?
Dost:
–Babam.
Kardelen:
–Baban zor insan mıdır? Katı, tutucu.
Dost:
–Bazen.
Kardelen:
–Nasıl bir baba olmasını isterdin?
Sana ne be! Nasıl bir babam olursa olsun. Seni ne ilgilendirirdi ki bu? Ama bir kere boş bulunup kaçırmıştı işte.
Dost:
–Daha sevecen, arkadaş gibi.
Kardelen:
–Çok mu sert davranıyor sana? İstediğin şeyleri almanda problem mi çıkarıyor?
Öfff, iyice sıkıcı olmaya başlamıştı bu en yakın bulduğu internet arkadaşı da. Belki de benzeri problemleri kendisi yaşıyor, yandaş arıyordu yalnız olmamak için. Yoksa yalnız olmadığını sanmaması için katı kurallardan, şiddetten, bunaldığından filân mı söz etseydi?
Ama bu düpedüz hıyanet sayılırdı. Belki arada kırılmayan buzlar, samimi olamama durumları varsa da, kahrı çekilemeyecek gibi birisi de değildi babası. Diğerleri de... Ailesini özler gibi oldu. Daha birkaç saat önce oturdukları kahvaltı sofrasını, çok yıllar öncesinin tatlı hatıraları arasında kalmış gibi ağzı sulanarak hatırladı.
Dost:
–Hayır sert değil. İstediğim şeyleri de annemle alırız.
Hay Allah, dilim kopsaydı da söylemeseydim. Şimdi de ağzımdan annem kaçtı. Hani macera istiyorduk?
Kardelen:
–O halde niye beğenmiyorsun babanı?
Sana ne be! Sana ne! Hem öyle mi demek istedim ben?
Dost:
–Beğenmiyor değilim. Sadece daha arkadaş gibi olmayı isterdim. Her sıkıntımı paylaşmayı, her sırrımı açabilmeyi...
Kardelen:
–Yani birbirinizden kopuk musunuz?
Dost:
–Çoğu zaman.
Kardelen:
–Aynı çatı altında olduğu halde?
Ay iyice bayılttı bu. Sana ne be anam.
Acaba, anne-babası ayrı mı sanmıştı? Belki de kendi anne-babası ayrı yaşıyordur.
Dost:
–Evet, aynı çatı altındayız.
Kardelen:
–O halde ne istiyorsun babandan? Biraz daha sabırlı anlayışlı olamaz mısın? Belki iş sıkıntıları vardır. Belki o senden ilgi bekliyor, "canım babacığım, seninle gurur duyuyorum. Şimdiye kadar yaptıkların için çok sağol" demeni istiyordur.
Evet evet, muhakkak bu Kardelen kızın -veya oğlanın- anne-babası ayrı yaşıyordur. Yoksa böyle duyarak yazamazdı. Belki de haklıydı bu konuda. Ne zamandır ona, babasına sımsıcak sarılmamıştı. Hattâ annesine, Meftun’a da. Hep bu burnu havada pozlarla dolanıyordu evde. Küçük dağları Mefkûre yarattı havalarında.
Dost, "senin babanla aran nasıl?" diye yazacaktı, vazgeçti. Ayrı yaşıyorlarsa üzülebilirdi. Ya da küçükken kaybetmiş olabilirdi. En iyisi konuyu değiştirmekti.
Dost:
–İnsanlara teşekkür etmeyi sever misin?
Kardelen:
–Hem de çok. En fazla da baba konumunda olanlara...
Hoppala. Konuyu değiştirdiği halde geri dönüyordu bu. Hani ailevi yazışmayacaklardı?
Dost:
–Beni sevdiğini söyleyenlere ben de teşekkür ederim.
Kardelen:
–Sadece bu konuda mı teşekkür edersin?
Üff, ne yazsaydı ki şimdi?
Dost:
–Hayır, güzel bir hediye alana da teşekkür ederim.
Kardelen:
–Sık sık hediye getirir mi baban?
Niye annen değil de baban diyor bu çatlak be!
Dost:
–Getirmez. Yaşgünümü bile hatırlamaz o.
Kardelen:
–İlginç bir durum... Başka neleri hatırlamaz meselâ?
Elinin körünü. "Zil çalıyor" deyip kapatsa mıydı yoksa? Ama bazı şeyleri paylaşmak da güzel oluyordu. Evlilik yıldönümlerini, yaşgünlerini hatırlamadığını, hastalık durumunda bile gereken ilgiyi göstermediğini anlatsa, bir parça içindeki fırtınayı dindirebilir miydi? Ama lüzumsuz bir davranış olurdu.
Dost:
Güzel bir karne getirdiğimde, tebrik beklediğimi unutur. Yaz aylarında gittiğim kursların çoğunda birinciliğim oldu. Bunu söylediğim zaman beni kucaklamasını, sevinmesini bekliyorum."Ya öyle mi?" deyip geçiştiriyor. Dolayısıyla da ben sinirli oluyorum. Sevilmediğim hissine kapılıp, evdeki hiç kimseyle yeterince muhabbetli olamıyorum
Kardelen:
Aranızı nasıl sıcak tutmayı düşünüyorsun peki?
Evet evet, mutlaka bu Kardelen’in de benzeri sorunları vardı. Paylaşacak, akıl danışacak birilerine ihtiyacı bulunuyordu.
Dost:
Bilemiyorum.
Kardelen:
Baban bu akşam eve gelirken, sevdiğiniz bir hediyeyle sürpriz yapsa, "benim evimden rahatı yok. Hepinizi çok seviyorum" dese ve size sarılsa ne yaparsın?
Dost:
Ne yapmam ki? Boynuna atılır, bu sihirli anların bitmemesi için dua ederim. "Ben de seni çok seviyor ve gurur duyuyorum canım babacığım" diye bağırırım.
Kardelen:
O zaman çevrene, yani anne-babana, erkek kardeşine karşı daha mı iyimser olur, o burnu havada pozlarını terk mi edersin?
"Evet, ederim" diye söylendi Mefkûre.
İyi de burnu havada olduğunu nerden biliyordu? Hani ilk baştan yaptıkları anlaşmaya göre aileleri hakkında konuşmayacaklardı. Yaşını ve erkek kardeşi olduğunu söylediğini hatırlamıyordu. Bu nasıl işti ki? Acaba bu Kardelen tanıdık birisi miydi? Okuldan, zaman zaman evden sinirli gittiği günlerde dert yandığı arkadaşlarından birisi... Olabilir miydi?
Dost:
Daha mutlu ve güvenli hissederim kendimi. Okul başarım da yüzde yüz artar.
Kardelen:
İlk adımı sen atmaya ne dersin?
Dost:
Nasıl yani?
Kardelen:
Belki babana yapacağın sıcak bir kahve, içten bir "hoş geldin canım babacığım" deyiş bir şeyleri körükler.
Acaba, aileyi yakından tanıyan, evde hiçbir iş yapmadığını, kimi günler, "beni dünyaya getirdiniz bakmaya mecbursunuz. Biz istemedik dünyaya gelmeyi" diye çıkışlar yaptığını bilen birisi miydi bu satırları yazan?
Eğer öyleyse, adımlarını daha dikkatli atmalı, çevresine ve özellikle ailesine karşı daha hoşgörülü yaklaşmalıydı. Kardelen’in dediği gibi bugün bir ilke imza atsa ne olurdu ki sanki? Sıcak bir kahveyle babasına, üzümlü, kakaolu bir kekle annesine, kocaman bir kartona yazdığı, "Meftun Seni Seviyorum" diye kardeşine sürpriz yapsa neyi eksilirdi ki? Aile dışındaki herkese gösterdiği nezaketi, bir de aile içine gösterseydi? Bazı şeyler eksilir miydi, artar mıydı?
İçindeki ses, ikinci şıkkın doğru olduğunu söylüyordu.
Ay, Kardelen cevap bekliyordu. Nasıl da unutmuştu bunu...
Dost:
Bugün her ikimiz de ailemiz için iyi birer gelişmede bulunsak nasıl olur? Öbür yazışmamız da sonuçları anlatırız birbirimize.
Kardelen:
Harika olur derim.
Dost:
Bugünlük yeter. Hadi hoşça kal. Annem gelmek üzeredir.
Kardelen:
Sana da hoşça kal. İlk adımı sen atmayı unutma.
–Eveet Kardelen Hanıım, bugünlük arkadaşlığımız burada bitti. Nedense sana Hanım demek geliyor içimden. Ama yaptığın tavsiyeleri de gözardı etmeyeceğim. Şimdiden başlamak üzere burnu havada pozlarımı yumuşatmaya, aradaki bir takım buzları eritmeye gayret edeceğim.
Mefkûre, oturduğu sandalyede gerindi, ayağa kalkmadan dışarıyı izledi bir müddet. Son cemre de birkaç gün önce düşmüştü. Tabiat canlanmaya, ısınmaya, kenarda kalmış kar birikintilerini eritmeye başlamıştı, "ol" diyenin emriyle. Kendi yüreklerine de niye bugün cemre düşmesindi ki?
*
O gün, babası daha bir sıcak girdi eve. Kızı da daha bir candan davrandı ona. Kızın, Kardelen’e verdiği sözü tutup, yaptığı sürprizler meyvesini vermeye başlamıştı işte.
Güle şakalaşa yenen yemekler, içilen çaylar, yapılan sohbetler şeker tadındaydı... Televizyonun düğmesine bile dokunmamışlardı hayret. Saatlerin nasıl bir hızla geçtiğini farketmemişlerdi bile.
İyi de babasının, bayramda, o çok isteyip de alamadığı mavi kazağı hediye getirmesini nasıl bir tesadüfe bağlayacaktı? Yoksa onunda mı yüreğine cemre düşmüştü?
Acaba, Kardelen durumu öğrenip, babasını mı haberdar ediyordu?
Yok canım. O kadar da değil. Tamamen bir tesadüften ibarettir.
Ama ne olursa olsun, güzel bir tesadüftü bu. İşe yaramıştı. Bir adım, diğer bir adımı getirmişti. Adımları çoğaltmalıydı bundan sonra.
Gece yatağına yattığında, Kardelen’e nasıl mutlu olduğunu, hangi duygular içinde olduğunu yazacağını düşünüyor, seviniyordu. İnşallah onun tarafından da mutlu haberler gelirdi. Belki kendi kimliğini açıklar, ailesi hakkında ipucu verirdi
Yastığına gömülen başı yıldızlar gibi ışıltılı hayaller kurarken, yazıştığı kişinin, emlak bürosu bilgisayarından, babası olduğunu asla öğrenemeyecekti.
|