EYLEMİN HALLEDEMEDİĞİ Hasan Tülüceoğlu Sayı:
64 - Nisan / Haziran 2010
Amerikalı meşhur klâsik hikâye yazarı O Henry, bir hikâyesinde paranın halledemeyeceği hiçbir şey olmadığı iddiasını işler. Parayla her şeyin çözüme ulaşacağı inancındaki zengin işadamının karşısında genç oğlu vardır. Aşk ve sevgi parayla halledilmez diye babasının karşısına durur. Bu ara delikanlının sevdiği genç kız vardır. Zaman bulup ta ona bir türlü evlenme teklifi yapamamaktadır. Bunu bilen baba delikanlıya sevgilisi kızla bir saat bir arada kalacak zamanı parayla tuttuğu eylemcilerin eylemiyle sağlar. Delikanlı da bu zamanı değerlendirerek evlenme teklifini yapar. Sonuçta teklifi kabul eden kızla evlenir. Hikâye işadamı babanın “paranın halledemeyeceği hiçbir şey yoktur” ifadesiyle biter.
Bunu son günlerde ülke olarak yaşadığımız olaylar üzerine bir benzetme olarak dile getiriyorum.
Bu ülke Tanzimat'tan bu yana önceden plânlanan provakatif eylemler bahane edilerek bir yerlere sürüklenmiştir. Birilerinin menfaati her zaman ülke menfaatinden önde gelmiş ve bu plânlı eylemlerle menfaatlerini korumayı sağlamışlardır.
Demokratik açılım bu ülkenin önünün açılması ve geleceğinin büyüyerek şekillenmesi açısından gerekli olan bir uygulamadır. Bunun salt Kürt açılımına indirgenmesi ve mevcut siyasal ve toplumsal yapımız açısından zamanlamasının yanlışlığını ilgili bir kaç yazımda dile getirdim. Açılım uzun zaman gerektiren bir projedir. Ve sadece ülke sınırlarını değil bölge coğrafyasını da içine almaktadır. Yani bölgesel hattâ ülkeler arası boyutludur.
Demokratik açılım başarıldığında kişi, grup ve zümreler değil, bu ülke kazanacaktır. Milletin kazanması ise diğerlerinin kaybetmesi demektir.
Yapılan tüm gösteri ile tahrik ve tahrip edici eylemleri halledici eylem olarak görüyor ve değerlendiriyorum.
Anayasa Mahkemesi’nin DTP'yi kapatma kararı vermesinde bu eylemlerin tartışılmayacak etkisi vardır.
Hikâyede sonuca ulaşmak için eylemleri plânlayıp yaptıran zengin işadamıydı.
Eylemleri yapanlar belli. Öyleyse gerideki plânlayıcılar kim ya da kimler?
Bunun cevabını Tanzimat'tan bu yana siyasî tarihimizde aramak gerekir diye düşünüyorum.
|