TÜRKİYE, ERGENLİK ÇAĞINI MI YAŞIYOR? Mustafa Büyükgüner Sayı:
65 - Temmuz / Eylül 2010
İnsanlar doğar, ergenlik çağından geçerek büyür, olgunluk dönemini geçirirler. Sadece insanlar mı, yeryüzündeki bütün canlılar bu evrelerden geçiyorlar. Ama insanınki farklı... İnsana verilen irade ile iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt etme yeteneğine sahip olması, hayatının belli basamaklarını teşkil eden bu dönemlerde karakterinin gelişimini de etkilemekte... İradeye sahip olmanın elbet böyle küçük külfetleri de olacak.
İnsan karakterinin daha anne karnındayken oluşmaya başladığını ve bebeğin yaşını tamamladığında neredeyse karakterinin tamamının oluştuğunu bilim adamları söylemekte. Bir yaşında oluşan bu karakter, işlenmemiş bir cevher; ham... Bu ham cevheri alıp, onu işleyerek âdeta 24 ayar altın haline getiren en önemli etken ergenlik çağı değil midir?.. Çekilen çileler, yaşanan metafizik buhranlar bu karaktere şekil veriyor asıl.
Hepimiz kendimizden, kardeşimizden, arkadaşlarımızdan veya çocuklarımızdan biliriz. Ergenlik çağına giren bir genci idare etmek, onu kazasız belâsız yönetmek, sakin bir limana sürmek çok zordur. Anne baba ile çocuk arasında yaşanan en büyük kavgalar bu dönemde başlar ve bu dönemdeki yanlış iletişimin etkisi görülür. Aynı zamanda bir insanın ileriki yaşlarında aldığı veya alamadığı kararlarda, yaptıkları veya yapamadıklarında hep bu ergenlik çağının olumlu ve olumsuz yansımaları görülür. Parlak bir çocukluk geçiren pek çok arkadaşının ergenlik dönemindeki sorunları sebebiyle geleceklerini kararttıklarını herkes çevresinden görmüştür. Çünkü ergenlik çağında insan, isyankâr, çevresinde olup bitenlerden kopuk, kendi içine kapalı, etrafıyla sürekli didişen ve günü gününü tutmayan; bu gün söylediği ve yaptıklarının tam aksini ertesi gün söyleyen ve yapan bir karaktere bürünüyor. Yaşanılan sıkıntılar, çekilen çileler, en çok ergenlik döneminde etkisini gösteriyor.
Tıpkı insanlar gibi devletlerin de çeşitli evrelerden geçtiklerini, doğup, ergenliğe erişip, olgunlaşıp, ihtiyarlayıp sonra da tarih sahnesinden silindiklerini söyleyebiliriz. Kimi devletler bu evreleri bir insan ömrü kadar zamanda yaşarken, kimi devletler için ise yüzyıllarca süren uzun ömürler oluşabiliyor. Meselâ Osmanlı İmparatorluğu... 600 yılı aşkın bir süre içerisinde doğup büyüyen, gelişen, olgunlaşan ardından ihtiyarlayıp çöküşe geçen bir kader yaşadığını, şimdi biz dışarıdan baktığımızda görebiliyoruz. İnsanda olur da, temel unsuru insan olan devletlerde ergenlik dönemi olmaz mı?.. Devletler de ergenlik dönemlerini çeşitli buhranlar ve bunalımlar ile geçiriyorlar. Bu gözle baktığımızda fetret devrinde yaşananların da Osmanlı İmparatorluğu'nun ergenlik dönemidir diyebiliriz meselâ..
Aynı gözle bu günlerde ülkemizde yaşanan gelişmelere baktığımızda, devletimizin de sanki bir ergenlik döneminden geçtiğini söyleyebiliriz. Son 510 yılda yaşananlar, öncelikle iç siyasetteki çalkalanmalar, başta Susurluk ve Ergenekon davaları olmak üzere bir tarafın diğer taraf üzerinde vesayet ve baskı kurmaya çalışması ve tasfiye tartışmaları, yaşanan ekonomik krizler, devleti yöneten kurumlar arası kavgalar, hukukun kirlenmesi, etnik sorunlar, alt kimlik üst kimlik kavgaları, sürekli anayasanın değiştirilme çabası... Sonra dış politikada yaşananlar, Avrupa Birliği'ne girmek için bir ileri bir geri adım atmalar, komşularla kavgalı ilişkiler, Kıbrıs ve Ermeni meseleleri, Amerika'nın Irak'ı işgalinde bir türlü safını belli edememe ve en son İsrail ile yaşanan sorunlar... Türk devleti, hem yerel hem de uluslararası politikalarında bir yere varmak, bir şeyler yapmak isterken; hep kendisine çelme atıyor, kendi bindiği dalı kesiyor, kendi kaynaklarına sırtını çeviriyor ve kör topal yoluna devam ediyor. Tıpkı çocukluk çağından ergenliğe ulaşan bir insan gibi... Ülke olarak bir ergenlik döneminden geçtiğimiz söylenebilir. Hem iç politikada hem dış politikada zaman zaman birbiriyle çelişen politikalar ancak bu ergenlik dönemi sanrıları ile anlatılabilir.
Ergenlik dönemi aslında insanlar için bir yol ayrımı... Kimileri bu dönemde pişerek sağlam bir karakterle hayatına devam ederken kimileri ise, bu dönemi atlatamadıkları için olgunluk dönemleri başarısızlıklarla dolu oluyor. Yanlış kararlar, tercihler hep bu dönemin ürünü. İnsan en fazla ergenlik döneminde dış etkenlere açık oluyor. Hayatının yol ayrımında yaşayan bir insan için bu dönem, aile bireyleri, arkadaş çevresi, hocaları rol model olarak karşısına çıkıyor. Rol model olarak kabul edilen bu insanların yönlendirmeleri, yaşadığı sorunlara buldukları çareler ileriki dönem karakterinin oluşmasını da etkiliyor. Bu dönem kurulan ilişkiler, tanışılan arkadaşlar ömür boyu unutulmuyor, çünkü insan en çok bu dönem bir "Yol gösterici"ye ihtiyaç duyuyor. İnsanlar gibi, devletler de böyle bir "Yol gösterici"ye ihtiyaç duymakta...
Her devletin, tarih sahnesine çıktıktan sonraki bu ilk yalpalanmalarında, devleti çekip çeviren, politika üreten fikir adamları, evliyalar, bürokratlar ve generalleri yani kısaca "Yol gösterici"leri bulunur. Hem batıda, hem doğuda... Hem müspet, hem menfi... Bu yol göstericilerin karakteri devletin karakterini de etkiliyor.
Şimdi şu tespitlere dikkat etmenin zamanı:
"Batılı olmanın ilk şartı, Batı'yı, işte, frak gömleği altında kanser yarası gizleyen bu iç haliyle görebilmektir ve onu böyle görebilen gerici Doğulu, ona maymunca hayran, ilerici Doğula'dan daha Batılıdır. Feda ettiği ruh ve şahsiyetin sembolü halinde millî şeref çelengini Batılı'nın boynuna lâyık gören Doğuyu, başta mutlak kurtuluş yolu İslâm ve etrafında bin bir bâtıl din, topyekûn kurtarmak için, (Gandi)vari (pasif) mukavemet örneklerine değil, iç ve dış dünyalarını anlamış; ve sahte oluşlarla sahte oldurucuları tanımış büyük aksiyon kahramanlarına ihtiyaç vardır ve Büyük Doğu işte bu kahramanları yetiştirmeye mahsus tezgâhın ismidir." (BATININ İKİ YÜZÜ)
"Bizde bugüne kadar gelen hiçbir kadrolaşma hareketi yoktur ki, haysiyetli bir ideolocya örgüsü dokuyabilmiş ve bu bakımdan kendisini millete sindirmiş ve benimsetmiş olsun..." (PARTİ)
"Böyle bir dünyanın doğmak üzere olduğunu; ve bütün medeniyet dünyası bütün dâva ve aks-i dâvaları içinde son tekevvün buhranlarını çekerken, bizim biricik kurtarıcı sistemi kendi öz cebimizde kaybettiğimizi bilelim; ve Garp döne dolaşa, bizim kaybettiklerimize gelmeden, biz, dönüp dolaşmaksızın onu kendimizde arayalım." (DOĞAN DÜNYA VE BİZ)
"Anadolu'nun yine 68 yıldır beklediği, böyle bir Anadolu görüşü ve en üstün milliyetçilik halindeki böyle bir Anadoluculukla, ona, kendi kendisini, kendi ukdesini, kendi kökünü gösterecek, kendi özünü ve sırlarını çözmeye ve dostlarıyle düşmanlarını tanıtmaya memur, büyük fikir hamlesidir. (...) "Olmak mı, olmamak mı; işte bütün mesele!.." (ANADOLU)
"Vazifemiz, seni mân â dolandırıcılarının derhal gözlerini çıkaracak kadar keskin bir noktaya dikmek, ön plâna çıkarmak; ve "Efendimiz sensin!" diye sana 27 yıl söylenen yalanı gerçekleştirmektir!" (ANADOLU GENÇLİĞİNE)
"Her şey gibi tarih ölçümüz de gösteriyor ki, bir tarihin bittiği ve bir başkasının başlamak üzere bulunduğu fasledici çizgi üzerindeyiz. Yalnız bu çizgiyi görmek, tedbirlerini de bulmaktır. Bu çizgi üzerinde 'icra-yı hükümet' ya hep, ya hiçe varır. Hep için duadayız." (FASLEDİCİ TARİH ÇİZGİSİ)
"Şahsiyet köküne bağlı büyük politikası olmayan milletlerin bayrağını, müttefiki de olsa Batı insanları her vesileyle yırtar; şahsiyet ve millî politika sahibi olanlara da bayrağıyla selâm verir." (MİLLİ POLİTİKA)
"Bize dünyanın en kokmuş, çürümüş ve azmış cemiyetini teslim ediniz; taahhüt ediyoruz ki, o cemiyet, İslâm ideolocyasının sonsuz ruhu sindirilinceye kadar, sadece İslâm adaletinin kışrındaki ölçüler tatbik edilmekle, göz açıp kapayıncaya kadar kurtuluş, dış yapıda gerçekleşecektir." (İSLÂM VE ADALET)
"Başında şapka değil, isterse kavuk bulunsun, şahsiyetini politikasına, ekonomisine, ve bütün cemiyet ölçüsüne kadar sindirmiş bir millet, hele bizim nazik coğrafya sahamızda oturacak olursa, Amerikalısı da, Moskofu da, onun bayrağını selâmlamak ve haklarını doğrulamaktan başka bir şey yapamazlar." (ÇARE)
"Bugün ruhî, ahlâkî, siyasî, idarî, iktisadî, harsî buhranımızın köklerinde Yahudi mikrobundan başka bir şey aramamak gerektiği şuuru altında, son derece medenî, yâni İslâmî bir harekete muhtaç bulunuyoruz." (DÜNYAYI YAHUDİ GÜDÜYOR!)
Bu tespitler, Üstad Necip Fazıl'a ait. Ergenlik Döneminden geçen, genç nüfusu ile birlikte, gençlerin yaşadığı ruh î ızdırapların belki de en büyüğünü yaşayan genç Türkiye Cumhuriyeti'ne her şeyi yerli yerine oturtan tespitleri ile böyle bir "Yol Gösterici"nin nasip olması Allah'ın bir lütfu değil midir?..
Öyleyse dava, devletimizi onun eteğine bağlamak olmalı değil mi?..
|