Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2541 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

MENDERES'İN KÖPRÜSÜ
Hasan Tülüceoğlu

  Sayı: 65 - Temmuz / Eylül 2010

İlkokulu bitirdiği yazı, köyünün kırında bayırında dağında oğlak güderek geçirmişti. Sevmiyordu aslında yaz sıcağında tarlalar, çalılar, kayalar arasında düşe kalka oğlak ardında koşmayı. Ama ailesinin kendinden başka oğlak güdecek yaşta kimsesi yoktu. Bunu bildiği için itiraz etmeden ama hoşnutsuzluğunu da belli ederek gidiyordu oğlakların ardına. Pet şişenin bilinmediği, cam şişenin de bulunmadığı köyünde yanına su almadan hemen öğle sonrasından akşam güneş batıncaya kadar susuz kalarak koşturuyordu oğlaklar ardında. En fazla annesinin basma bezden diktiği onunsa boynuna astığı küçük çantaya birkaç parça sulanmış yufka ekmek alırdı. Çok susadığında bu ekmekleri de yiyemezdi.

Oğlaklar ardında hep ortaokula gitmeyi hayal etti. Şehirdeki ortaokula gidecek; zanaatçı yanında kalfa olarak çalışan ağabeyiyle birlikte babasının kiraladığı küçük bir odada kalacaktı. Sabah erkenden akşam geç saatlere kadar çalışan ağabeyiyle yalnızca geceleri birlikte olacaktı bu küçük odada. Kendisi, annesi ve diğer aile fertleri böyle babasının kurguladığı şeyler çok daha farklıydı. Babası, ağabeyinin yanına onu zanaata vermeyi düşünüyordu. Meslek önemliydi. Okuması daha iyiydi ancak maddi imkânsızlıklar içinde onca yıl okutabilmeyi göze alamıyordu. Zanaata verirse kısa sürede yetişir, kalfa olup kazanç sağlardı. Bir ara tüm ailede bu kabul görür hale geldi. Oğlaklar ardında okulu değil de marangozhaneyi ve orda çırak olarak çalışmayı hayal etti. Bunlar hiç de iç dünyasında kabul görmüyordu. Diğer açıdan hiç şehir görmeyip keçiler ardında çoban kalmaktan da iyiydi. Beşinci sınıfta annesi davara gitmesi için bir gün izin istediğinde öğretmeni, annesine "en zeki ve çalışkan öğrencimi çoban mı yapacaksın?" diye kızmıştı. Annesi onun okumasını çok istiyordu. O tüm çocukları için aynı şeyi istemişti. Babasının onu zanaata vermeyi düşünüp ısrarla 'çocuk okutamam' demesine rağmen ne olduysa bir süre sonra ona okul yolu görünmüştü.

Tahsil görmesini babası imam-hatibe gitme şartıyla onaylamıştı. Başta amcası olmak üzere çevreden imam-hatibin ders yükünün ağır olduğu bunun için çocuğun çok zorlanacağı görüşleri dillendirilmişti. Öncelikle bu sebepten ikinci olarak da ağabeyiyle kalacakları evin imam-hatibe uzak olması dolayısıyla küçük bir çocuk için yürüyerek gidip gelmenin güçlüğü düşünülerek kaldıkları yere çok yakın ortaokula yazdırılmaya karar verilmişti. O günler küçük güzel şehirlerinde ne şehir içi dolmuş ne öğrenci servisi vardı.

Köylerindeki üç traktörden biri olan dayılarının traktörüyle römork üzerinde babasıyla büyük umut ve sevinçle kayıt için şehre gittiklerinde yetişkinliğinde çok sık ancak küçük bir çocuk olarak ilk defa devlet mekanizmasının önlerine koyduğu engelle karşılaşmışlardı. Gökçedam köyü ve çevresindeki köylerden şehir merkezine kesinlikle kayıt yapılmıyordu. Zira Gökçedam köyüne yeni okul yapılmıştı. Oysaki Gökçedam'la köyleri en az altı kilometrelik yoldu. Taşımalı sistemin hayal bile edilemediği o günler küçük bir çocuk her gün altı kilometre yolu nasıl yürürdü? Devlet işleyişinde bir eksikliğin hattâ yanlışlıkların olduğunu o gün küçücükken idrak etmişti.

Römork üzerinde şehre gittikleri o gün babası kayıt için gerekli evrakları hazırlamıştı. Sonra da en önemli evrak için şehrin tek fotoğrafçısı bir fotoğrafçının loş odasında oturtulduğu taburede fotonun uyarılarıyla karşılaşıp nereye niçin bakması gerektiğini bilmeden şemsiye olarak değerlendirdiği iki nesneden birden parlayıp yok olan kuvvetli ışık altında vesikalık fotoğrafı çekilmişti.

Babası onun Gökçedam'a gitmesinin güçlüğünü bildiğinden son bir umutla marangoz ağabeyinin patronuyla birlikte gidip müdürle tekrar görüşmesine rağmen sonuç olumsuzdu. İmam-hatibe kayıt yapıyorlardı; ancak babası Gökçedam'ı tercih etmişti.

Aynı gün şehirden Kadirli arabasına binerek Gökçedam ortaokuluna gelip kayıt yaptırmışlar; kayıt sonrası bu okula devam edeceği bir yıl boyunca tek başına yürüyeceği altı kilometrelik yolu babasıyla birlikte yürümüşlerdi. Yaya yürüdükleri yol boyunca babası, onun kaydını yapan köylüleri memur Miktad'ın hademelikten memurluğa azimle yükselişini anlatmıştı. Bu onun hayatında ilk kez duyduğu canlı azim örneğiydi. Gerçekten de o günün memur Miktad'ı yıllar sonra öğretmen olarak emekli olacaktı.

Babası altı kilometrelik yolu yaya yürümelerinden hiç şikâyetçi olmamış; aksine bu hallerine şükretmişti. Çünkü daha önceleri biraz önce üzerinden geçtikleri Ceyhan nehrinde köprü yoktu. Nehir ancak salla geçilebiliniyordu. Düz arazide garantili ve rahatça yürümeye alışan köylüler için sala binip inmek hem külfet hem de riskti. Üstelik sal sahibi istemezse salı çalıştırmıyor ya da istemediği yolcuyu sala almıyordu. Tam bir sal tekeli dolayısıyla köylüye zulüm söz konusuydu. Babası bununla ilgili birde anekdot anlatmıştı: kardeşi ve iki amcaoğluyla birlikte şehre gittikleri bir gün ırmağın suyu çok az olduğundan sala binmeden sığ yerlerden yürüyerek karşıya geçmişler. Dönüşte su yükseldiği için mecburen sala binmek zorunda kalmışlar. Salın sahibi gidişte binmedikleri ücreti de onlardan almıştı. Bu zorbalık babasını çok etkilemişti.

Sal güçlüğü ve zorbalığını yaşayan babasına hemen yaklaştıkları köylerine kırk beş dakika yürümek hiç de zor gelmiyordu. "Mekânı cennet olsun, Menderes köprüyü yaptırdı da millet eziyetten kurtuldu". Bu ifadeyi babası, köprüden geçip köye gelinceye kadar birçok defa söylemişti.  Cumhuriyetin başlangıcından Menderes dönemine kadar Kadirli, Kozan gibi şehirleri Osmaniye'den ayıran Ceyhan nehri üzerine köprü yapılmamıştı. Bölgenin, bölge halkının bu ihtiyacına ülkeyi kalkındırma projesiyle ancak Menderes cevap vermişti. Bunun için onu sevenler, bu köprüye 'Menderes'in köprüsü' diyorlardı. Hayatı boyunca ilk ve son olarak bir başbakanın halkı tarafından bu kadar çok sevildiğine o günler tanık olmuştu. Bunun için birçok baba çocuğuna 'Menderes' veya 'Adnan' isimlerini koymuştu. Babası da küçük kardeşine Menderes adını vermişti.

Amcası da Menderes'i çok seviyordu. Gerçi o, çevresinde Menderes'i sevmeyen yetişkin görmemişti. Köy bekçiliği yapan amcası bulduğu bir Menderes fotoğrafını çerçeveletip yeni yaptırdığı evinde oturma odasına asmıştı. Bu resmi amcasına sorduğunda amcası iç geçirircesine Menderes'in resmi demiş; başını kaldırıp uzun süre duvardaki resme baktıktan sonra da hüzünlü bir sesle "Menderes'i astılar evlâdım" diye mırıldanmıştı.

Babasının "mekânı cennet olsun Menderes'in köprüsü" sözü ile amcasının acı ve hüzün tonlu "Menderes'i astılar" sözü yaşamı boyunca kulaklarında çınlayıp duracaktı.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
İslâmcıların kültürelsizl... - Sayı 89
Batılılaşmada mündemiç di... - Sayı 88
Babel'de doğuya bakış... - Sayı 87
Âmâk-ı hayal ve Osmanlı s... - Sayı 86
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Öğretmen ve öğrenciye “okul sigortası” hakkı verilmiş. Pek yerinde, artık disiplinsizlik yüzünden okutmak da, okumak da “risk unsuru” taşır oldu. 
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Tas tarak
Bu gidiş nereye?
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13219604
 Bugün : 1793
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 607105
 Bugün : 35
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 220
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim