MENDERES'İN KÖPRÜSÜ Hasan Tülüceoğlu Sayı:
65 - Temmuz / Eylül 2010
İlkokulu bitirdiği yazı, köyünün kırında bayırında dağında oğlak güderek geçirmişti. Sevmiyordu aslında yaz sıcağında tarlalar, çalılar, kayalar arasında düşe kalka oğlak ardında koşmayı. Ama ailesinin kendinden başka oğlak güdecek yaşta kimsesi yoktu. Bunu bildiği için itiraz etmeden ama hoşnutsuzluğunu da belli ederek gidiyordu oğlakların ardına. Pet şişenin bilinmediği, cam şişenin de bulunmadığı köyünde yanına su almadan hemen öğle sonrasından akşam güneş batıncaya kadar susuz kalarak koşturuyordu oğlaklar ardında. En fazla annesinin basma bezden diktiği onunsa boynuna astığı küçük çantaya birkaç parça sulanmış yufka ekmek alırdı. Çok susadığında bu ekmekleri de yiyemezdi.
Oğlaklar ardında hep ortaokula gitmeyi hayal etti. Şehirdeki ortaokula gidecek; zanaatçı yanında kalfa olarak çalışan ağabeyiyle birlikte babasının kiraladığı küçük bir odada kalacaktı. Sabah erkenden akşam geç saatlere kadar çalışan ağabeyiyle yalnızca geceleri birlikte olacaktı bu küçük odada. Kendisi, annesi ve diğer aile fertleri böyle babasının kurguladığı şeyler çok daha farklıydı. Babası, ağabeyinin yanına onu zanaata vermeyi düşünüyordu. Meslek önemliydi. Okuması daha iyiydi ancak maddi imkânsızlıklar içinde onca yıl okutabilmeyi göze alamıyordu. Zanaata verirse kısa sürede yetişir, kalfa olup kazanç sağlardı. Bir ara tüm ailede bu kabul görür hale geldi. Oğlaklar ardında okulu değil de marangozhaneyi ve orda çırak olarak çalışmayı hayal etti. Bunlar hiç de iç dünyasında kabul görmüyordu. Diğer açıdan hiç şehir görmeyip keçiler ardında çoban kalmaktan da iyiydi. Beşinci sınıfta annesi davara gitmesi için bir gün izin istediğinde öğretmeni, annesine "en zeki ve çalışkan öğrencimi çoban mı yapacaksın?" diye kızmıştı. Annesi onun okumasını çok istiyordu. O tüm çocukları için aynı şeyi istemişti. Babasının onu zanaata vermeyi düşünüp ısrarla 'çocuk okutamam' demesine rağmen ne olduysa bir süre sonra ona okul yolu görünmüştü.
Tahsil görmesini babası imam-hatibe gitme şartıyla onaylamıştı. Başta amcası olmak üzere çevreden imam-hatibin ders yükünün ağır olduğu bunun için çocuğun çok zorlanacağı görüşleri dillendirilmişti. Öncelikle bu sebepten ikinci olarak da ağabeyiyle kalacakları evin imam-hatibe uzak olması dolayısıyla küçük bir çocuk için yürüyerek gidip gelmenin güçlüğü düşünülerek kaldıkları yere çok yakın ortaokula yazdırılmaya karar verilmişti. O günler küçük güzel şehirlerinde ne şehir içi dolmuş ne öğrenci servisi vardı.
Köylerindeki üç traktörden biri olan dayılarının traktörüyle römork üzerinde babasıyla büyük umut ve sevinçle kayıt için şehre gittiklerinde yetişkinliğinde çok sık ancak küçük bir çocuk olarak ilk defa devlet mekanizmasının önlerine koyduğu engelle karşılaşmışlardı. Gökçedam köyü ve çevresindeki köylerden şehir merkezine kesinlikle kayıt yapılmıyordu. Zira Gökçedam köyüne yeni okul yapılmıştı. Oysaki Gökçedam'la köyleri en az altı kilometrelik yoldu. Taşımalı sistemin hayal bile edilemediği o günler küçük bir çocuk her gün altı kilometre yolu nasıl yürürdü? Devlet işleyişinde bir eksikliğin hattâ yanlışlıkların olduğunu o gün küçücükken idrak etmişti.
Römork üzerinde şehre gittikleri o gün babası kayıt için gerekli evrakları hazırlamıştı. Sonra da en önemli evrak için şehrin tek fotoğrafçısı bir fotoğrafçının loş odasında oturtulduğu taburede fotonun uyarılarıyla karşılaşıp nereye niçin bakması gerektiğini bilmeden şemsiye olarak değerlendirdiği iki nesneden birden parlayıp yok olan kuvvetli ışık altında vesikalık fotoğrafı çekilmişti.
Babası onun Gökçedam'a gitmesinin güçlüğünü bildiğinden son bir umutla marangoz ağabeyinin patronuyla birlikte gidip müdürle tekrar görüşmesine rağmen sonuç olumsuzdu. İmam-hatibe kayıt yapıyorlardı; ancak babası Gökçedam'ı tercih etmişti.
Aynı gün şehirden Kadirli arabasına binerek Gökçedam ortaokuluna gelip kayıt yaptırmışlar; kayıt sonrası bu okula devam edeceği bir yıl boyunca tek başına yürüyeceği altı kilometrelik yolu babasıyla birlikte yürümüşlerdi. Yaya yürüdükleri yol boyunca babası, onun kaydını yapan köylüleri memur Miktad'ın hademelikten memurluğa azimle yükselişini anlatmıştı. Bu onun hayatında ilk kez duyduğu canlı azim örneğiydi. Gerçekten de o günün memur Miktad'ı yıllar sonra öğretmen olarak emekli olacaktı.
Babası altı kilometrelik yolu yaya yürümelerinden hiç şikâyetçi olmamış; aksine bu hallerine şükretmişti. Çünkü daha önceleri biraz önce üzerinden geçtikleri Ceyhan nehrinde köprü yoktu. Nehir ancak salla geçilebiliniyordu. Düz arazide garantili ve rahatça yürümeye alışan köylüler için sala binip inmek hem külfet hem de riskti. Üstelik sal sahibi istemezse salı çalıştırmıyor ya da istemediği yolcuyu sala almıyordu. Tam bir sal tekeli dolayısıyla köylüye zulüm söz konusuydu. Babası bununla ilgili birde anekdot anlatmıştı: kardeşi ve iki amcaoğluyla birlikte şehre gittikleri bir gün ırmağın suyu çok az olduğundan sala binmeden sığ yerlerden yürüyerek karşıya geçmişler. Dönüşte su yükseldiği için mecburen sala binmek zorunda kalmışlar. Salın sahibi gidişte binmedikleri ücreti de onlardan almıştı. Bu zorbalık babasını çok etkilemişti.
Sal güçlüğü ve zorbalığını yaşayan babasına hemen yaklaştıkları köylerine kırk beş dakika yürümek hiç de zor gelmiyordu. "Mekânı cennet olsun, Menderes köprüyü yaptırdı da millet eziyetten kurtuldu". Bu ifadeyi babası, köprüden geçip köye gelinceye kadar birçok defa söylemişti. Cumhuriyetin başlangıcından Menderes dönemine kadar Kadirli, Kozan gibi şehirleri Osmaniye'den ayıran Ceyhan nehri üzerine köprü yapılmamıştı. Bölgenin, bölge halkının bu ihtiyacına ülkeyi kalkındırma projesiyle ancak Menderes cevap vermişti. Bunun için onu sevenler, bu köprüye 'Menderes'in köprüsü' diyorlardı. Hayatı boyunca ilk ve son olarak bir başbakanın halkı tarafından bu kadar çok sevildiğine o günler tanık olmuştu. Bunun için birçok baba çocuğuna 'Menderes' veya 'Adnan' isimlerini koymuştu. Babası da küçük kardeşine Menderes adını vermişti.
Amcası da Menderes'i çok seviyordu. Gerçi o, çevresinde Menderes'i sevmeyen yetişkin görmemişti. Köy bekçiliği yapan amcası bulduğu bir Menderes fotoğrafını çerçeveletip yeni yaptırdığı evinde oturma odasına asmıştı. Bu resmi amcasına sorduğunda amcası iç geçirircesine Menderes'in resmi demiş; başını kaldırıp uzun süre duvardaki resme baktıktan sonra da hüzünlü bir sesle "Menderes'i astılar evlâdım" diye mırıldanmıştı.
Babasının "mekânı cennet olsun Menderes'in köprüsü" sözü ile amcasının acı ve hüzün tonlu "Menderes'i astılar" sözü yaşamı boyunca kulaklarında çınlayıp duracaktı.
|