Farkında ol Ey ERdoğan: Allah'ın övdüğü Millet sana emanet! Hamdi Alkış Sayı:
69 - Temmuz / Eylül 2011
“Allah'ın övdüğü kurtulmuş millet
Güneşten başını göklere yükselt”
(Necip Fazıl Kısakürek)
Allah'ın övdüğü millet, vasıflandırması bir ırka bir zamana bir kavme hasr edilebilir mi? Edilebilir ve edilecek ise buna en lâyık olan milletimizdir diyenler olsa da kanaatimizce onu hak eden her milletedir bu hitab…
Neredeyse 200 yıldır beyninin içine ve her hücresine girmiş ruh kökünü, iliğini kemiğini sömüren bir canavara karşı silkiniş ve şahlanışıyla yeniden VAR'ım diyen bu millet tarihte defalarca başardığı ve becerdiği “övülmüş olmayı hak etme” vazifesini de yüklenecek ise işte o millet yeniden o övgüye mazhar olacaktır. Millet tanımını ise her türlü etnik ve dar aidiyet duygusunun üzerinde nihai vuslatı ümmet olan bir birlik şuuru olarak ele aldığımızı belirtmek de zaruridir.
Tarihin öyle bir noktasındayız ki, “Ya ol ya öl” emrini iliklerine kadar hissetmeyen bu vazifeyi idrak edemez ve yüklenemez. Recep Tayyip Erdoğan'ı milletin vicdanında ve ruhunda “odak” yapan işte bu emre muti olduğunu milletin sağduyusuyla hissetmesindedir.
Bugün kendi içerisinde çöküşünü izlediğimiz Batı medeniyeti 3 ana unsurdan teşekkül etmiştir: Roma nizamı, Yunan Aklı ve Hristiyan Ahlâkı. Bu 3 unsur da milletimiz ile mücadelesinde maglûbiyetler tatmıştır. Roma'yı önce ikiye bölüp sonra da yıkan, Hristiyanlığın kendisiyle mücadele için defalarca Haçlı seferleri düzenlediği ve Martin Luther'inden tüm papalarına kadar istisnasız ve mezhepten bağımsız tüm din adamlarının düşman bellediği, Yunanlıları 500 seneden fazla idare etmiş bir milletiz biz… Başka bir anlatımla Modern Batı'yı Batı yapan ne varsa Müslüman-Türklük karşıtlığıyla kendini tanımlar. Çoğu kez pek çok eserde Türklük ile Müslümanlığın eş anlamlı olarak kullanıldığını görürsünüz. Bu yüzden, bu millet Batı medeniyetinin bir parçası olamaz bütünleşemez ancak alternatifi olur. Bunun anlamı açıktır. Onları da dönüştürmeden onlardan olamayız. Onları da dönüştürmeyeceğimize göre beyhude çabadan vazgeçip bu ulu çınar gibi milletin ruh kökünün uzandığı tüm dalları yeniden beslemeli ve çınara yeniden su vermeliyiz.
Arap Baharı, Neo Osmanlı tartışmaları ve güncel gelişmeler seneler önce konuştuğunuz yazdığımız yazdığınız okuduğunuz şekilde seyrediyor... Bizim neslimize neticesini görmek kısmet olur mu bilmem ama Batı medeniyeti kendi içerisinde çöküyor. Yeni güç odakları doğuyor ve hamdolsun bu odaklardan biri de ülkemiz olacak inşa Allah.
Buradaki temel mesele bu kez stratejsini bizim çizdiğimiz ve yönlendirebildiğimiz bir dönüşüm mü olacak yoksa gelişmeler mi bizi yönlendirecek? Bunun için parti ve kişi taassubunun ötesinde devlet politikasına ihtiyaç var. Bu devlet politikasını ise bugünkü sistem ortaya koyabilir ve yürütebilir mi işte orada gerçekten şüpheliyim. O yüzden yeni anayasa ve yeni bir devlet sistemi olmazsa olmaz en temel şarttır.
Amaç bu ise, bu amaca giden tüm vasıtalar da uygun olmalıdır ki netice elde edilebilsin. Şu veya bu vasıtanın aygıtın, gerecin uygun olmamasından da bu noktadan sonra milletin bu vazifeyi yüklediği ER sorumludur.
O halde, şu soruyu sormalıyız: Olmak için ne lâzım? Hangi vasıtalar eksik? Bu milletin üzerinde ittifak ettiğinde kimsenin tereddütü olmadığı ilk şart: “Ruh köküne bağlı bir anayasadır.” Bazılarının bu hususun önemini kavramayıp “canım şimdi yapmayı isteyip yapamadığınız ne var?” şeklinde pratik ve sığ bir yaklaşımı ileri sürmelerine aldanmayınız. Anayasa en evvel “ruh kökünü ortaya koyarak bir millet olma” iradesidir. Bu irade içeriğiyle birlikte konulduktan sonra milletin kendi ruh köküyle çatışmadan nasıl idare edileceğine ilişkin pratik ve araçsal mevzular tartışılabilir. Bu araçlar da o beyana sinmiş irade ile asla çatışmamalı, çelişmemeli, buna cevaz vermemelidir. Aksi takdirde araçlar amaç olmuş, iradeyi ezip geçmiş iradeyi hiçleştirmiş olur. Değindiğimiz gibi her türlü parti ve ideolojik taassubun ötesinde DEVLET politikası gerektir.
Devlet politikasının icrası için de Başkanlık sistemi olmazsa olmaz ikinci şarttır. Çünkü yukarıda zikrettiğimiz “OL” hedefi için parlamenter sistemin icra kabiliyeti hiçbir surette yeterli değildir. Milletimizin ana karakter unsurları ve mizacı ve hattâ dil yapısına bile yansıyan dikey örgütlenme biçimi de bunu gerektirir. Başkanlık sistemi mahzurları olsa da faydaları başlı başına bir yazıyı hak eden çok ayrıntılı bir sistemdir.
Bu milletin en başta belirttiğimiz iradesi en mütekâmil şekilde hangi araçlarla hangi yöntemlerle tecelli eder, sorusunun cevabı da işte anayasanın pratiğe ilişkin bu hükümlerindedir.
Yeni anayasanın verdiği istikamet ve kullanabileceği tüm araçlar belli olduktan sonra yapılması gereken vazifeli sorumlu ER kişinin bu milletin dâhil olduğu büyük ailenin ve dünyanın geleceği huzuru ve barışı için süratle kararlar alıp uygulamaktan ibarettir.
Bu öyle bir vazife ki… Durursak düşeriz. En ufak bir nefs payı, dava şuurunda tereddüt, kibir, sendeleme “olmak” ile “ölmek” arasındaki ince sınırı tayin eder. Lâyık olan ER'leri Allah muvaffak etsin.
|