Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 34 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     4627 kez okundu.     1 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

Dağın meczupları
Mücahit Koca

  Sayı: 72 - Nisan / Haziran 2012

Mart/1987

Mevlâna ve Mesnevî üzerine okumalarımda önüme bir açıldı sayfa: Orada, Kur'ân'a atıf yaparak Davud Peygamber'e üstünlük verildiği, lütfedildiği, dağlara Hazreti Davud ile Allah'ı tenzih etmelerinin, kuşlara da onlara uymalarının emredildiği, demirin ise yumuşatıldığı bildirilmektedir.

Tırmanış öncesi şehirden çıkarken nedense herkes susmuştu. Aklıma Dağcı Nasuh Mahrukî geldi. O; “Dağcılık bir özgürlük duygusudur,” derken sanki dağdaki şu halimizi anlatıyordu. Dağda bir başka oluyor insan. Konuşması, düşünmesi, davranması değişiyor. Genellikle kendi oluyor insan dağda... Şair Ahmet Telli'nin mısraları ne güzel anlatır bu özgürlük durumunu: “Dağlara tırmanan atlar gibi/Soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı/Bir şahan gibi bulutlara kurdu/Dumanlı sevdaların Yörük çadırını”.

Kızılderili bir Şaman'ın sözünü okumuştum bir yerlerde.. O; “Gerçek bilgelik, ancak insanların oturduğu yerlerden uzakta, büyük yalnızlıkta öğrenilir. Görmeyi ve duymayı öğrenmek için bunu yapmalı; tek başınıza vahşi doğaya gitmelisiniz,” diyordu.

 Kızılderili Şaman'ın bulduğunu bizde bulan o kadar çoktur ki.. Meselâ bir zamanlar Uludağ'da “Seyyah,” adlı mağarada yaşayan, yalnızca ot ve meyvelerle geçinen, kimseden bir şey kabul etmeyen bir derviş varmış. O yalnızca “Mısırlı Vaiz,” diye tanınan bir hocanın sohbetini dinlemek için Bursa'ya inermiş. Bugün “Bombay Çukuru”nda yaşayan emekli öğretmen Mustafa Bozkurt da bunlardan birisi değil miydi? Hazret emekli olduktan sonra Rize'den Bursa'ya gelmiş; Uludağ'ın bu tenha yerinde görkemli bir çam ağacının üstüne yaptığı iki katlı kulübesine yerleşmiş.  Hazret, kar her tarafı kapladığında-buralarda üç beş metre kar olurdu-iki katlı kulübesinin üst katında yazdan biriktirdikleriyle yaşardı. Bu kadar uzun süre dağda insansız yaşamak ister istemez onda farklı bir duruma neden olmuştu. Bunu Abıhayat Yaylası'nda tanıştığımız Ali Dayı'da da görmemiş miydim? O, arkadaşlardan birinin bedeninde parmaklarını gezdirmiş; ameliyat ettiğini söylemişti.

Dağın meczubu, diye örnek vereceğim birisi de bir zamanlar Manisa'nın Spil Dağı'nda yaşayan; garip halleri yüzünden halkın “Manisa Tarzanı,” adını taktıkları kişiydi.

Bugün Bombay Çukuru'na gidip Mustafa Bozkurt'u görmeyi ne kadar istesem de karın derinliği buna asla izin vermeyecekti. Onun hakkında en çok bilgi Gürbüz Usta'da vardı. Aramızda Mustafa Bozkurt ile en çok karşılaşan ve konuşan oydu çünkü.

Ama karın daha hafif olduğu Abıhayat Yaylası'na çıkıp devamlı dağda yaşayan bir münzevi olan Ali Dayı'yı görebilirdik. Abıhayat'a çıkan onu görmese de o onları mutlaka görür; yanlarına gelirdi.

Hemen bir yol haritası çizip; önce Zeyniler Köyü'ne tırmanan patikaya, oradan da su yoluna çıkarak Abıhayat Yaylası'na gitmek için adımları sıklaştırdık.

Dağ ile şehir aynen kadın ve erkek gibi olup; ikisi bir araya gelince meyvesi görülürdü. Ben, hep dağ ile şehir birlikteliğini savunan bir dünya görüşünden yanaydım. Eğer böyle olmasaydı; Hazreti Peygamber Hira'dan Mekke'ye hiç dönmezdi. İbrahim Peygamber Kâbe'yi inşa etmez, Hazreti Musa Firavun'la şehirde savaşmaz, Hazreti İsa ise Havarilerini dağda gizlerdi. Biz mistik dağcılara düşen aldığı ilhamla dağ ile şehrin arasını açmak değil, onları dargınsa barıştırmaktı.

DAĞCILIK AZİMET İLE BAŞLAR VE SÜRER

Mayıs/1987

Kasım günleri, yanı kış günleri bitmiş; Hızır günleri, yani yaz günleri başlamıştı. Karlar Uludağ'ın belli bir irtifaına kadar erimiş olduğundan-yazın uzun günlerinde oruç tutar gibi-kıştan kalan açığı kapatmak için; “Ver elini Uludağ,” deyip kuşların cıvıl cıvıl olduğu saatlerde ekibi toparlayıp yola çıkmıştık. Ekipte genellikle olduğu gibi İbrahim Ünal, Gürbüz Usta, Cengiz Taşkın ve Mustafa Armağan, vardı.

Hepimiz sıkı bir dağcılık yapacağımız için bugün bayağı heyecanlıydık.

İlk kamp yerinde sohbetin konusu şehir ile dağ kıyaslamasıydı: Ben, bugün çok karamsar olmalıyım ki ağır bir şehir eleştirisine başlamıştım: Şehir, fırtınalı bir denizdi. Masallardaki gibi yılanlarla, çıyanlarla dolu kör kuyular, insanın aklını başından alan süslü fahişeler, kara gözlüklü mafya babaları, insanı özgürlüğünden eden kat kat evler… Kolay değildi, bu fırtınalı denizden kurtulmak.

Söze Gürbüz Usta girdi. O, adeta beni yatıştırmak ister gibi konuşmuştu: “Şehir ve dağ.. İkisinde de insan azimetle kendi olabilecektir. İnsan şehirde azimetle suyun üzerinde kalmayı başarırken; dağda zora direnecek, her zorluğun bir kolaylığı vardır, misali sabredecek; azimetle bulutların üzerinde yürümeyi öğrenecektir.”

Gürbüz Usta'yı dinlerken aklıma bir anekdot geldi: 1970'li yılların başında Bursa'da “Ayakkabıcı Ali Baba,” diye tanınan evliya bir zat tanımıştım. Dükkânında bize biri dağda öbürü şehirde ermiş iki kardeşin hikâyesini anlatmıştı. Burası içlerinde Kur'ânlar okunan, hatimler indirilen, ilâhiler ve kasideler söylenen, çilehanelerinde zikirler yapılan tekkeler kadar temiz Müslüman evlerin arasında bir ayakkabıcı dükkânıymış. Burada ayakkabıcılık yapan kardeşin yanına dağdaki kardeşi gelmiş; mendiline doldurarak getirdiği sütü dükkânın tavan çivisine asıp oturmuş. O sırada dükkâna kadın erkek müşteriler gelip gidiyorlarmış. Bir süre sonra mendildeki süt şıp şıp damlamaya başlamaz mı? Ayakkabıcı kardeş dağdan gelen kardeşine doğru eğilerek; “Dağda ermek kolay. Zor olan şehirde ermek,” demiş. Yani bayım, doğru olan şey şehri yadsımadan dağcı olmak.

Benim gözümde dağcı, Homeros'un destan kahramanı gibi dağa ateş almaya gidendir. Üşüyen şehri ısıtacak ateş dağdadır çünkü. Yani biz dağa şehrin pisliklerinden temizlenmek, hastalıklarından arınmak için çıkacağız; sonra şehre dönüp işlerimize kaldığımız yerden devam edeceğiz. Dağcılık ancak böyle olursa anlamlı ve yararlı olurdu.

Hayalimde bir şeyler canlanmıştı: Müthiş şey! Cehennem korkusu gitmiş; cennet sevinci gelmiş gibiydi.

ŞAİR CAHİT ZARİFOĞLU HAKKA YÜRÜDÜ

Haziran/1987

Bugün dağcılık bir başka başlamıştı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Bir süredir amansız bir hastalığın pençesinde hayata tutunmaya çalışan “Yedi Güzel Adam,” isimli şiir kitabının şairi Cahit Zarifoğlu vefat etmişti. O, Üstat Necip Fazıl Beyin yanında önemli bir yere sahip olan Van Müftülerinden Kasım Arvas'ın damadıydı.

Merhum Cahit Zarifoğlu, “Yaşamak,” kitabının “Ankara/1976,” tarihli anılarında Üstat Necip Fazıl'dan söz ederken bakın ne kadar içtendir:

 “Necip Fazıl'ı on beş yirmi dakika dinleyen biri kendi dünyasının ne kadar küçük, değersiz olduğunu derin derin anlar.”

“Uzun masanın baş tarafına oturmayı ve bizlerin onun etrafında çevrelenmemizi tercih ediyor. Bir Genel İdare Kurulu havası içinde, başkan o.”

Kırk sekiz yaşında vefat etti. İbrahim Ünal Usta onu hepimizden çok severdi. Bugün söz ondan açılınca dalmış, uzun bir suskunluktan sonra; “İki ölüm bana çok acı geldi: Birisi annemin, öbürü Cahit Zarifoğlu'nun ölümü,” dedi.

Kimsede fazla yukarılara çıkacak heves olmayınca Habil Aga Çeşmesi'nden hiç olmadığı kadar erken geri dönecektik.

HABİL AGA İLE TANIŞMA

Temmuz/1987

Bugün dağa gidecek kimseyi bulamayınca yola yalnız çıktım. Belki Ustalardan birini dağda bulabilirim, diye düşünüyordum. Çünkü bizden yalnız başına dağa çıkanlar olurdu.

Saat sekiz gibi Emirsultan'daki evimden yürüyerek Yeşil Yayla yoluyla Kaplı Kaya Vadisi'ne girmiştim.

Nedense bugün yol boyu dağda kimselerle karşılaşmamıştım. Böyle sessiz zamanlar genellikle seçim zamanlarında ya da Üniversite imtihanları olduğu günlerde olurdu. Oysa bugün bunlardan birisi de yoktu.

Yanıma Prof. Esad Coşan'ın hazırladığı Hacı Bektaş Veli'nin “Makalât” isimli kitabını almıştım. Kitabı karıştırırken aklıma 1974-1978 yılları arasında gazetecilik yaptığım İstanbul günlerinden İskender Paşa'da Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi'yi dinlemek için gittiğimde tanıştığım Esad Coşan, geldi. Onunla Mehmet Efendi'nin vefatından sonra zaman zaman Bursa'ya gelişlerinde ya da ben İstanbul'a gidişlerimde İskenderpaşa'da ziyaret edip sohbet ettiğim olmuştu. Esad Efendi işte o karşılaşmalarımdan birinde bana; “Gel seninle 'İlim ve Sanat Dergisi'ni çıkaralım,” demiş ben de iyi bildiğim dergi için; “Efendim, İlim ve Sanat akademik yazıları yayınlayan bir dergi. Ben ise ürün dergisi çıkarmak, yeteneklilerin şiir, hikâye ve deneme yazılarını yayınlamak isterim,” demiştim. Daha sonra Esad Coşan Hoca, derginin başına Şair Osman Sarı'yı getirdi. Onu bir İstanbul ziyaretimde Mustafa Armağan ile birlikte Fatih'teki bürosunda ziyaret etmiş; onun çaresizliğini görmüş, teklifi kabul etmeyerek ne kadar akıllılık ettiğimi anlamıştım.

Oturduğum yer bizim; “Habil Aga'nın Çeşmesi,” dediğimiz yerin altından akan derenin kenarıydı. Burası hâlâ kamp için en harika yerlerden biri sayılır.

Bir ara dalmış kitap okurken yanıma Habil Aga geldi. Onun bu bölgede tadı bilenlerce anlatılır fasulye yetiştirdiği bahçeleri vardı. Her gün yaz kış yaşına bakmadan atıyla aralıksız gelir, hiçbir yetkili de onun bu bahçelerine ses çıkarmazdı. Bence bu gibiler dağımızı bir bakıma korurlardı da.. Dinlediklerimden aldığım ilk izlenim: O, giren çıkanın ne yaptığıyla öylesine ilgiliydi ki…

Çay henüz çökmüştü. Çay koydum. Habil Aga ile birlikte içtik.

DAĞCILIĞIN TADINI KAÇIRAN SÜRGÜN

Eylül/1987

Dağcılığın bu yaz doğrusu üst üste giderek iyi tadını çıkarmıştım. “Sur Kitapevi”ni kapattıktan sonra yaz aylarında Bursa Marmara gazetesi genel yayın danışmanlığı yapsam da orayı istediğim zaman asabiliyordum. Hoş, dağ dendi mi beni kimse durduramazdı! Hemen hemen her hafta özellikle İbrahim Ünal Usta ve Gürbüz Usta dağdaydık.

Eylül, yeni öğretim döneminin başladığı aydı. Ben okulun açıldığı gün okula gitmiş beklemediğim bir sürprizle karşılaşmıştım: Yedi yıldır edebiyat öğretmenliği yaptığım Demirtaşpaşa Endüstri Meslek Lisesi'nden alınmış; bir ortaokula Türkçe öğretmeni olarak sürülmüştüm. Keşke İstanbul'a sürselerdi de yeniden gazeteciliğe dönseydim! Beni yedi yıldır öğretmenlikte tutan anlattığımı anlayacak yaştaki öğrencilerimdi. Dava adamı gibi çalıştığımı düşünürken birden gelen Türkçe öğretmenliği bende bu mesleği maaş için yapıyor duygusu uyandırmıştı. Birileri Sur Kitapevi ve Bursa Marmara'da çalışmama takmıştı. Bense belânın üstüne gitmekten çekinmeyecek kadar kızgındım. Bursa Marmara gazetesinde “Orhan Rıdvan,” müstearı ile siyasi ve sosyal demeden yazdığım başyazılarımı belâ arar gibi “Mücahit Yılmaz,” diye yazmaya başlamıştım.

Burada tek tesellimin dağ ve dağcı arkadaşlarım olduğunu söylemeliyim. Bugünlerde beni en çok dinlendiren dağ oldu dersem kimse şaşmasın! Her şeye rağmen öğretmenlikten soğumuştum ama dağa ilgim daha da artmıştı.

GEZGİNCİ ÇOBAN GİBİ

Şubat/1988

“Ben, bir gezginim ve dağa tırmananım, ovaları sevmem,” diyordu gönlüne Nietzsche.. Mistik Dağcılığın ilkesi dağ ve şehir ikiliği çıkarmak olamazdı. Bu yüzden bizim “Dağı severim, ovaları sevmem,” diyen Nietzsche gibi lüksümüz yoktu. Hatta dağ ve şehir dargınlarsa barıştırmak gibi bir görevimiz bile vardı.

Bizim gezginliğimiz de dağda başlar dağda biterdi.  Velhasıl, yıllar yılı başta Merhum Usta İbrahim Ünal Taşkın olmak üzere, ben ve arkadaşlarım dağcılıklarını yaparken, yazdıkları şiir ve denemelerle, yaptıkları sohbetlerle hep Uludağ'a dikkatleri çekmişler; adeta onu yalnızlıktan kurtarmaya çalışmışlardır. Her birimiz aynen Paulo Çoelho'nun “Simyacı” romanındaki gezgin çoban gibiydik. Çoban yabancısı olduğu şehirde billuriyeci dükkânında çalışmaya başlamış; vazoları, kristalleri parlatmış, toz ve pastan dikkatleri çekmeyen mallar yüzünden hiç müşterisi kalmamış dükkâna müşteri çekmeyi başarmıştı. Biz de Uludağ'da aynen o çoban gibiydik. Eğer bu kadar yıllık çabalarımızla Çoban'ın billuriyeci dükkânına çektiği dikkati eylemimizle bir nebze olsun Uludağ'a, dağcılık sporuna çeker ve özellikle Uludağ'ın tanıtılmasına katkımız olursa kendimizi bahtiyar hissederdik.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : murat    08.05.2012
Yorum : Saygıdeger yazarım; sizin sayenizde dağa olan merkım arttı. Herhalde ben de en kısa zamanda daga çıkıp o havayı soluyacagım yazı dızınızı merakla takip ediyorum. bir öğretmen olduğum halde sizlerden öğrenecek daha çok seyimiz var. saygılarımla...





 
Mistik dağcılık hikâyesi... - Sayı 77
Mistik bir dağcılık hikây... - Sayı 76
Mistik bir dağcılık hikây... - Sayı 75
Mistik bir dağcılık hikây... - Sayı 74
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (125):
Çocuk; insanlık zincirinin ebediyet halkası...

Son Eklenen Yorumlardan
 Amin.... Ömer Faruk Erkoyun

 Amin.... Ömer Faruk Erkoyun

 Merhaba. Mən n Azərbaycandan yazıçı Gülər Natiq İsaq ✍️ Bu şeiri çox b&#... Guler

 Altıntaş Hanımefendinin Ey Güzel şarkısının akorlarını çıkarmak üzere sözlerini aradım ve ne mutlu b... Zafer

 Altıntaş Hanımefendinin Ey Güzel şarkısının akorlarını çıkarmak üzere sözlerini aradım ve ne mutlu b... Zafer


“Yeni Dünya Düzeni” diye bir şey attılar ortaya… Ondan sonra ne ses çıktı, ne soluk… “Yeni Dünya Düzeni” dedikleri, boşluğun sessizliğini dinlemek gibi bir şey mi acaba?..
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Ana baş tacı olmalıdır
Dervişan bohçası III
Annelerin zaferi
Hayatın merkezi anneler
İddiamıza arşivimiz delildir


Ali Erdal - Annelerin zaferi
Ali Erdal - Yolculuk
Ali Erdal - Kardelen’in 35. topl...
Kadir Bayrak - Anneme...
Bedran Yoldaş - Kelimelerin dansı aş...
Ekrem Yılmaz - Ana güç
Ekrem Yılmaz - Esip geçen ömürmüş
Ekrem Yılmaz - Aşk ile
Dergi Editörü - İddiamıza arşivimiz ...
Site Editörü - Hayatın merkezi anne...
Necip Fazıl - Şiirlerim ve şairliğ...
Necdet Uçak - Deme
Necdet Uçak - İster ağla istersen ...
Mustafa Büyükgüner - Heybemden
Mustafa Büyükgüner - Gazzeye ağıt
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Analar baş tacımızdı...
M. Nihat Malkoç - En sıcak sözcüktür a...
Hızır İrfan Önder - Bir anne arıyorum ac...
Ayhan Aslan - Toprak
Ayhan Aslan - Vuslat
Olgun Albayrak - Aşkın tarihi
Mehmet Balcı - Trabzon’dan üç portr...
Mehmet Balcı - Bizdedir
Mehmet Balcı - Ağıt
Hasan Tülüceoğlu - Göbeklitepe’de Hz. İ...
Ahmet Çelebi - Efendim
Kubilay Ertekin - Putlar ve putperestl...
Halis Arlıoğlu - Şaşırmadık
Murat Yaramaz - Anne duası
Gözlemci - Hadiselere bakış
Muammer Zeki Aygur - Hani nerede
İsmail Güçtaş - Demokrasi
İsmail Güçtaş - Örümcek ağı
Cemal Karsavan - Mutluluğumsun her za...
Heybet Akdoğan - Bu kaybedişler bizi ...
Ayşe Yaz - Sivil itaatsizlik
Servane DAĞTUMAS - Modern Azerbaycan ed...
Yaşar Akyay - Ana baş tacı olmalıd...
İbrahim Durmaz - Annem
İbrahim Durmaz - Anne
Turgut Yörükoğlu - Dervişan bohçası III
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 15717142
 Bugün : 272
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 656089
 Bugün : 2
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 1079
 124. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 3
Son Güncelleme: 9 Mart 2025
Künye | Abonelik | İletişim