Olaylara bakış Av. Kadir Bayrak Sayı:
74 - Ekim / Aralık 2012
Geride bıraktığımız üç aylık süreçte ülke gündeminde öne çıkan önemli başlıklar yine Suriye'deki iç savaş ve bunun Türkiye'ye yansımaları ile artan terör olayları oldu.
Milletin “dindar cumhurbaşkanı” olarak görüp öyle muamele ettiği rahmetli Özal'ın naaşının yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında açılması ve adli tıp kurumuna götürülmesi, Ak Parti'nin üçüncü olağan kongresi ile Alex'in Fenerbahçe'den ayrılışı da hafızalarda kalan diğer başlıklardı…
İMTİHAN
Türk dış politikası Suriye üzerinden imtihan ediliyor.
Komşularla sıfır sorun anlayışı üzerine kurulan ve uzun bir dönem olumlu neticeler doğuran dış politika anlayışımız, Suriye'de patlak veren hadiseler sonrasında ciddi eleştirilere konu oldu.
28 Şubat darbesini araştırma komisyonunun daveti üzerine Meclis'te ifade vermek üzere sıraya giren medyamızın büyük aktörlerinin yazarlarına ve ana muhalefet partisine bakarsanız Suriye'de çamura batmak üzereyiz. Öyle midir, değil midir bir tarafa daha düne kadar millet dışında ve millete rağmen hemen bütün güç odaklarıyla beraber hareket eden, bugün de aynı düşüncede oldukları muhakkak olup fırsat bulamayan kalem sahiplerinin bu tavrı karşısında iki kere düşünmek gerekiyor.
Buna rağmen şu gerçeği de göz ardı edemeyiz; eleştiri yapmak kişi ve kurumların en doğal hakkı, yeter ki yapılan eleştiri doğruya kapı aralasın…
KIRMIZI ÇİZGİLER
Ak Parti iktidara geldiği günden itibaren hemen bütün sınır komşularımız ve bölgemizdeki diğer ülkelerle yakın ilişkiler kurmaya azamî gayret gösterdi. Soğuk savaş sonrası yeniden şekillenen milletler arası ilişkiler de buna imkân verdi. 10 yıllık süreçte bugüne kadar dış politikamızın kırmızı çizgileri olarak bilinen ve dayatılan pek çok anlayışın terk edildiğini birlikte gördük.
Ancak kardeşlik, akrabalık ve dindaşlık bağları üzerinden kurulabilecekken, sırf içerdeki irtica öcüsüne prim vermemek adına ötelenen İslâm ülkeleriyle ilişkiler bu dönemde tesis edildi.
Arkasındaki ormanı gizlemek adına gözlerimizin önüne iki kibrit çöpü halinde düşman diye konulan Yunanistan ve Bulgaristan'la esasında çözülemeyecek meselelerimiz olmadığını bu dönemde anladık.
Kadim ve büyük düşman Rusya'yla, tarihten gelen en eski düşman Çin'le de ticaret yapılabileceğini, vizelerin bile kaldırılabileceğini gördük.
Çok daha ileri seviyede teknolojiye ve silâh üretme kapasitesine sahip diğer ülkelerin İran'ın nükleer enerji programına karşı çıkıp bunu savaş sebebi saymalarına tavır koyup meselenin diplomatik yollardan çözülmesi gerektiğini dile getirdik.
Kapısında yarım asırdır beklediğimiz Avrupa Birliği'ne “almazsan alma, sen kaybedersin” tavrını sergileyebildik.
Hepsinden önemlisi “one minute” çıkışıyla ilk kez dış politikamız olması gereken yere doğru hamle yaptı. Bugün Suriye ve terör meselesiyle bu çıkışın bedeli ödetilmek istense de bu hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğu, bir gün mutlaka olacağı gerçeğini de unutmamak gerekiyor…
SURİYE
Suriye meselesinde sözde müttefiklerimiz tarafından yalnız bırakıldığımız ve bütün yükü omuzladığımızda şüphe yok. 10 yıl gibi dış politika anlayışında çok kısa kabul edilen bir sürede yukarıda sayılanları yapmaya başlayan Türkiye'yi bu bölgede rahat bırakmayacaklarını tahmin etmek de zor değil. Bir zamanlar elinde cetvel Ortadoğu’yu şekillendiren Batılı devletlerin, yeniden güç kazanan Rusya'nın, dünyanın ikinci gücü olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Çin'in, bölgesinde söz sahibi olmak isteyen İran'ın olup biten karşısında köşesinde sessiz sedasız kalmasını ve bu toprakların kaderini Türklerin eline bırakmalarını beklemek hayalcilik olurdu.
Dış politikamızı idare edenlerin de bu gerçeği göz ardı ettiğini sanmıyoruz. Birleşmiş Milletlerin yapısına yönelik dış işleri bakanı ve başbakan tarafından getirilen ciddi eleştirileri de bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
TERÖR
Türkiye'nin bölgesinde aktif rol almaya başlamasıyla terör olaylarında bir artış da meydana geldi. Yakın zamanda art arda gelen şehit haberleri milleti derinden sarstı. Türkiye'nin almaya çalıştığı yeni pozisyondan rahatsız olan dış güçlerin bu işte parmağının olduğu ve terörü tetiklediği muhakkak. Ak Parti iktidarından başvurdukları türlü yöntemlerle kurtulamayan içerdeki şer güçlerin de artan terör olayları karşısında en iyimser tahminle ellerini ovuşturduklarını tahmin etmek zor değil.
Başta genelkurmay başkanı olmak üzere kuvvet komutanlarının sık sık terör olaylarının yaşandığı bölgeye gitmeleri, yürütülen operasyonları bizzat yönetmeleri, daha önceki tecrübelerde başarılı oldukları görülen polisin de mücadeleye aktif olarak dâhil edilmesi bundan sonraki süreçte terörle daha etkin mücadele edildiği ve edilmeye devam edileceğine dair kanaati kuvvetlendiriyor. Terörü destekleyen çevrelerin tavır ve sözlerindeki endişeler de gözden kaçacak gibi değil.
KOMUTAN
Burada Genelkurmay başkanı için ayrı bir yer açmak gerekiyor. Jandarma Genel Komutanıyken o zamanki idarî kadronun hükümet politikalarına muhalefet eder tarzda istifaları üzerine kendisine genelkurmaylık başkanlığı yolu açılan Sayın Özel'in orduya hâkim olup olamayacağı merak konusuydu. Kısa sürede bu tip endişeleri gideren ve haleflerinin aksine sürekli sahaya inen, bizzat operasyon yöneten, denetlemeler yapan komutanımızın milletin teveccühünü kazandığı aşikâr. Akçakale'de şehit olan vatandaşlarımızın evine yaptığı taziye ziyareti ve orada okunan Kur'ân-ı Kerim'i dinleyip, duaya el açıp iştirak etmesi basına yansıdı. Milletin ordusuna olan inancını arttıran bu tip davranışlara çok uzun yıllardır hasret kaldığımızı kaydedelim.
ÖZAL
“Adriyatik'ten Çin Seddi'ne” diyerek bu coğrafya üzerindeki gücümüze dikkat çekmiş, belki de Viyana bozgunundan beri ilk kez devletimizin önüne ciddi bir hedef koymuştu. Rahmetli boyuyla ters orantılı bir şekilde cesur, bir o kadar da zekiydi. Sovyet zulmünden kurtulup, gözümüzün içine bakan Türk cumhuriyetlerine ağabey edasıyla kucak açmıştı. Birinci Irak işgalinde Kuzey Irak'a girmeyi teklif edecek kadar uzak görüşlüydü. Belli ki bugün başımıza örülmeye çalışılan oyunları o günden görmüş bunun tedbirlerini almak istemişti. Bu amaç doğrultusunda çalıştığına başta Allah bütün millet şahittir. Etrafında kendisini anlayan, güvenilir bir kadro kuramadığı belki de kurdurulmadığı için muvaffak olamadı. Kaderin ne nazik tecellisidir ki ölümü bile Türk cumhuriyetlerine yapılan bir ziyaret sonrası gerçekleşmişti.
İşte şimdi şüpheli görülen o ölümü üzerine başlatılan bir soruşturma kapsamında rahmetlinin mezarı yeniden açıldı ve naaşı Adli Tıp Kurumu'na incelenmek üzere götürüldü. Ölümünün üzerinden 19 yıl geçmiş olması sebebiyle mezarda araştırmaya esas hiçbir materyal bulunamayacağını zannedenler, rahmetlinin naaşının hiç bozulmadığının öğrenilmesi üzerine hayal kırıklığına uğradılar. Adalet Bakanı mezarın açılması üzerine yaptığı açıklamada “Mezarda ne bulacaksınız diyorlardı. Ancak şunu belirteyim ki adli tıpçılar çok önemli veriler elde etti” derken, basında rahmetlinin mezarı gömüldükten bir gün sonra açılsaydı ancak bu halde olacağına dair açıklamalar yer aldı.
Bedeninin çürümemesi üzerine türlü ilmî izahlar yapılmış olsa da o ihtimalleri de bir yaratanın olduğu idrakiyle meseleye bakmak gerekiyor. Rahmetli kendisine suikast düzenlendiğinde “Allah'ın verdiği ömrü, O'nun isteğinden başka alacak yoktur, biz de O'na teslim olmuşuz” diyecek kadar inançlı, kader karşısında teslimiyetçiydi.
Rahmetlinin naaşının bozulmamasını biz, O'nun takdirine sığınmanın ve Müslüman Türk milletine yapılan samimi hizmetin nasıl karşılık bulduğunun bir delili olarak görüyor ve böyle anlıyoruz…
|