Darfur'da ne var ne yok... Ziya Paşa Akyürek Sayı:
75 - Ocak / Mart 2013
Yolumuz yetimlerin diyarına düştü. Darfur'a doğru yol aldık. Vardığımızda yanımızda elinden tutup götürdüğümüz on dört yüreği gözlerine inmiş arkadaşımız vardı. Çok yer gezdik orda, çok şeye şahit olduk. Ama bu yazının konusu gözlerinden ruhumuzu sallayan yetimler olduğundan, bu yazı da bir gezi yazısı değil bir gönlün itiraflarıdır.
Yetimlerin kaldıkları yerde diz çöküp kaldık. Seksen kişilik iki yüz kişilik yetimhanelere uğradık. Hepsinin elinde bir tahta vardı. Sorduğumuzda bu nedir diye, defterleri olduğunu öğrendik. Ne yersiniz ne içersiniz diye sorduk sabrın kahramanlarına, sevgiye susamışlara, gözleriyle kalbimizdeki zulmetleri yok eden has güllere. Bir öğün yemek yerlermiş; o da bir çeşit, bir dilim ekmekten ibaret. Üzerlerinde tek kıyafetleri var. Dünya bunlara kendini kabul ettiremiyor anladık. Ne var ne yok diye sordu oradan gelince bir dostum. Ona dedim ki:
Günahsız gözler gördüm. Boşluğa bakar gibi bakıyorlar. Bizi necip milletimizi çok seviyorlar. Ve elimizden annelerinin ellerinden tutar gibi tutuyorlar. Yüzlerinde görmediğim tebessümün gönüllerindeki tokluktan olduğunun farkına varıyorum. Başım önümde, bir yetimhanenin duvarına çöküyorum. Elimden Orhan Erdoğan tutuyor ve “Ziya hoca vakit koşturma zamanı” diyor. Evet, insanların meseleler karşısında boş duranlar ve koşturanlar diye ikiye ayrıldığını öğrendim. Meselenin altında ezilmek değil, meselelerin karşısında seher bereketi olmak gerekiyor. Derviş azığıyla yol alanlar gönülsüz koşuyorlar. Yetim yüreğimdeki sesi dinledim. Yetimler bilir sadece bayram günü bayramı özlemeyi, gelmeyenin yollarına intizar ile gelmeyeceğini bile bile bakmayı, bitmeyen geceleri, hayatı hayat kılan şeyin sevmek olduğunu, annenin babanın evlat için yıkılmaz bir devlet olduğunu… Ellerimden tuttular; ben mi onlarla ilgilendim onlar mı benle anlayamadım.
Ve utandım… Şimdiye kadar ahesterevlik ettiğime, sevgime sınır koyduğuma, yalancı remillere sinir duyduğuma. Yok, yok olunca var olurmuş. Yetimler sabah uyanıyorlar. Davudi sesleriyle Kelamullah'ı okuyorlar. Zamanı ayaklarına çağıran bu yüzü yerdeler gönüllerimize en büyük nasihati ediyorlar. İnsanları sevmek ve sevdiğini belli etmek akılın yarısıdır, sözüne halleriyle işaret ediyorlar. Yokluğunun yetimi olduğumuz Efendimiz'i (sav) orada daha iyi anlıyoruz. Sevgili buyurmuş ki: “Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan fakiri yedir, yetimin başını okşa!..” Kalbimizin tıkanmış damarlarından bir şeylerin aktığını hissettim. Yetim kelimesinin sırrına hep inandım. Kalbime ayrı bir dokunur yetim sözcüğü. Yetim yüzleri ise kalbimi deler geçer.
Bizim varlıktaki yokluğumuzu anladım gidince. Akşamın zulmeti ilk yetimhanelere çöküyor; ama onlar bu zifiri gecelere karanlıkları dağıtan bakışlar sunuyor ve gecenin en olmaz denilen yerinde varlık cilvesi gösterip azıklarını topluyorlar. Sabah ne yiyeceklerini düşünmüyorlar. Mutfakları olmadığından belki de…
Hangi elbiseyi giyeyim gibi bir dertleri de yok. Ağlarlardı belki de başlarını koyacak bir diz bulsalardı. Anne demenin tadını da öteye saklamış bu hayatı gün kadar ortada olan insanlar. Yokluğa kaç kere dillerinden anne sözü düştü kim bilir. Ama herkesin bildiği bir şey varsa o da o sese karşı bir aksi sedanın olmayışıdır. Merhamet diye bağırasım geldi kaç kere. Ağlamak istedim saatlerce… Ağlayamadım. Gözyaşları bile duygulara elçilik etmedi, edemedi. Şiir yazayım dedim; baktım ki kelimeler kaçıyor dilimden, gönlümden. Tespihime baktım o da tane tane olmuş titreyen ellerimde. Diyor ya bir dertli: “İki büklümdüm oldum dört büklüm”
Ben bir kul olarak bu kadar merhamet duyuyorsam, onları var eden ve varlığından haberdar eden zamanın içinde hikmetini gösteren ve yeryüzünde Hakîm, Mürettib, Mürebbi, Müdebbir ismiyle bize kendini gösteren Allah, elbette ki Rahmet nazarıyla onlara bakıyor. Bize ders veriyor ve sultanlığını bizi bir yetime muhtaç ederek anlatıyor. Biz muhtacız onlar değil. Bizim kalbimizin yumuşaması lazım. Ayette dendiği gibi:
"İman edenlerin zikrullah için kalplerinin saygı ile yumuşaması zamanı hâlâ gelmedi mi?" (Hadîd: 16) Yetimlerin yanında Allah'a giden yolları gördüm.
Şimdi bana oralardan bir türkü söylemek kaldı herkes bunu duyana kadar. “Ey nefis sıyrıl hazan duygularından ve bir yeşillik ol. Sıyrıl hazan duygularından ve bir yeşillik ol, uçuşsun kuşlar, kuşçuklar çevrende.. bir su kaynağı ol, koşsun bütün bağrı yanıklar semtine… Mumlar gibi eri ve etrafına ışıklar saç; hem öyle bir saç ki, mehtabı temâşâya dalmış olanlar, onu bırakıp da senin ikliminin pervanesi olsunlar. İnsanları tıpkı bir anne gibi öyle sıcak ve içten kucakla ki, hışmından korkanlar bile, tereddüt etmeden kendilerini senin kucağına atsınlar. Allah'ın sana ihsan ettiklerini sen de saç cömertçe etrafına; saç ki, insanı insanlara, Cennet'e ve Allah'a yaklaştıran en sırlı formül civanmertliktir.”
Orda kin yok, nefret yok, haset yok, gıybet yok… ne mi var şükür bestesinde sabırla pişmiş mecnunları yola koyan AŞK var Aşk…
Koy beni yalnızlığın olmadığı bir yere
Bir gölge bile gelip semtime uğramasın
Murat derim sevmekten sevilmekten öteye
Nazarın ki gönlümde derde yer bırakmasın
Gözüm yaşı unutsun şu kalbim de hicranı
Özlemek nedir desem onu bilen olmasın
Senden yana yorulsun benim bütün düşlerim
Sevmekte tereddüde zerre mahâl kalmasın
Yetim olan sabahsız geceleri unutsun
Fukarayı zenginle aynı safta göreyim
Öyle ver ki duadan istemeyi çıkarıp Sevdakâr mahkûm gibi yalnız ismini deyim
|