Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     4455 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Manzume
Ali Erdal

  Sayı: 76 - Nisan / Haziran 2013

(Konuşma: Büyük Doğu dersleri -2-)

“Büyük Doğu”nun ders olabileceğini gösteren ve nasip eden Allah'a hamd, insanlığın kurtarıcısı Kâinatın Efendisi'ne salâvat ve değer verip dinlemeye gelenlere selâm…

Bir kıtanın veya beytin, şiirin; ilk, son ve ortalarda olmak bakımından neresinden alınmış olduğu bilinebilir mi? Bilinebilir. 35 kıtalık bir şiirin içinde, yazılmamış bir mısranın veya kelimenin hangi özellikleri taşıdığı bilinebilir mi? Bilinebilir. Bunu cevaplandırabilmek için neyi bilmek gerekir? Manzumeyi, yani nizam haline getirilmiş parçanın tamamının; mânâ, vezin, kafiye, kıta, beyit bakımlarından vasıflarını bilirsek, parçasının; hangi özellikleri taşıması gerektiği, eksik kısımlara hangi vasıfta mısra veya kelime yazılacağı da bilinebilir. Tamir edilen tarihî binalar, binanın nasıl bir manzume olduğunun tespiti sayesinde, yıllar sonra bile eski haline getirilebilir.

Hatırlarsınız Cumhurbaşkanı rahmetli Özal'ın saçından bir tel alınıp incelenmesi sayesinde zehirlenip zehirlenmediğinin tespiti söz konusu olmuştu. Demek ki, beden isimli manzume bilinince, her biriminin nasıl etkileneceğini de bilmek mümkün.

Bir filimde görmüştüm… Rusya'da Amerikan ajanları, bir yerde katliam yapıyor. Ortaya çıkmasın diye öldürdüklerini yakıyorlar. Zaman içinde kemikler bulunuyor… İnceleniyor… Ve kemiklerden ölenlerin kimlikleri tespit ediliyor, hattâ resimleri çiziliyor… İnsan denen manzumeyi görüyor musunuz? Her parçasına bütünün özellikleri yazılmış… Çünkü Hz Ali’nin (ra) buyurduğu gibi, “Parça, bütünün habercisi”. Yaratıcı; parça ile bütün arasında bir irtibat, bir denklem, bir muvazene kurmuş. Böylece insan, kendini tanımakla, bu nizamı kuranın olduğunu da idrak edebilir.

Ağacın; kökü, gövdesi, dalları, yaprakları, tomurcukları, çiçekleri, meyveleri, kesilince tahtası, tahtanın üzerindeki desenleri… Bir bütün manzume… Her biri, manzumenin parçaları… Bunlardan birini alınca, meselâ yaprağı alınca, onun diğer kısımlarının, meselâ meyvesinin nasıl olacağını biliyoruz. Sadece ağacı maddeleri değil, hayata tesirleri de manzumeye dâhil. Her ağaçtan her şey olmuyor. Her saz farklı bir ağaçtan yapılıyor. Yani ağaç manzumesine ses de dâhil… Mehterin büyük davulunun, kösün derisi, aslan derisinden olurmuş. Vurunca aslan gibi kükrermiş. Şekil, renk, desen, ses… Hepsi bir sistemin unsurları… Bunlar bildiklerimiz… Gövdesinden bir kesit alsanız ağacın… Tekerlek gibi bir parça kesseniz, içindeki desenlerden ağacın yaşı ve her yıla ait iklim özellikleri ve ağacın verimi kitap gibi okunabiliyor. Manzumeyi tanırsanız, parçasını da tanırsınız, parçayı bilirseniz, manzume hakkında bilgi sahibi olursunuz.

Her varlık bir manzume… Her tür de… Bugün amiplerin, basit canlılar olduğunu, bölünerek çoğaldıklarını biliyoruz… Solucanların bölünen parçaları ayrı ayrı yaşayabiliyor… Yani bir manzume değiller… Belki bugünkü bilgilerimiz eksik, belki manzume olmayanın, basit olacağının örnekleri.

İnsan, fert olarak olduğu gibi, insanlık olarak da manzume… Aile, cemiyet, yerleşim birimleri, köyler, mahalleler, kasabalar, şehirler, ülkeler, kıtalar, kâinat… Hepsi manzume… Yani her şey, bir yüce SİSTEM KURUCUNUN iradesine tâbi… Programına… Şifrelerine… Şifrelerinin, gizli kotlarının fark edilip, tasnif edilmesi, kitap haline getirilmesi ilim… Bunların tecellilerine hayran olmak aşk… İnsanlık şifreleri, gizli kotları bilmeden önce de, her şeyi bildiğini sanıyordu. O zaman bugün bildiklere bakıp nasıl her şeyi bildiğini iddia edebilir. Yunus'un dediği gibi:

“Gördüm diyen değil, gören

Bildim diyen değil, bilen

Bilen O'dur, gösteren O,

Aşka esir olan benem!”

Bize sadece teslim olmak kalıyor. Öyleyse insan manzumeyi yaratana teslim olunca, aşkla teslim olunca, en büyük ilmi kazanmış oluyor.

Ve her şey nizama girmiş halini korumak zorunda… Nizam bozulursa, yani sistem dağılırsa, onun felâketi oluyor… Kıyameti kopuyor… Yemek ekşidiği zaman, yani manzume halinden çıktığı zaman yenmiyor, hattâ zararlı oluyor…

Osmanlı devleti, manzume vasfını kaybetti; birileri yeniden nizamlamaya kalktı… Çünkü o devleti kuran ve ayakta tutan iman manzumesine aşkımız kayboldu; millet de, devlet de bozuldu… Devletiniz, manzumelikten çıktıysa veya hiç manzume olmamışsa, isyana da maruz kalır; beceriksiz, sen çekil ben idare edeceğim baskınına, yani darbelere de maruz kalır.

Meydan yerine, insan önüne çıkan her şey manzume olmak zorunda…

Bir yerinde, bir parçasındaki yanlış, en ufak bir bozulma, çürüme, eskime, yok olma, Bütünü bozar… Romalı senatörün dediği gibi, “Çizmemde bir çivi noksan olsa, Roma medeniyetini batmış sayarım!”

Ressamın tablosu, manzume olduğu için kıymet ifade ediyor… Üzerine damlayan küçük bir kıvılcım, milyon dolarlık eseri sıfıra indiriyor. Resim üzerinde yapacağınız, en ufak bir müdahale, bütün eseri değersiz hale getirir. Bir müzik eseri aynı şekilde…

Manzume; alanına ait her şeyi kuşatır, ona bir şey eklenemez ve ondan bir şey çıkarılamaz…

Eğer bir din benim dışımda da, bütün halinde doğrular vardır, diyorsa, kendisinin lüzumsuz olduğunu söylemi olur; o, din değildir. Bunun için İslâm, kendisine din adını verenlerin varlığından rahatsız olmaz, onların insanları bir süre eksiksiz bir manzume oldukları yolunda geçici olarak kandırdığını bilir.

Eğer bir din, haksa, insanları inanmaya zorlamaz… Kendisini ifade etmekle yetinir… En anlaşılacak şekilde ifade eder. batıl, zorlamaya muhtaç. Bilir ki, zorlamazsa, kimse kendisini kabul etmeyecek. Bugün dünyadaki İslâm düşmanlığının temelinde de bu var. Yani kendi inançlarının manzume olmadıklarını bilmekten gelen düşünce... İsterler ki, eksik bir bütün olan İslâm da insanlık tarafından öyle görülsün. Bu yönde insanlığı kandırmak için bin bir propaganda yaparlar.

Eğer bir dâva ortaya çıktıysa, bir fikir, felsefe ekolü ortaya çıktıysa, ya kendisinin bir manzume olduğunu söylemek, ya bir manzumeye istinat ettiğini belirtmek zorundadır. Bütün felsefe ekolleri; sosyalizm, faşizm, komünizm, kapitalizm gibi sistem çıkışları işte bunun için batıldır. Kendileri manzume değil, bir manzumeye de dayanmamaktadırlar.

İslâm bir manzume… Yani kâmil… Eksiği yok, yanlışı yok… İçinden bir şey atılamaz, dışardan bir şeyle tamamlanmaz… Eksiksiz, tezatsız bütün Büyük Doğu da, o kâmil manzumenin; kendi ifadesiyle, “İslâmiyet'in emir subaylığı”… “Başbuğ imanın her iradesini yeni insan ve yeni dünya üzerinde zerre zerre nakşedici köle bir emir subayından ibarettir.”

“O, hem bir mânâ, hem bir madde, hem bir zaman, hem bir mekân ismi…”

Yani bir manzume… Bunun mânâ tarafı şu: “Kendi içimizde ve kendi cebimizde kaybettiğimiz, sonra körler gibi el yordamıyla eşya ve hadiseleri sığayarak hep dışımızda ve yabancı ceplerde aradığımız, aradıkça kaybettiğimiz, kaybettikçe bulduk sandığımız, bulduk sandıkça kaybımızı derinleştirdiğimiz anahtarın kum üzerindeki yuvası… Büyük Doğu budur.”

Vazifesi de İslâm'ı yenilemek… İslâm'ı yenilemekten maksadın ne olduğunu Üstat'tan öğrenelim:

“İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir.

Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi… Aynayı yenilemek…

Güneş yenilenmez. Göz yenilenir.

İslâm, başı ve sonun olmayan ebedî yeninin ismi… Ona her an biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik…

'Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır' hadisindeki sonsuz hikmettir ki, yeninin ve yeniliğin sırrını getirmiştir.

İslâm'ın en yeni, değiştirilmez ve örnek nesli, Resul eliyle yuğurulan sahabiler…

Sahabilerin ardından 'Tâbî'ler bu nesil çizgisini uzatmışsa da, onlardan sonra dâva içtimaî plânda zaafa uğramış ve büyük ferdî zuhurların çevrelediği mahzun zümrelerden öteye geçilememiştir.

(…) Emevî ve Abbasî devrelerini takip ederek Türk'ün eline geçen İslâmî devlet livası, 600 küsur yıllık gerçek devlet hayatının ancak 250 senesinde böyle bir nesle yataklık etmiş, ondan sonra 200 yıl korkunç bir aşk ve üstün anlayıştan yoksunluk çığırına girmiş, 100 küsur senedir de, aynı ham yobaz ve kaba softa idrakinin tersine dönük şekliyle bütün cehdini İslâm'a karşı çıkmakta bulmuştur.

O gün bugündür ki, nesillere kahraman diye tanıtılanlar, İslâm'dan tiksinmenin fikrî ve fiilî icracıları olmuştur.

(…) İslâm, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye'de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye'de düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine ait İlâhî ihtar…”

Yunus diyor ki:

“İşidin ey yârenler,

Aşk bir güneşe benzer.

Aşkı olmayan gönül,

Misal-i taşa benzer”

Aşk bizi büyük devlet ve millet yaptı. Aşkımızı kaybedince bu hallere düştük. Aşk kaybolunca İslâm'a şeklen bağlılık, fikren ve zihnen başka aşklar arama gayretine girdik. İslâm'dan şüphe nihayet Tanzimat'la dolambaçlı bir şekilde, daha sonra da açıkça ifade edildi.

Abdülhakim Arvasî Hazretleri buyuruyor: “Bir şeyin yanlışı, butlanında belli olur.” Yanlışla doğrunun, kesiştiği çizgide… Zarın bir tarafı yanlış, bir tarafı doğru… Meyvanın yenmeyecek olması, çürümesiyledir… “Hattı butlan” derlermiş eskiler. Son çizgi… Batılı da, “Bir gömleğin yanlış iliklendiği son düğmede belli olur” diyor. O gün, bugün… Yani, gömleğin yanlış iliklendiğinin anlaşılacağı ve anlatılacağı zaman… Büyük Doğu bu işi yapacak… “Mademki orkestra, âhengindeki ifade bütünü ve nizamiyle bütün bir devlettir; şimdi onun telli, nefesli ve tokmaklı sazlarından her birini noktasında düğümleyici büyük senfonyaya başlamak zamanı gelmiştir.”

“Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı… Sadece 'Sünnet ve Cemaat Ehli' tâbirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyet'e yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti Yirbirinci  Asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi… Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı…”

Büyük Doğu'nun İslâm karşısında hiçbir istiklâli yoktur. Köle bir emir subayı:

“Şu halde Büyük Doğu, gûya hür ve istiklâlli fikir çıkışlarının bugünedek örgütleştirdiği sistem manzumeleri arasında, (…) kendi isim ve cisminin sadece, Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin gibi iman ve İslâm'a muhatap bir anlayış mihrakından başka bir şey olmadığını tekrar tekrar dile getirmek borcundadır. Tâ ki, bu vesileyle, iman ve İslâm'ın ne demek olduğu bir zevk sezişi halinde anlaşılsın…

Biz aklımızı, peşin olarak (sahibine) teslim ettik ve ondan sonra bize geri verilen akılla düşünmeye başladık. İşte esasta hür, istiklâlli, kudretli; ve eseriyle, tesiriyle her şeyiyle her şeyin üstünde olan akıl budur!”

İşte Büyük Doğu, İslâm'ın yeni neslini yoğuracak senfonyayı icra ediyor. Bütün Doğu ve Batı her işi bırakıp bunu dinlemelidir. Çünkü her ikisinin de yanlışı bu sayede düzeltilecek, bütün problemleri çözülecektir…

Doğu, bin bir tezadına rağmen bizim için istidatlı bir tarla, çünkü ruhçu… Batı ise kendisinden başkasını düşünmeyen maddeci… Ama eşyaya hâkimiyette başarılı… Biri ruhçu olmak bakımından iyi, öbürü maddeye hâkim olma gücünde… Ruhçu, aradığı ruhu bulacak, maddeye hâkim olan da, neyin adına maddeye hâkim olacağını öğrenecek; her ikisi de eksiğini “İslâm ışınlarını süzmeye memur bir prizma olan” Büyük Doğu'dan öğrenecek:

“Doğu, bu senfonyada kurtuluşunun bestesini dinlesin; o ki, ruhuna, sırtını döndürdüğü madde hakikatleri yıkıldı; ve bu yüzden asırlar boyu esir ve mukallit yaşadı ve yaşamakta… Ve Batı, yine bu senfonyada en aziz dâvasına kulak versin; o ki, maddesine, ihmal ettiği ruhun zaruretleri çöktü ve devirler boyu ihtilâç içinde kıvrandı ve kıvranmakta…” Doğu yanlış ruhçuluktan, doğrusuna yükselecek; Batı, aradığı ruhu bulacak.

Türkçe icra edilen bu senfonyanın ilk ve tabiî muhatabı ve sorumlusu biziz. Her halde bunun için;

“Sakarya, sâf çocuğu, masum Anadolu'nun,

Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!”

Dendi! Bunun için ayağa kalkmaya davet edildik:

“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”

İddia çok büyük… Bütün insanlık için Büyük Doğu ideali… “Bayram yerlerinde çocukların kâğıt ve kursaktan düdüklerle cızırdattığı cümbüş derekesindeki bir buçuk asırlık fikir hayatımızı, kemanından davuluna kadar en haysiyetli ses manzumesinin âletlerine ve terkip vahdetine kavuşturmak davasındayız.”

Buna karşılık kendinden ve eserlerini verdiğinden emin; şöyle diyebiliyor:

“Eğer bu dâvayı bütünleştirebiliyorsak, bizi ayakta ve saygıyla dinleyiniz; iddiamıza rağmen maskaralaştırıyorsak, maskaraların âkıbetine mahkûm ediniz!”

Atasözümüzün “keser döner, sap döner; bir gün hesap döner” dediği gibi, Rahmetli, ümidimizi de ifade ediyor…

Gelir isimli şiirinden:

“Gam çekme, böyle gitmez bu devran,

Nihayet sonuncu durağa gelir.

Hasretle beklenen gelir mutlaka;

Sultan fikir, şanlı otağa gelir.

Yırtılır güneşin kapkara zarı,

Dünyamız yepyeni bir çağa gelir.

Gökyüzü, yeryüzü, helâlleşirler,

Nur, kaçtığı yerden toprağa gelir.

Kal'anın burcunda çakar işaret;

Millet, dalga dalga bayrağa gelir.”

Onun sözleriyle selâmlayarak, son verelim:

“Zahirde 14 asır evvelinden başlamış olsan da, bütün zaman ve mekânı ezele ve ebede doğru kuşatan bayatlamaz yeni, solmaz renk, eğrilmez çizgi, geçmez ân, pörsümez güzel, değişmez doğru, örselenmez iyi ve anlaşılmaz ileri!.. Gayemiz sensin!” (26.04.2012)

(3 ve 4 daha sonraki sayılarımızda...)


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
İranın neye ihtiyacı var?... - Sayı 122
Kırk... - Sayı 121
Kırk gün bir ölüyü bekley... - Sayı 121
Sıradan bir filme bu alâk... - Sayı 121
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (122):
Tarih boyunca izlediği politikalar, güncel meselelerde takındığı tavır çerçevesinde, doğu medeniyetinin aslî unsurlarından İran'a bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 sağlık dileklerimizle, hürmetle...... naci eroğlu

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu


Tüm gazetelerimizin toplam tirajı, 70milyon nüfusa karşılık, 3,5 milyon…
Elâlemin memleketinde tek gazete bile çift rakamlı tiraja sahip. Mesela Japonya’da günde 13 milyon satan gazete var.
Bizde nüfus artıyor, gazete tirajları yerinde sayıyor, hattâ azalıyor. Demek ki “basın” diye piyasaya sürülen kâğıt parçalarına millet güvenmiyor. Bu güvensizliğe rağmen basından ödleri kopanlara yazıklar olsun!
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Anlam peşinde
Bizim olmayan gemide kaptan olmak
Parlamenter sistem ve mağdurları
Kırk gün bir ölüyü bekleyeceksin
Niye döktün gözyaşımı


Ali Erdal - Anonim eserlerin kıy...
Ali Erdal - Sıradan bir filme bu...
Ali Erdal - Kırk gün bir ölüyü b...
Ali Erdal - Kırk
Necip Fazıl Kısakürek - Kıraat kitabı
Ekrem Yılmaz - Derinlik
Ekrem Yılmaz - Yapamıyorsan hayal e...
Ekrem Yılmaz - Kürtlerin PKK ile im...
Dergi Editörü - Çare
Site Editörü - Anlam peşinde
Necdet Uçak - Niye döktün gözyaşım...
Necdet Uçak - Olacak
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Malazgirtin aslanlar...
M. Nihat Malkoç - Anadolu Türk masalla...
Ayhan Aslan - Yamyam
Mehmet Balcı - Şimdi
Mehmet Balcı - Dönemem
Ahmet Çelebi - Gazzeli çocuğa
Halis Arlıoğlu - Parlamenter sistem v...
Halis Arlıoğlu - İçimde bir yara var
Murat Yaramaz - Artık yeter
Murat Yaramaz - Masal
Mevlüt Yavuz - Sanma ha!
Cemal Karsavan - Seni düşünürüm
Heybet Akdoğan - Gülsema
Emine Öztürk - Hapis
Zekeriya Yılmaz - Bıraktın
Mehmet Ali Metin - Doğu ve Batı’nın hik...
Yaşar Akyay - Bizim olmayan gemide...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14443869
 Bugün : 2730
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 627611
 Bugün : 332
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 72
 121. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim