Dondurma tekkesi Yavuz Sert Sayı:
76 - Nisan / Haziran 2013
Burusa eşrafının zenginlerinden Hasan Efendi’nin mahdumu Osman, karşısına bıçakcı namlı Haydar’ı almış planını anlatıyordu:
–Bak Ağa, ben herşeyi ayarladım, sen yatsıdan sonra peder eve döner dönmez arkasından girip işini halledivereceksin. Aman geç kalmayasın ha! İşini de çabucak bitir, fazla yorma pederi.
Osman’ın bunları söylerkenki tavrı, daha önce bu tür işleri çokça yapmış Bıçakcı Haydar’ı bile hayrete düşürmüştü.
–Merak etme Osman Efendi, mangırdan haber et hele.
Cebindeki iki altını uzatarak:
–Al bunları, gece işler yolunda giderse üç dene daha alırsın. Sonra tanımam ha seni. Sen de beni tanıma.
–Kime yıkacaksın bu gâvurluğu?
–Ha, gelelim o işe. Bak şimdi, bizim orda Fırıncı Yusuf var. Safın teki. Pederi yeni göçtü, borç da bıraktı. Fırından geç çıkar Yusuf, çıktığı saatte de bizim kapı önünden ondan başkası geçmez. Ben ona pedere ulaştırsın diye emanet vericem, senden hemen sonra eve o girecek. Arkasından da Bekçi Ahmet Efendi ile buluşma ayarlayıp sokaktan geçeceğim ki benle beraber bir şahit daha olsun. İki şahitle adamı astırırız be, hele de birisi bekçi olursa.
–Eyi bakam, ben altınıma bakarım. Gerisi sana kalmış.
Osman, şimdiden konacağı mirası düşünüp keyiflenirken Bıçakcı Haydar içinden “analar neler doğuruyor” demeden edememişti.
* * *
Fırıncı Yusuf, daha doğrusu yeni lakabı ile Derviş Yusuf, validesi ile beraber yaşayan, kendi halinde bir garibandı. Tüm gün fırında çalışır, geçimini buradan sağlardı. Hafta günlerinde de tekkesine gider, Efendisinin cemalini görmek için can atardı.
Yusuf henüz yeni derviş sayılırdı, iki sene anca olmuştu intisab edeli. Sadiyye yolunun Vefaiyye kolunun dervişiydi. Aslında yola girmeye niyet ederken yoldan ziyade Efendisine vurulmuştu. Halen de ilk günkü gibi âşıktı Efendisine. Sadiyye Şeyhi Şeyh Mustafa Efendi’ye...
Sahafhanede kitap alım satım işi ile meşgul olan Şeyh Mustafa Efendi aslen Halebli -bu yüzden el-Halebî de denirdi kendisine- orta boylu, gür sakallı, edib, vakur, halkın çok sevdiği biriydi. Özellikle Burusa’nın güneyinde, Deve Tarlası denilen mevkide peydah olan, halkın büyüklüğünden dolayı ejder dediği ve kimsenin bertaraf edemediği bir yılanı kolayca def etmesi bu sevginin daha da artmasına neden olmuştu. Şeyh Efendinin akrep, yılan gibi zehirli hayvanlar üzerinde tasarrufu konusunda daha bir çok keramet anlatılırdı.
Şeyh Efendinin mürşidi olduğu Zincirî Ali Efendi tekkesi Burusa’nın Yerkuyu mahallesindeydi, tekke ile ilgili iki rivayet vardı. Hz. Üftade’nin Kütüphanesi olarak Zincirî Ali Efendi’ye terk ettiğini söyleyenler olduğu gibi, Ali Efendi’nin bizzat inşa ettirdiği de söyleniyordu. Tekke önceleri bir Halvetî tekkesiydi, Ali Efendi’nin irtihalinden sonra bir müddet seddedilen tekke, yine Ali Efendi gibi beline zincir taktığı için “Zincirî” olarak meşhur Şeyh Abdullah Efendi tarafından tekrar ihya edilmişti. Abdullah Efendi’den sonra yine bir süre atıl kalan tekke, daha sonraları Sadiyye’nin Vefaiyye kolunun pîri Şeyh İbrahim-i Ebu’l Vefai’ş Şamî hazretlerinin hulefasından Şeyh Ali Hulusi Efendi’den hilafet alan Şeyh Mustafa Efendi’ye teslim edilmişti. Bundan sonra tekke Sadiyye tekkesi olmuştu.
Tekkenin hafta günü perşembeydi. Derviş Yusuf haftalık iznini perşembeleri kullanırdı.
O perşembe de, her zaman yaptığı gibi öğle namazından önce Zincirî Ali Efendi tekkesine doğru yol tuttu. Bugün özel bir gündü, çok sevgili şeyhinin selefi Şeyh Ali Hulusî Efendi hazretlerinin irtihalinin yıldönümü vesilesi ile mevlidi şerif de okunacaktı.
Derviş Yusuf mevlidleri ayrı severdi. Sevmesinin nedeni, mevlidlerde Efendi hazretleri maksuredeki makamına oturacağı için ona çok yakın bir yere oturup cemalini seyredebilmesiydi. Her mevlid-i şerifte buna dikkat ederdi.
O gün de öyle yaptı, biraz erken davranıp Efendisine çok yakın bir yere oturdu. Hasretle mevlid-i şerifin başlamasını bekledi. Herkes yerini aldıktan sonra hep birlikte kıyam ettiler, Efendi hazretleri maksuredeki postuna oturdular ve müsaadesi ile mevlid-i şerif başladı.
Yusuf bir yandan mevlidi dinliyordu, ama hem kafa gözü hem gönül gözü daha çok Efendisine doğru dönmüştü. Mevlid-i Şerifin ilk kısmı bitince Şeyh Mustafa Efendi duaya başladı. Çok sevdiği selefi Ali Hulusi Efendi’den bahsederken mübarek gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. - Senin sakalının bir teline kurban olayım ah Efendicim...
Diye Şeyh Efendi hasretini dile getirirken Yusuf’un da gözünden bir damla düştü ve içinden “Ah Efendicim, ben de sizin sakalınızın bir teline kurban olayım” diye geçirdi.
Yusuf, Efendisini bu kadar çok severdi. Bu sevginin tezahürü, bazen aklına mısralar gelir, edebi değeri olmasa da muhabbetinin nişanesidir diye bir kenara yazardı. Bir keresinde şöyle yazmıştı:
“Kalû beladan muradım Halebîymiş meğer,
Öyle bir saadet ki, iki cihana değer...”
Bir diğeri de şöyleydi:
“Dilimde duam, Aşk-i Rasûllillah,
Şeyhim Halebî’dir, elhamdülillah.”
Mevlid-i şerif bittikten sonra öğle namazına geçildi. Namaz sonrasında kıyam zikri yapılacaktı. Dervişler hızlıca karşılıklı zikir saflarını oluşturdular ve hürmetle Efendilerini beklemeye başladılar. Şeyh Mustafa Efendi tüm heybeti ile zikir meydanına gelip kıbleye doğru tazim ettikten sonra postuna oturdu, dervişlerine de eli ile oturmalarını işaret etti. Dervişler dizdize oturarak halka yaptılar.
Şeyh Mustafa Efendi, Burusa’da çok sevilen ve bilinen bir mürşid olduğu için dervişleri çokçaydı. Yusuf yeni derviş olduğundan bazen üçüncü, bazen dördüncü halkada yer alıyordu.
Şeyh Efendi’nin duası ve Fatihâsından sonra “kelime-i tevhid” zikrine başladılar. Meydan “La ilahe illallah” zikri ile inliyordu. Zakirler de Sadî evradını söylemeye koyuldular.
Bir süre sonra Şeyh Efendi “illallah” diyerek zikri sırladı, daha sonra dua ve Fatihâ ile kıyam zikrine geçildi. İlk olarak “Hû” ismi ile başlayan zikir, sonrasında “Hayy” ismi ile devam etti. “Hayy” isminden sonra kalbi zikre geçildi, aynı esnada vurmalı sazlar da zikre katıldı.
Kalbi zikre geçince Meydancı dede ve tekkenin hizmetlileri ellerindeki hasta bebek ve çocuklarla meydana girdiler. Halkayı yarıp meydanın ortasına dizilen çocukları yüzüstü yere yatırdıktan sonra Şeyh Mustafa Efendi çocukların üstüne basarak kıyam zikrine devam etti.
Dışardan birisine çok acayip gelecek bu harekete Sadiyye tarikatında “Devsiyye” denilirdi. Devsiyye her zaman yapılmazdı, Şeyh Efendi, Efendisinin mevlidi olduğu için Devsiyye yapılacağını daha önce ilan etmişti.
Artık meydan “Allah, Allah” zikri ile çınlıyordu ve vurmalı sazlara ziller de eşlik eder olmuştu. Dervişler ismi celal zikri yaparken Şeyh Mustafa Efendi de çocukların üzerinde onların şifası için dua ediyordu.
Dervişler ismi celale devam ederken Şeyh Efendi çocukların üstünden indi ve tekke hizmetlileri hemen onları meydandan aldılar. Şimdi Şeyh Efendi dervişlerinin önünden geçerek zikre devam ediyordu.
Kıdemli bir dervişin karşısına geldiğinde Şeyh Mustafa Efendi durdu ve dervişi ile göz göze bakışmaya başladılar. Bir müddet sonra o derviş için zaman durdu, donakalmıştı. “Devsiyye” gibi bu da Sadiyye yoluna özeldi ve buna “Sadî dondurması” denirdi.
Devsiyye’de olduğu gibi dervişin donması da diğer dervişlerin dikkatini hiç dağıtmamış, onlar adeta vecd ile ismi celali zikretmeye devam ediyorlardı.
Şeyh Efendi, ilk halkadaki dervişlerinin herbirinin önünden geçerek zikre devam etti. Şeyhin dondurduğu derviş halen o kaldığı şekilde, kıyamda, hiç kıpırdamadan adeta donmuş şekilde duruyordu.
Şeyh Efendinin “İllallah, Muhammeden Rasullullah” demesi ile tüm dervişler zikri bırakıp tazim eder hale geldiler. Şeyh Efendi dondurduğu dervişine doğru gitti ve yüzüne doğru hafif üfledi. Derviş birden canlandı ve o da tazim ederek halkadaki sırasına girdi.
Şeyh Mustafa Efendi’nin okuduğu gülbank ile merasim sona ermişti. Şeyh Efendi ve halifelerinin meydandan çıkmasından sonra dervişler de meydandan çıktılar ve kahve ve cıgara için ocağın bulunduğu büyük odaya geçtiler. Derviş Yusuf ve diğer dervişler çaylarını içerken tekkenin kapısında bir hareketlilik oldu. Meydancı dede hemen kapıya koştu, gelenler kullukçulardı. - Hayırdır ağalar, kıyam için geldiyseniz geç kaldınız. Buyurun lokma yiyelim.
Kullukçular oldukça serttiler:
–Şeyh baba, lokma falan istemez, sizin dervişlerden biri lazım bize, Fırıncı Yusuf. Hemen gelsin!
Meydancı dede, “Hayırdır” demeye kalmadan kullukçular ısrarlarını artırdılar. Meydancı dede içeri gelerek Yusuf’a seslendi:
–Oğlum hayırdır, ne işin olur senin kullukçularla?
–Babacım bilmiyorum...
Yusuf’un kapıya gitmesi ile kullukçuların onu karga tulumba kollarından tutup almaları bir olmuştu.
* * *
Burusa başkadısının makamında, kullukçular, Yusuf, Osman, bekçi Ahmet Efendi vardı. Başkadı hemen söze başladı:
–Hüseyin’den olma Yusuf Efendi, şahitlere göre Osman Efendi’nin pederleri, Burusa’nın esnaflarından Rüştü Efendi’yi katletmişsin. Rüştü Efendi’nin mahdumu ve zabıt Ahmet Efendi seni maktulun evinden çıkarken görmüşler. Borçlarından dolayı hırsızlık için girdiğini söylüyorlar. Ne dersin?
Yusuf bir anda neye uğradığını şaşırmıştı. Heyecandan dili damağı kurudu. - Kadı efendi, ben... Heyecandan bir türlü sözleri toparlayamıyordu. - Yusuf efendi, maktulu sen mi boğdun?
Yusuf heyecandan bir anda yere yığıldı. Kendine geldiğinde kadı efendi tekrar sorunca kendine gelmiş gelmemiş bir halde:
–Fırından çıkınca... Osman eve emanet götür dedi... Ondan gittim... Ben... - Pederinden çok borç kalmış, alacaklılar çok sıkıştırıyormuş, doğru mu?
–Doğru, doğru ama... Ben yapmadım. Tövbe, öyle şey eder mi derviş kısmı...
Sözleri ağzından belli belirsiz çıkıyordu, kadı efendi Yusuf’un bu heyecanını suçlu olmasına bağladı. Üstelik birisi bekçi olan iki de şahit vardı. Üstüne Yusuf’un borçlu olması da eklenince başkadıı efendi söz aldı:
–Osman Efendi, görünen o ki, pederinizin katili Yusuf’tur. Sulhde hayır vardır, bedelini ödemesi kaydi ile sulh yapmayı kabul eder misiniz?
–Kadı Efendi, kısasa kısas isteriz. Son sözümüz budur.
Kalem kırılmıştı, Derviş Yusuf daha kendini savunamadan suçlu bulunmuştu. Kadı Efendi son sözlerini söyledi:
–Rüştü Efendi’nin katili Yusuf efendi, bu suçunun cezası olarak yarın sabah namazından evvel idam edilmesine... Anasına haber edin gelsin görsün evladını.
* * *
Yusuf’un validesi Hacer hatun, oğlu ile konuştukları gibi hemen tekkeye koştu. Daha kapıya varmadan:
–Efendi, Efendi, himmet edin Efendi, kurtarın oğlanı...
Meydancı dede, Hacer hatunu Şeyh Mustafa Efendi’nin hücresine aldı, o zamana kadar telaşından ne yaptığını bilmez halde olan Hacer Hatun, Şeyh Efendinin cemali ile biraz olsun sukûnete kavuşmuştu.
–Ey Yusuf’un anası, merak etmeyesin, biraz sabır buyur. Tetkik ettik ki, derviş oğlumuz suçsuzdur. Pîrimizin himmeti ile çaresine bakacağız.
Şeyh Efendi, pişkademi derviş Nazım’ı yanına çağırdı. Belindeki şeddi çıkartıp:
–Nazım, şu şeddi al, oğlumuz salb olunacağı vakit orada ol. Hacer hatun, oğlunla görüş, salb olunacağı vakit hiç korkmasın, derviş Nazım’ın elindeki şedde dikkatlice baksın.
* * *
Cuma sabahı, meydanda darağacı hazırlanmış, meraklılar beklemedeydi. Bekleyenler arasında Yusuf’un anası, derviş Nazım ve birkaç derviş daha vardı.
Yusuf darağacına çıkınca validesi dayanamadı bayıldı. Nazım gayet sakin, urganın Yusuf’un boynuna geçmesini bekliyordu. Yusuf da derviş Nazım’ı gözden kaçırmamak için pür dikkat ona bakıyordu.
Sonunda o an geldi, cellât urganı Yusuf’un boynuna geçirdi. Derviş Nazım, Efendisinin verdiği şeddi eline aldı, Yusuf “Himmet ya Hazret-i Pîr” diyerek şedde doğru bakmaya başlamıştı.
Cellât, Yusuf’un ayağının altından tabureyi çektiğinde annesi hâlâ baygındı.
Cellât ve diğer görevliler Yusuf’un bedenini aşağı aldılar. Meraklılar dağılmaya başlamışlardı. Derviş Nazım, önce Yusuf’un validesini hizmetli dervişlerle tekkeye gönderdi. Bu sırada devlet görevlileri infaz ile ilgili işlemleri yapıyordu.
İşlemlerin yapılması, Yusuf’un bedeninin tabuta konması derken gün ağarmıştı.
Bu sırada Şeyh Mustafa Efendi, başkadıya giderek:
–Müddeîlerin maslubdan bir talebleri daha var mı?
–Kısas icra olunmuştur, hükm-i şer’i yerini bulmuştur Şeyh Efendi.
–O halde merhumu bize teslim ediniz, techiz-ü tekfinini icra edelim.
Başkadının müsaadesi ile Yusuf’un cesedi tekkeye alındı. Tekke dervişlerle dolmuştu, herkes merakla olacakları izliyordu.
Şeyh Mustafa Efendi, Yusuf’un başına geçti, duasını okudu ve onu telkin etti. Şeyh Efendi duasının sonunda nefesini içine çekti... Ve Yusuf’a doğru nefesini üfledi.
Birden bire Yusuf çığlık atarak kendine geldi. Dervişler hayretler içindeydi. Birden anlaşmış gibi:
–Şeyh dondurmuş, Şeyh dondurmuş...
Sesleri yükseldi meydandan.
Şeyh Efendi ise “Elhamdülillah” dedi belli belirsiz. Bu sırada Yusuf’un anası oğluna koştu ve hasretle sarıldı. Hem Yusuf, hem de anası Efendi hazretlerinin ayaklarına kapanmak isteseler de Şeyh Efendi buna müsaade etmedi.
–Yusuf oğlum, artık hayatının kalanını burada geçireceksin. Validen de tekkenin mutfağında hizmet edebilir. Ömrün boyunca buradan çıkmadan Hz. Pîr’e hizmet edeceksin. Hayırlı olsun evlâdım.
Yusuf bir yandan hayatının kurtulmasına, bir yandan da Pîrine ve Efendisine hizmetli olacağına o kadar sevinmişti ki, ne yapacağını şaşırmıştı, ağzından bir tek
–Eyvallah Efendicim.
Kelimeleri döküldü.
O günden sonra derviş Yusuf ve validesi hayatları boyunca Zincirî Ali Efendisi tekkesinde Hz. Pîr’in hizmetinde bulundular.
Geçen yıllarda olay kulaktan kulağa yayılmış ve artık tekkenin ismi “Dondurma Tekkesi” olmuştu.
· Bu hikâye, Bursa Mısriyye Dergâhının son postnişini Mehmed Şemseddin Efendi hazretlerinin “Yadigâr-i Şems” adlı eserinde, daha sonraları “Dondurma Tekkesi” olarak bilinecek olan “Zincirî Ali Efendi” tekkesinin ve bu tekkenin postnişinlerinden Şeyh Mustafa Efendi’nin anlatıldığı bölümde bahsi geçen olayın kurgulanmış halidir. Sadiyye tarikatının usul ve merasimleri ile ilgili bilgiler de Muhterem Ömer Tuğrul İnançer’in Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi için verdiği bilgilerden alınmıştır.
|