Olaylara bakış Av. Kadir Bayrak Sayı:
79 - Ocak / Mart 2014
HİKÂYEMİZ BAŞLIYOR...
Bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat darbesinin daha sıcaklığını yitirmediği bir dönemde, 2002 yılının son aylarında yapılan seçimleri açık ara farkla kazansa da Ak Parti'nin uzun süre iktidarda kalabileceğine pek kimse ihtimal vermiyordu. Genel başkanının, belediye başkanlığı döneminde aldığı hapis cezası sebebiyle “muhtar bile olamayacağı”nın manşetlere çekildiği o günlerde, iktidarın seçimi kazanan partiye, bırakın bir süreliğine verilmesini hiç verilmeyeceği ihtimali bile açıktan açığa konuşuluyordu.
O güne kadar, biz o gömleği çıkarttık deseler de partiye hâkim üst kadronun tamamının yetiştiği millî görüş çizgisindeki bütün partileri birer birer kapatılmıştı. Yurt içinde bu hava hâkimken, seçim zaferinden kısa bir süre sonra genel başkanın çıktığı yurt dışı gezileri bütün kanaatleri değiştirmeye yetti. Hiçbir resmî sıfatı olmamasına rağmen, sadece iktidara gelmiş bir partinin genel başkanı sıfatıyla gittiği ülkelerde, özellikle de Vaşington'da devlet başkanlarına mahsus törenlerle karşılandı ve ağırlandı. Belli ki Vaşington'un ve onun da arkasındaki güçlerin, bu genel başkanın başbakanlığına itirazı yoktu. Nitekim kısa bir süre sonra rüyalarda bile olması muhal bir şey oldu; ana muhalefet partisinin genel başkanının da desteğiyle iktidar partisinin genel başkanının, başbakan seçilmesinin önündeki kanunî engeller kalktı. Giderek ilginç hale gelecek ve bugün tozu dumana katan gelişmelerin yaşanacağı hikâyemiz işte böyle başladı...
ISINMA TURLARI…
Kısa süren Refahyol iktidarı boyunca devlet idaresi yönünden stajlarını tamamlamış olan Ak Partili kadrolar, artık uzmanı haline geldikleri belediyecilik tecrübelerini de heybelerine katarak Ankara’ya yerleştiler. Ne var ki üçlü koalisyondan hükümeti devraldıkları 2002 yılının Türkiyesi hiç de olumlu sinyaller vermiyordu. Askerin gölgesinin siyasetin üzerine düştüğü o günlerde ekonomik veriler de iç açıcı değildi. Böylesi bir ortamda iktidara gelen kadrolara gönül verenler, onların başarısı için dua etse de birileri alışılagelmiş senaryoları uygulamaya başlamıştı bile. Türlü adlarla anılan darbe girişimlerinin tam da o tarihlerde planlandığını kamuoyu daha sonra öğrenecekti.
Siyaseti dizayn etmede mahir içteki ve dıştaki güç odaklarının, kendileri hakkındaki kanaatlerini biliyor olmanın da etkisiyle Ak Partili kadrolar bu süreçte toplumu gerecek söz, fiil ve icraatlardan uzak durdular. Başörtüsü, Taksim’e cami, eğitimde reform gibi çok sonraları gündeme gelecek mevzular o tarihlerde hiç konuşulmadı. Aksine toplumun büyük kesiminin onay vereceği düzenlemelere ağırlık verildi. Avrupa Birliği üyeliğinin dış politika konularında aşağılardan alınıp en üst sıraya konulması ve bu yönde sarf edilen ciddi gayret, oy versin vermesin pek çok kesimde kabul gördü. AB’ye uyum çerçevesinde çıkarılan, hem iktidarın hem de milletin elini rahatlatan kanunî düzenlemeler, bu dönemin hafızalarda yer eden vasıfları arasına girdi.
Yine, taşları yerinden oynayan ekonominin kısmen yoluna konulması da bu döneme rastladı. Söz konusu rahatlamanın geniş toplum kesimlerine de nefes aldırdığı unutulmamalı. İçerideki ciddi muhalefete rağmen Kıbrıs mevzuunda inisiyatif alınması, köprülerin atıldığı komşu ülkelerle ilişkilerin yeniden kurulması, aktif bir dış politika takip etme gayretinin ortaya konulması bu dönemde oldu.
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ…
Ak Parti’nin ilk beş yıllık iktidarının son günleri, kamuoyunun yabancısı olmadığı bir tartışmaya sahne oldu. 27 Nisan 2007 tarihinde, TBMM, ülkenin 11. Cumhurbaşkanını seçecekti. Ak Parti’nin kendi içinden bir adayla çıktığı yarışta, Genelkurmay Başkanlığı bir gece yarısı bildirisiyle seçime açıktan müdahale teşebbüsünde bulundu. Demokrasi tarihimize 27 Nisan muhtırası olarak geçen bildiride, 12 Nisan tarihli basın toplantısında dile getirilen “sözde değil özde laik” bir cumhurbaşkanı talebini yineleyen cümlelere yer verilmişti.
Askerî vesayetin sona erdiği tarih olarak 12 Eylül 2010 yılında yapılan referandum gösterilse de, demokrasi tarihimizin köşe taşlarından biri de bu muhtıraya karşı hükümetin aldığı tavırdır. İlk kez bir sivil hükümet, sözcüsü aracılığıyla yaptığı açıklamada "Öncelikle söylemek isteriz ki, Başbakan’a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez" cümlelerini kullanmıştı.
Ak Parti adayını seçtirmemek adına o gün ortaya atılan ve bugün hukuk garabeti gözüyle bakılan tezlere destek veren başta CHP olmak üzere diğer partiler, 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan genel seçimlerde hak ettikleri cevabı milletten aldılar.
KAPATILMA DAVASI…
2007 yılının Temmuz ayında yapılan genel seçimlerin tek bir kazananı vardı; Ak Parti… Seçime giren diğer partilerin tamamı ve hükümet karşısında saf tutan yerleşik düzenin bütün aktörleri kaybetmişti. İktidar, cumhurbaşkanlığı seçiminde uğradığı haksızlığın da etkisiyle oyunu ciddî oranda arttırmış ve millet desteğini arkasına almıştı. Ak Parti ve karşısında yer alan kuvvetler artık şunun çok iyi farkındaydılar; bu dönem her iki taraf için de var veya yok olma dönemiydi. Bu sebeple bir daha kınına girmemek üzere kılıçlar çekildi.
“Laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldi” iddiasıyla açılan ve başbakan ve cumhurbaşkanının da aralarında bulunduğu 71 kişinin siyasetten uzaklaştırılması talep edilen kapatma davası bu anlayışın neticesiydi. Halkın yarısına yakınının oyunu almış parti, Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 6’sının oyuyla kapatılmaktan zor kurtulurken, hazine yardımının kesilmesine engel olamamıştı.
Kapatma davasından istedikleri neticeyi alamayan güçler, önceki tecrübelerinden faydalanarak arkalarına toplumun desteğini de alarak çeşitli organizasyonlar, mitingler tertiplemişlerse de bu süreçte amaçlarına ulaşamadılar. Halkı sokağa dökmek için göz yumulduğu kanaatini uyandıran, terör olaylarında ciddî bir artışın olduğu bu dönem hakkında en doğru tespiti yarının tarihçisi yapacak.
2010 REFERANDUMU VE 2011 GENEL SEÇİMLERİ
12 Eylül darbesinden tam 30 yıl sonra yapılan halk oylaması, demokrasi mücadelesinde aşılan önemli bir eşik oldu. Anayasanın tamamını değiştirmeye muvaffak olamasa da bu referandumla Ak Parti, elini iyiden iyiye kuvvetlendirdi. Pek çok siyaset bilimcisi, 12 Eylül 2010 tarihini askerî vesayetin sona erdiği ve iktidar partisinin muktedir olmaya başladığı tarih olarak kabul etti. Referandumdan aldığı destekle genel seçimlere giren Ak Parti, üçüncü genel seçiminden de oylarını arttırarak çıkmayı bildi. Ustalık dönemi olarak adlandırılan bu dönem, parti tüzüğüne göre genel başkanın üçüncü ve son dönemiydi ve bütün beklentiler genel başkanın bu dönemin sonunda yapılacak ve ilk kez halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanlığı seçiminde köşke çıkması yönündeydi.
USTALIK DÖNEMİ
Ak Parti, 2011 yılında yapılan milletvekilliği seçimlerinden hemen herkesin beklentisinin aksine oy oranını arttırarak çıktı. Bu artış o kadar mânidardı ki, partinin oyları psikolojik sınır olan % 50’ye dayanmıştı. Her iki kişiden birinin oyunu almanın da özgüveni – kimine göre de kibri – partinin bütün kademelerinde hissedildi. Önceki dönemlerin seçim sonrası balkon konuşmalarına da yansıyan toplum kesimlerinin tamamını kucaklayıcı tavrı, bu dönemde yerini daha merkezci bir yapıya bırakmaya başladı. Dile getirilen Kanal İstanbul, nükleer enerji santralleri, üçüncü köprü ve havaalanı gibi dev projelerin; partinin üst kademesine hâkim olmaya başlayan büyük oynama iddiasıyla örtüştüğünü kabul etmek gerekir. “One minute” çıkışıyla bölgesinde lider olma iddiasını ortaya koyan bir ülkenin, bahse konu yatırımlarla dünya siyaset arenasında da var olma iradesini beyan ettiği aşikârdı. Bu iradenin “insan insanın kurdudur” anlayışının hâkim olduğu başkentlerde pek de hoş karşılanmadığı muhakkaktı. Nitekim ustalık dönemine kadar, sıfır problem üzerine kurulu ve bahar yelleri esen komşu devletlerle ilişkilerde sıkıntılar baş gösterdi. Daha düne kadar ortak bakanlar kurulu toplamaya varan Suriye ile ilişkilerde savaşın eşiğine gelindi.
GEZİ OLAYLARI VE MISIR
Hakkında türlü isimlerle darbe planları yapılmasına, kapatma davası açılmasına rağmen o güne kadar yaşananlardan hiçbiri Ak Parti’yi Gezi Parkı olayları kadar sarsmamıştı. Aslında 17 Aralık’ın ilk sinyalleri bu olaylar esnasında verildi. Ülke içindeki memnuniyetsizlerin de desteği ile girişilen bu ilk ve öncü dalganın etkili olmakla birlikte milletin genel çoğunluğundan destek bulmadığını ve Ak Parti’nin gücünü zayıflatmaktan çok arttırdığı söylenebilir. İlk işaret fişeği Gezi olaylarında atılan Türkiye üzerine yapılması muhtemel operasyonun, ikinci ve ilkinden daha etkilisi Mısır’da tutuşturuldu. Seçilmiş cumhurbaşkanının yanında saf tutmasına rağmen Ak Partili kadrolar, Mısır’da hâkim güçlerin destek verdiği darbecilerin iktidara el koymasına engel olamadılar.
17 ARALIK OPERASYONU
Tarihî sürece az çok vakıf olan herkes, 2014 yılında mahallî seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimi için sandığa gidecek Türkiye’de bir şeylerin olacağını tahmin ediyordu. Önceki seçim dönemlerine damgasını vuran ve millî iradeyi istediği gibi şekillendirmeyi amaçlayan kaset furyasının yeniden gündeme geleceğini tahmin edenler, tahminlerinde yanıldılar. Bu kez farklı bir yöntem seçilmişti; hükümeti yolsuzluk üzerinden zayıflatmak, hattâ mümkün olursa bu yoldan yıkmak…
Belli ki iktidar partisi, yolsuzluklar yönünden ilk günden itibaren içinden ve dışından mercek altına alınmış ve bütün günahları bir gün kullanılmak üzere arşivlenmişti. Merkezde ve mahalde görev alan ve parti adına iktidar gücünü kullanan bir kısım seçilmişlerin de, bu arşivcilerin ekmeğine yağ sürdüğü, onlara istedikleri imkânı sunduğu da su götürmez bir gerçek olarak ortaya çıktı.
Üç bakan oğlunun gözaltına alınıp, ikisinin tutuklanmasıyla başlayan operasyon, kısa sürede devlet içinde daha önce kimsenin şahit olmadığı bir mücadeleye dönüştü. Şiddeti her geçen gün artan mücadelenin nasıl neticeleneceği merakla beklenirken, unutmaya yüz tuttuğumuz bir şey yeniden gündemimize girdi ve ekonomik dengeler alt üst oldu.
Mahallî seçimler sonrası çıkacak 80. Sayımızda detaylarına girmek kaydıyla, bu konuyla ilgili bir kısım tespitlerimizi paylaşmakla yetinelim:
Farklı bir yöntemle de olsa bir kez daha millî iradeye müdahale edilmiştir. Yolsuzluk gibi kimsenin karşı çıkması mümkün olmayan hassas bir mevzuu üzerinden, siyasî tercihler şekillendirilmek istenmiştir. Yolsuzluk iddialarının üzerine gidilmesi, varsa yapanların en ağır şekilde cezalandırılması elbette gerekir. Ancak televizyon kanalları, internet siteleri, sosyal medya ve gazetelerle birlikte yapılıyor görüntüsü veren soruşturmalarla, kamuoyuna, hükümetin ve içinden çıktığı iktidar partisinin tamamının yolsuzluklara bulaştığı kanaati verilmek istenmiştir. Bu, en hafif tabirle milletin zekâsına hakaret etme, iradesine ipotek koyma gayretidir…
Başbakan, ortaya çıkan yapıyı “paralel devlet” olarak nitelemiştir. Savcılık soruşturmalarının devam ettiği esnada, 600 polis şefinin görev yeri değişmiş, pek çok hukukî metinde değişiklikler yapılmıştır. 11 yıl iktidarda kalmış bir hükümet, paralel devlet olarak nitelenecek kadar büyük ve sistemli bir yapıyı nasıl olmuş da fark etmemiştir… Fark ettiyse niye bu denli büyümesine göz yummuştur…
Ana muhalefet partisi eski lideri ve diğer muhalefet partisinin on genel başkan yardımcısının malûm kasetleri de belli ki aynı yapı tarafından piyasaya sürülmüştü. İktidar partisi o zaman masaya yumruğunu vursa, yapılanların siyasî ahlâkla bağdaşmayacağını, siyaseten rakip olsalar bile yapılanların milletin iradesini fesada uğratmak olduğunu dile getirse ve gereğini yapsaydı bugün başına yine aynı belalar gelir miydi…
BİZDEN HABERLER
İlk ikisi hakkında 77. Sayımızın Olaylara Bakış’ında bilgi verdiğimiz toplantılarımızın üçüncüsünü 3 Kasım 2013 tarihinde Bilecik’te düzenledik. Ali Erdal Hocamız, halasının vefatı sebebiyle toplantıya iştirak edemedi. Av. Mustafa Büyükgüner’in idare ettiği toplantının açılış konuşması da yine kendisi tarafından yapıldı. Bir sayının yayın sürecini başından sonuna kadar özetleyen dergi editörü Av. Kadir Bayrak, özellikle gelen eserlerin toplanması, mevzularına göre ayrılması ve dergiye girecek eserlerin tercihi konularında toplantıya katılanlardan yardım beklediğini belirtti. Site editörü Yavuz Sert’in kardelendergisi.com isimli sitemizle ilgili verdiği bilgiler ve gerçekleştirmeyi düşündüğü projeleri ilgiyle takip edildi ve söz konusu projeler katılımcıların tamamından yapılması hususunda destek gördü. Diğer katılımcıların da kendi ilgi alanları ve derginin geneliyle ilgili görüşlerini beyan ettikleri üçüncü toplantımız, bir sonrakinin 23 Şubat 2014 tarihinde yapılmasına karar verilerek sonlandırıldı.
|