Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     4383 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Harbe gitti gelmedi
Fatma Pekşen

  Sayı: 79 - Ocak / Mart 2014

Çocukken bu cümleyi öyle çok duyardık ki... “Harbe gitti gelmedi”

Hısım akrabanın, konu komşunun yaşlı kadınlarının ağzından, derinden gelen ah’larla dökülürdü de ilgimizi çekmezdi pek. Babası, amcası, dayısı, abisi, eşi gelmeyenlerin burukluğunu anlayamazdık. Morların siyahların olmadığı çocuk dünyamızın hayhuyu arasında kaynar giderdi.

Büyükannemin babası, yani annemin dedesi de harbe gidip gelmeyenlerdendi. Sormayı akıl edemedik işte. Aile büyükleri rahmeti rahmana kavuştuktan sonra “nerede şehit düştüydü acaba?” dedik hüzünle, utançla ama giden gitmişti bir kere. Zaman zaman aklıma gelir, adı küçük dayıma konan Ali Osman Efendi’nin kabrinin nerede olduğu… Diğerleriyle birlikte Fatihalar gönderirim.

Mahallemizde Hâfız Eyüp Ağa diye bilinen yaşlıca bir zat vardı. Biz her ne kadar son zamanına yetiştiysek de, onun Yemen’den dönen nadir askerlerden olduğunu bilirdik. Bileğinden ilikli uzun beyaz donu ile kapı önüne çıkmasını, uzunca boyu ile mahalle camiine namaza gidişini, teravihlerde ilâhiler, kasideler okuyuşunu iyi hatırlarım. Küçükken, annemle gittiğimiz bir bayram ziyaretinde, yedi yıllık askerliğinden, Yemen Harbi’nden sonra memlekete nasıl geldiğinden bahsetmişti.

Askere giderken, anasının mahalleden bir komşu kızı ile söz kestiği bu civan gibi delikanlı, yaşıtları gibi dualarla senalarla uğurlanmış; aylar ayları, yıllar yılları kovalamaya başlamış. Erkeklerin azaldığı, cenazelerin kadınlar tarafından kaldırıldığı, çoluk çocuğun ekin biçtiği günlerin birinde saçı sakalı uzamış, rengi kararmış vaziyette perişan bir kılıkta, bir ezan vakti evinin kapısını çalmış. Kapıyı açan hizmetçi kızdan ibrik leğen getirmesini rica etmiş. Elini yüzünü yıkayıp, abdest alıp öyle eve girmekmiş niyeti. Hizmetçi kız, bu heybetli ama perişan adamın halinden ürküp, gidip evin reisine, “Efendibaba, tanımadığım biri geldi” diye haber vermiş. Tarla tapan sahibi olup, pek çok kişiyle muhatap olan evin reisi, iş icabı kapısına gelenlerden birisi sanarak, hizmetçi kızla birlikte evin avlusuna gelmiş. Elbette gelince durum da anlaşılmış.

Meğerse anne baba, evlâtları asker ocağındayken, “nasıl olsa gelecek” deyip, düğünü damatsız yapıp gelini eve getirmişlermiş. Kapıyı çalan, Yemen’den dönen oğul, açan da hizmetçi sandığı, ömür boyu eşi olacak karısı imiş. Birbirlerini tanıyamamışlar. Eyüp Ağa’dan sonra epeyce yaşayan Münevver Ana da gülerek bunu anlatırdı.

O dönemlerde hemen her evde bu ağulu hal yaşanmış, od düşen hanelerin acısı, yeniden canlanacak olmanın umudu, genç nüfusun artmasıyla ancak ki sükûna kavuşmuştur.

Yedi yıllık, on yıllık askerlikler, harp, esaret, hürriyete kavuşma hatıraları, gidip gelememeler, gelip bulamamalar yurdun her tarafından işitilmiştir. Eli kınalı genç gelin bırakıp, beli bükük kocakarı ile karşılaşan, karısının hamile olduğunu bilmeden askere gidip, yokluğunda doğan delikanlıyı görünce, eşinin yeniden evlendiğini sanan, eşini, çocuklarını memlekette bırakıp harbe giden, esir olup oralarda kalan, dönemediği yurtlarda yeniden evlenenlerin, esaretten dönen kocaların, dul kaldı zannıyla başkasına vardığını öğrendiği eşinin hikâyelerini halen bulmak mümkündür.

Cumhuriyet dönemi romanlarında, sinema filmlerinde üç kuşağın bir arada yaşadığı kalabalık ailelerde, kocası, ya da oğlu savaşta şehit düşen halaların, teyzelerin hayatlarına yer verilirdi. Baba, ya da kardeş evine sığınan gelinler, nişanlısı gelemeyince bir daha evlenmeyen sevdalı kızlara rast gelinirdi. Gazi ya da şehit çocuğu olanların gurur ve hüzünle karışık hayatlarına şahit olunurdu.

Mahallî dille Mammetçük derlerdi bizim oraların yaşlıları askerimize. Gururla bakarlar, minnet duyarlar, dualar ederlerdi. Sevilen, saygı duyulan bir meslek olarak görülen askerliğe hürmeten nineler “zabitlere varasın”, “zabit çıkasın” diye torunlara, konu komşu çocuklarına hayır dileklerde bulunurlardı. Dik duruşlu birisine, “asker gibi yeriyi (yürüyor)”, birazcık haşarı olana “hele bir asker ocağına getsin, anlar Hanya’yı, Konya’yı” derlerdi. Severlerdi peygamber ocağının mensuplarını.

Bir dönemler manilere, türkülere, ağıtlara konu edilip, yenilen ekmeğe, içilen suya katık yapılmıştı seferberlik halleri. Ki halen de uzantıları devam etmektedir.

Kayınvalidem kendi çocukluğunu anlatırdı bazen. Düğünlerde bir araya gelen kadınlardan genç olanlar, süslenip püslenip allı morlu çarşaflarına bürünüp, gelin alayına katılarak neşe içinde kız evine gelin almaya gidermiş. Geride kalan, yüreklerinin közünü gençlere göstermek istemeyen yaşları daha kâmilce olan kadınlar, onlar gelene kadar söyleyip ağlar, cepheden gelmeyenleri anar, kalabalık gelince bağırlarına taş basarak, yalancı gülüşlerle düğünün kalan kısmına iştirak ederlermiş.

Şehitlik. Ölümlerin en yücesi... Selde, yangında, çığ, toprak kayması durumlarında, doğumda, amansız hastalık neticesinde ulaşılabilen bir mertebe; şahadet en çok da düşmanla yapılan savaşta can verenlere yakışan tâbir.

Başucunda bir Fatiha okunabilecek şahidenin bulunması, her insanın arzusu olsa gerek. Asker, sivil, kadın, erkek fark etmez.  Bu fani dünyadan öte âleme giderken bazen bir taş dahi nasip olmuyor.

Harpte şehit düşenlerin kanlı giysileriyle gömülebildiği herkesçe malûmdur. Adı sanı bilinemeyen, taşları kaybolan, yeri başka bir amaç için kaldırılan şehit kabristanların bazen geriye tek işaret dahi kalmayabiliyor. Bazen de dikilen bir anıta topluca isim yazılıyor o kadar.

Bugünlerde okuduğum Cemal Kutay’a ait Şehitlerimiz isimli bir kitap, bu eski acıları yeniden depreştirdi. Epeydir elimin altında duruyordu. Okumak şimdiye nasipmiş.

1980 basımı kitapta, 1935 yılı tespitlerine göre esas alınmış, ulaşılabilen şehitliklerimizden söz ediliyordu. Üç kıtada at koşturmuş ceddimizin, semaya serpilmiş yıldızlar misali serpildiği topraklarda kalan aziz canlarından bahsediliyor, hepsine ulaşılamasa da mevcut şehitliklerden dem vuruluyordu.

1935 yılında 236 olan şehitlik sayısı, daha sonra eklenen Kore ve Kıbrıs şehitlikleriyle 238’e çıktı diye bilgi veriliyordu. Birçoğunda bayrağımızın dalgalandığından, zaman içinde değişen yönetimlerce, yol açmak, park, okul, bina yapmak adına yok edilmesinden bahsediliyordu.

Adını saymakla bitiremeyeceğimiz bu şehitliklerimizin encamının nice olduğunu, kitabın yazılış tarihinde bile acı bir duyguyla merak eden yazara katılmamak, “bugün ne haldedir acaba?” diye düşünmemek elde değil.

Kafkasya’da 13, İran’da 19, Sibirya’da 12, Birmanya’da 5, Hindistan’da 4, Irak’ta 32, Filistin’de 47, Hicaz Bölgesi’nde 16, Yemen’de 7, Mısır’da 6, Romanya’da 32, Galiçya’da 14, Makedonya’da 18, Mora’nın Tripoli Kasabası’nda 1, Yunanistan’ın Misolongi Kasabası’nda 1, Malta Adası’nda 1, Trablusgarp’ta 7, Kore’de 1, Kıbrıs’ta 1 şeklinde sıralanan şehitliklerle ilgili detaylı bilgi verilmiş.

Bunları, kitabın verdiği sıralamaya göre paylaşırsak şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza:

Bulgaristan sınırları içindeki Burgaz, Varna, Şumnu, Eskizağra, Filibe, Pazarcık, Ruscuk, Silistre ve Sofya’da,

Yugoslavya sınırları içindeki, Pirlepe, Üsküp, Çaçak, Versaç, Belgrad, Leskofça, Taşlıca, Nis, Usturumca, Resne ve Manastır’da Yunanistan sınırları içindeki, Atina’nın Akropolis tepeleri’nde, Girit, Midilli, Rodos ve Sakız Adalarında, Pire, Selanik ve Yanya’da, Serez’de, Radoyus Köyü’nde, Darisa/Yenişehir’de,

Galiçya’da Prizicani/Miçicot Köyü’nde, Vepoliga Köyü’nde, Budiviskoni/Zileynof Köyü’nde, Hoçensko’da Nazmi Bey Şehitliği, Hodriçko Kenti’nin tepelerinde, Budoviskuya şehrinin girişinde, Lipicadda İstasyonu’nda, Pofuk Köyü’nde, Rohatin kentinde, Paradoviç’te, Daroviç/Meding şehrinde, Slovakya bölgesindeki Nitra ve Trençin şehirlerinde… (Hotin, Valoska ve Protektora kentlerindeki şehitliklerimiz ise II. Cihan Harbi esnasında komünist kuvvetlerince yıkılmıştır.)

Bahsi geçen kitapta yazar, Polonya Cumhuriyeti’nin ilk başkanı Iğnas Jan Paderavsky, 513 subay ve erimizin yattığı Sitry şehri yakınındaki şehitliğin açılışında bizzat bulunup, şu sözleri söylediğini ifade ediyor:

“Burada bize daima dost olmuş kahraman bir milletin evlâtlarını sonsuz uykularında selâmlıyoruz. Türkler bugün, topraklarımızdan çok uzaktadırlar ve bugünlerde kendi istiklâl ve hürriyetleri için mücadele ediyorlar. Kudretli ve kuvvetli, fethettikleri beldelerde müsamahalı idarenin örneklerini vermiş olan bu kahraman milletin mücadelesinden muzaffer çıkmasını ümit ve temenni ederim.”

Ve yazar, Rus ve Alman istilâsına uğramış bir ülke olmasına rağmen, şehitliklerimiz içinde en korunmuş olanının Polonya’da olduğunu vurguluyor.

Polonya’daki şehitlikler, Sitry, Drohobeç, Pokof, Podolokya, Lipilçadonna, Lipiçnagorna, Ohalin, Grodot, Lemberg, Berezemsil, Samhor, Korzati, Karakovi’de,

(Hoskodur kasabası yakınındaki bir tepeye ise dönemin kolordu kumandanı Cevat Paşa’nın ismi verilmiş, bir de zafer anıtı dikilmiştir.)

Don ve Volga nehirleri yoluyla Karadeniz’i Hazar Denizi’ne bağlamak maksadıyla, Sokullu Mehmet Paşa’nın gayretleriyle başlayan, ne yazık ki neticelenmeyen kazılar esnasında, Rusların saldırılarında şehit olan askerler, ustalar, kazmacılar, lâğımcılar, istihkâmcılar, humbaracılar da o bölgede ebedî uykuya dalmışlardır. Ne bir şehitliğin ne de  bir  anıtın  bulunduğu Don-Volga arasındaki bölgede kaç kişi yatmaktadır bilinmiyor.

1711 Prut Savaşı’nda şehit olan askerlerimiz için yapılan şehitlik, daha sonraki yıllarda Çariçe Katerina tarafından yerle bir edilmiştir.

Kırım Sivastopol’de, Odesa/Hoca Bey’de, Hazar kıyısındaki Bakü’de, Ubuhkent/ Petrovsky’nin güneyindeki Tarki Dağı bölgesinde, Gümrü’de kale içinde, Gence’de Müslüman mezarlığı içinde, Tiflis/Karakilise’de, Erivan, Azoteki, Çürüksu, Batum, Anapa’da,

Yapılan harplerde esir olan askerlerimizin götürüldüğü Sibirya’da, Vladivostok’ta, Irkutsk’ta, Kranovarsk’ta, Tomsk ve Omsk şehirlerinde kitabeli şehitliklerimiz vardı. Mençuri, Habaruski ve Harbin şehirlerindeki şehitlikleri de Ruslar yok etmişlerdir.

1877-1878 Osmanlı –Rus harbinde, Plevne’de esir alınan askerlerden 163’ünün bulunduğu, Letonya’nın Cesis şehrinde ölen Türkler için ayrı bir kabristan yapılmış ve üzerindeki kitabeye şöyle yazılmıştır:

 “Burada 1877 Türk-Rus harbinde Plevne’de kahramanca çarpışıp esir düşen ve Cesis’te ebediyete kavuşan Türk askerleri yatıyor”

Letonya hükümeti, Türkiye’nin İsveç büyükelçiliğine bu şehitliğin albümünü, hastane kayıtlarından yola çıkarak içinde yatanların isimlerini vermiştir.

Yazar, bu bahsin sonuna da “Riga Şehitliği’nin kaderi de ötekiler gibi bilinmiyor.” notunu düşmüş.

Türk şehitlikleri, yalnızca gayrimüslim memleketlerinde değildir elbette. Çeşitli sebeplerle yapılan harpler neticesinde Müslüman ülkelerinde de şehitlerimiz olmuştur.

Meselâ, İran’da içinde 2500’den fazla askerimizin yattığı bilinen Salmaş, Dize, Bend, Şelemkan, Canuslu, Daşkada, Haydarabad, Sır Dağı yamaçlarında, Avana, Yergaver bölgelerindeki şehitlikler, 6000 askerin mezarının bulunduğu Bestun mıntıkası,

Tebriz, Rilman, Savcıbulak, Rumya, Âf, Hemedan, Esedabad, Elvan Dağı, Cengâver, Sahne, Kirmanşah, Mahidest, Gernet, Paytak, Kasrışirin bölgelerinde binlerce Türk genci yatmaktadır. Cemal Kutay, bu bilgiyi paylaştıktan sonra, “bu Müslüman Türk çocukları, tek ve büyük bir Müslüman devleti kurmak, İran’ı yabancı boyunduruğundan kurtarmak için can verdiler” diye duruma açıklık getirmeye çalışıyor.

Suriye’de Birinci Dünya Savaşı’nda eriyen 36. Tümenin yattığı Halep’teki şehitlikten, sadece bir yüzbaşının mezar taşının kaldığını, 1956 yılında Ali Fuat Cebesoy’un bizzat yaptırttığı Halep ve Katma İstasyonu arasındaki şehitlikten eser kalmadığını beyan eden yazar, içinde binlerin yattığı Şam ve Zahle’deki şehitliklerimizin de aynı sonu paylaştığını kaydediyor.

Dumba Geçidi ile Bir-i Mezze’de, Kelbele Tekkesi yakınındaki şehitliğin çöplük haline geldiğini aktarırken, Selahaddin Eyyubi’nin türbesinin bahçesinde yatmakta olan şehit tayyarecilerimiz Fethi, Sadık ve Nuri Beylerin kabirlerinin (1980 yılına göre) nispeten bakımlı olduğunu anlatıyor. “Gene Zahle kenti çevresinde kurulan askerî hastanelerde ölen binlerce şehidimizin yattığı topraklar hükümetimize armağan edilmiş, lâkin izi bile bulunmayan şehitlikten geriye mütevazı bir anıt kalmıştır” satırlarıyla başka bir şehitliğimizin akıbetini aktarmadan da edemiyor.

Gazze, Birüssebi, Kudüs, Şeria Vadisindeki Eriha’da 3000’ni aşkın şehitten hiçbir iz kalmadığını, Doğu Ürdün’deki Salt Kasabası, Nablus ve Yafa’da şehit düşen askerlerimizin kabirlerinden eser olmadığını hüzünle anlatıyor.

Osmanlı Türklerinin Mısır’daki ilk şehitleri Ridaniye Savaşı’nda verilmiştir. 1517’den 1918 yılına kadar yapılan çeşitli savaşlarda çok sayıda şehidimiz olmuştur. 1914-1918 yılları arasında Süveyş ve Çöl bölgelerinde şehit olan askerlerimiz, Mısır’daki Tellükebir, Zagazig, Seydibeşir, İskenderiye ve Kussa bölgelerinde yatmaktadır.

Ve yazar “harp raporlarına göre Mısır’daki şüheda mezarlıkları şu yerlerdedir” deyip, mevki isimlerine devam etmektedir: Seydibeşir ve Remle arasında, İskenderiye’de Seydibeşir karargâhında, Kunaytıra’nın iki kilometre ilerisinde Süveyş Kanalı üzerinde, Kahire çevresindeki Belbeyis, Tura, Tellükebir karargâhında ve Elmuazzam Dağı eteğinde, Kodesna’da, Abbasiye’de, Zakaik civarındaki Kosta bölgesinde.

1934’te Mısır hükümetine yapılan uyarmaların karşılığında, yol açılması ve çeşitli binaların yapılması neticesinde açıkta kalan kemiklerin ehram şeklinde Abbasiye, Zahnihum, Seydi Zeyni, Seydi Zeynep ve Seydi Galel’de toplanacağı bildirilmişse de Seydibeşir Üsera Kampı’ndaki mermer kitabeden başka bir hatıra kalmamıştır.

1917 Irak’ında, Bağdat’ın İngilizlere bırakılmak zorunda kalındığı Osmanlı’nın son dönemlerinde, şehitlere makbere yapılmasının imkân ve zamanı bulunamamıştır. Kerkük, Hanikin, Süleymaniye, Revandiz’deki Müslüman mezarlıklarının içindeki şehit askerlerimize ait mahrutlar da sonraki yıllarda yok olmuştur.

Hicaz bölgesini dört yüz yılı aşkın süre idare eden ceddimizden, çeşitli sebeplerle yapılan savaşlarda şehit olan askerlerimizden geriye ne kitabe kalmıştır, ne de bir şehit kabri.

Eski adıyla Trablusgarp olan şimdiki Libya’nın 1911 yılında İtalyanlarca işgali esnasında, 1915 yılındaki şehzade Osman Fuad Efendi komutasındaki müdafaada şehit olan askerlerimiz ise Trablus, Bingazi, Derne, Fizan’daki İslâm kabristanları ile Zivare, Zanzur, Bineyşe, Kırkkarış, Humus, Tacura’da kum tepelerinde yatmaktadır.

Gidenin gelemediği, her karışında askerimizin yattığı Yemen’de de şehitliğimiz bulunmamaktadır. Orgeneral Ali Said Akbaytugan’ın savunduğu Yemen’den ayrılmadan önce diktirttiği bir anıtta, bütün şehitlere Fatiha niyaz eden bir kitabe bulunmaktadır. O kadar.

Dokuz cephede savaşan askerimizden Filistin, Irak, Hicaz, Çanakkale cephelerinde esir düşenler Hindistan ve Birmanya’ya gönderilmişlerdir. Buralardaki esir kamplarında vefat eden subay ve erlerimiz Hindistan’da Belleri, Semorpol, Nikadalay ve Tugon’daki mezarlıklarda yatmaktadır. Birmanya’da ise Tuayetiniyo, Meilikita, Shwobo, Pancio’da yatmaktadır. Bazı Türk esirden Çin’e gidenler olduğu, oradan geriye dönen olmadığı bilinmektedir.

Berlin’de, Almanya’da şehit edilen Sadrazam Talat Paşa’nın da ülkemize naaşı getirilene kadar içinde yattığı Türk Şehitliği harap vaziyettedir.

Verdun Savaşı’na fedai olarak katılan yirmi kişilik grubumuzdan şehit olanlardan geriye iz kalmamıştır.

Cezayir, Fas, Trablusgarp’ta şehit olanlar Müslüman mezarlıklarında yatmaktadır. Birinci Dünya Harbi’nde Fas ordusuna yardım için giden on dört kişilik subay grubundan şehit olan dokuzu için yaptırılan şehitlik ayaktadır.

Ertuğrul Harp Gemisi’yle Tokyo’ya gidip, geri dönerken batan gemide boğulan Türkler için Ertuğrul Şehitliği yapılmış, bir de anıt dikilmiştir.

Birinci Cihan Harbi’nde Çanakkale, Hicaz bölgesi, Filistin, Irak ve diğer cephelerde esir düşen asker ve subaylardan bir kısmı İngilizler tarafından Kıbrıs’a getirilmiş, buradaki esir kamplarında çalıştırılan askerlerimizden ölenleri Magosa çevresindeki üç mezarlığa gömmüşlerdir. Bu üç mezarlıkta yatan 218 askerimizden hariç, 158 şehidimiz de Müslüman mezarlığı içinde yatmaktadır. 1974’deki Kıbrıs Barış Harekâtı’nda şehit olanların bakımlı şehitliği bulunmaktadır.

Kore... Askerimizin kan döktüğü yerlerden bir belde. Kore/Kunuri’deki savaşta kahramanca çarpışan askerlerimiz bütün dünyada konuşulmuştur. Sayısı 800’ü bulan şehidimizin gömülü olduğu yer, diğer on sekiz milletin askerinin yattığı, Birleşmiş Milletler’ce yaptırılan anıt makberedeki, 6, 25, 26 ve 45. parsellerdir.

Dünya üzerinde pek çok bölgede ebedi istirahatgâhında uyuyan askerimizden kat kat fazlası belki de şu andaki sınırlarımız içinde bulunuyor.

Milli şairimiz Mehmet Akif’in, “şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” mısraında konu edindiği gibi, memleketin boz bağrı muhakkak ki çok sayıda şehidimizi sarmalamıştır.

Cemal Kutay’ın ifadesine göre yurt içindeki şehitlikler ise şöyle:

Adana, Adapazarı, Afyon/Dumlupınar, Ağrı, Amasya, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bandırma, Bingöl/Karlıova/Azizan, Bolu, Artvin/Borçka, Çanakkale, Çeşme, Çorlu, Diyarbakır, Edirne, Erzurum/Karskapı, Araplardüzü, Aziziye Tabyası, Erzincan, Eskişehir, Balıkesir/Gönen, Hadımköy/Dikilitaş,Hatay/Antakya/Belen,Tarsus,İnönü,İstanbul/Edirnekapı/Okmeydanı/Eyüp/Sakızağacı, İzmir/Kadifekale/Bornova, Iğdır/Orgof, Kars, Kuşadası, Kayseri, Kırklareli, Koyulhisar, Konya, Kütahya, Merzifon, Polatlı/Sakarya Şehitliği, Sapanca/Yeniköy, Sarıkamış, Seferihisar, Sinop, Şarköy, Tunceli, Yıldırım Kemal, Zara…

*

Yeniden çizilen sınırların, yeniden isimlendirilen bazı ülkelerin güncelleştirdiği dünyamızda, değişen şehitlik isimlerimiz, Millî Savunma Bakanlığı’nın resmi sitesinde ise 34 olarak veriliyor.

Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bosna Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Güney Kore, Hindistan, Irak, İngiltere, İran, İsrail, İtalya, Japonya, KKTC, Kosova, Letonya, Libya, Macaristan, Malta, Mısır, Myanmar, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Suriye, Suudi Arabistan, Ukrayna, Ürdün, Yemen, Yunanistan.

Bu yazıyı kaleme alırken internet üstünden bilgisine başvurduğum Savunma Bakanlığımız, yurt içindeki şehitliklerimizin de hangi il ve ilçelerde kaçar tane olduğunu, harita üstünde isimleriyle belirterek güzel bir hizmet vermiş.

Elbette ki şehidimiz bu kadarla sınırlı değildir. Evlerden ırak diyelim ama kalmayacaktır da. Şehitlik mertebesine erişen daha niceleri olacaktır. Her karışı kanla sulanmış vatanımızda çeşitli dönemlerde çok kaybımız oldu, olmaya da devam ediyor. Görev icabı yurt dışına gidip orada şahadet şerbetini içenler, gönüllüler, kazalarda şehit düşenler… Ve teröre kurban gidenler.

Bugün yaşıtlarınca “en büyük asker bizim asker!” nidalarınca, konvoylar eşliğinde gidiyorlarsa da, dün -halen- türkülerde, manilerde söylendiği gibi tellallarca adları çağrılarak, davul-zurna eşliğinde elleri kınalanarak harbe gittilerdi.

Dereler otlanıyor

On beşli toplanıyor

Kızlar ne ise de

Gelinler dertleniyor

Diye yaşlılar dertlerini dile getiriyorlardı.

1315 Rumî  (1899 Milâdî) doğumluların I. Dünya Savaşı’nda seferberlik nedeniyle silâh altına alınmaları üzerine söylenmiş olan mânilerden biridir.

Hey on beşli on beşli

Tokat yolları taşlı

On beşliler gidiyor

Kızların gözü yaşlı

Mani-türküsü de seferberlik hatırasıdır. Ki yurdun dört bir yanında yüzlercesini bulmak mümkündür.

Harbe gidip gelmeyenlerin, gazi olup, sonradan rahmetli olanların, ismi bilinenlerin, bilinmeyenlerin, şahideleri olanların ya da olmayanların, nerede yatıyor olurlarsa olsunlar, “Bir Hilâl Uğruna” can verenlerin cümlesine selâm olsun. (20 Kasım 2013)

Bilgiler

ŞEHİTLERİMİZ; Milli Savunma Bakanlığı Resmî Sitesi/msb.gov.tr

Cemal Kutay; Güryay Matbaası, Yeni Asya Yy. 2. baskı 1980-İst.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Pehlivan dayının elmaları... - Sayı 120
Armudun Son Çiçeği... - Sayı 115
Cılga... - Sayı 112
Gönül hanım... - Sayı 110
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Batı’nın Pompei’sinin günlerini andırmasının sebepleri Osmanlı Devleti’ni çökerten “metal yorgunluğu”nun ilk safhası değil midir?
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14592018
 Bugün : 2559
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 630921
 Bugün : 567
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim