Ümmü-l kitap (Kitapların anası) Muhsin Hamdi Alkış Sayı:
81 - Temmuz / Eylül 2014
BİRİNCİ BAB İMTİHAN HİKMETİ KÜFR-Ü MUTLAK ‒ İMAN-I KÂMİL
Mutlak küfrün karanlığı artarken, ateizm, dini taklit ederek bilim kılıfına bürünüp kendine inananlar bulmakta…
Teorik fizikçi, kozmolojist namıyla maruf bizce yarı bilim adamları inanmayı gayr-ı ilmî ve cahilane bir tavır olarak ileri sürüyor ve teorik fiziğin, “hiçlikten doğan evren, kendine yeterli bir evren” modeli ortaya koyduğunu ve bunun matematiksel olarak ve belki CERN deneyleriyle ispat edilebilirliğini iddia etmekteler. M-Brane, süper sicim teorisi, çoklu evrenler teorileri vesair adlar altında bu savlarını bilimsel görünümle ileri sürenler arasında En meşhuru teorik fizikçi Stephen Hawking, Leonard Mlodinow, Lawrence Krauss ve evrimsel biyolojist Richard Dawkins.
Korkarız gidişat o ki, “saf iman” bilim alanından tümden dışlanıp iman Peygamberimizin (SAV) işaret ettiği “kocakarıların imanı” sadedinde dünya sathında bir hasrete mevzu olacak. Bundan yıllar önce Kardelen dergisindeki iman nasip işi başlıklı yazıda, “fizikçiler bing bang teorisi bağlamında yaratıcı fikrine yer verdiğinde de buna kıymet vermemiş ve bilim öyle söylüyor diye inanan aksini söylediğinde küfre düşer demiş ve “hidayetin de kulun çabasına binaen nasip meselesi” olduğuna ve imanı ve imana tek layık olan Allah’ı ve ona imanı sebeplere bağlamanın yanlışlığına” işaret etmiş idik.
Bugün bilim adamlarının militan bir kesimi “Yaratan fikrini reddediyor”. İşte imtihan!
Tutkulu saldırgan tavırlı bu ateizme militan ateizm de deniyor. “Küfr-ü mutlak”ın mevcudiyeti iman kılıcını bileğliyor belki. Allah (CC) nun kafiri de yaratmasındaki hikmet imanımızın kavi olması mı acaba?
Allah dilediğine hidayet verir. (Kasas - 56- Doğrusu sen sevdiğine hidâyet veremezsin ve lâkin Allah, kimi dilerse hidayet verir ve hidayete erecekleri o, daha iyi bilir). Âyet-i kerimesi ile “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Dehr - 30-Tekvir - 29) Âyet-i kerimelerinin mânâsını cüz’î iradenin yokluğunda değil, ama zayıflığında aramak, yani Allah’ın küllî iradesine kıyasla zerre ve sonsuz arasındaki fark gibi olduğunu ifade etmek gerek. Cüz’î irade var ve ondan mesulüz, hesap vereceğiz; ancak cüz’î iradenin neticeye etkisi de yine Allah’ın takdirinde; zira “O” sebeplerden ve zamandan münezzeh ve Kadir-i mutlak. Zaten aksini düşünmek de gayr-ı mümkün, çünkü Allah’ın iradesine galip bir irade düşünülemez.
Öyleyse iman sahibi insanlar ne yapmalı? Bilimi tümden reddedip selefiliğe mi mahkûm olmalı? Hayır, binlerce kez hayır… İfrat ve tefrit arasında gidenlere ilk sözümüz:
Allah (CC) nun buyurduğu gibi, Yoksa imtihan edilmeyeceğimizi mi sanmıştık? “Sandı mı o insanlar «inandık» demeleriyle bırakılacaklar da imtihan edilmeyecekler?” (Ankebut-2)
İmtihanın hikmeti imtihan edilenden mi edenden mi? İmtihan edene tabi isek O’nun iradesine teslim olmuş isek sebeplerden münezzeh olanın vaz ettiği imtihanın sebebini değil ama hikmetini merak edebiliriz ve etmeliyiz. Âriflerin gönlünden süzülen hikmetin ifadesiyle imtihan talebenin tekâmülü için ve insan-ı kâmil mertebesine varıp, “tek imtihan edici”nin muhabbetine mazhar olabilmesi için vasıtadır. Her vasıta gibi YOL üzerinde menziline varışı hedefler. Vasıta olsun için vasıtaya, yol için yola vurmaz kimse kendini.
Öyleyse vasıtalar ve yolların tek gayesi yine “O”
İKİNCİ BAB MİLİTAN ATEİZMİ RET ÜMMÜ-L KİTAB (ANA KİTAP)
Mutlak küfrün karanlığı artarken, ateizm, dini taklit ederek bilim kılıfına bürünüp kendine inananlar bulmakta…
Teorik fizikçi, kozmolojist namıyla maruf bizce yarı bilim adamları inanmayı gayr-ı ilmî ve cahilane bir tavır olarak ileri sürüyor ve teorik fiziğin, “hiçlikten doğan evren, kendine yeterli bir evren” modeli ortaya koyduğunu ve bunun matematiksel olarak ve belki CERN deneyleriyle ispat edilebilirliğini iddia etmekteler. M-Brane, süper sicim teorisi, çoklu evrenler teorileri vesair adlar altında bu savlarını bilimsel görünümle ileri sürenler arasında En meşhuru teorik fizikçi Stephen Hawking, Leonard Mlodinow, Lawrence Krauss ve evrimsel biyolojist Richard Dawkins.
Korkarız gidişat o ki, “saf iman” bilim alanından tümden dışlanıp iman Peygamberimizin (SAV) işaret ettiği “kocakarıların imanı” sadedinde dünya sathında bir hasrete mevzu olacak. Bundan yıllar önce Kardelen dergisindeki iman nasip işi başlıklı yazıda, “fizikçiler bing bang teorisi bağlamında yaratıcı fikrine yer verdiğinde de buna kıymet vermemiş ve bilim öyle söylüyor diye inanan aksini söylediğinde küfre düşer demiş ve “hidayetin de kulun çabasına binaen nasip meselesi” olduğuna ve imanı ve imana tek layık olan Allah’ı ve ona imanı sebeplere bağlamanın yanlışlığına” işaret etmiş idik.
Bugün bilim adamlarının militan bir kesimi “Yaratan fikrini reddediyor”. İşte imtihan!
Tutkulu saldırgan tavırlı bu ateizme militan ateizm de deniyor. “Küfr-ü mutlak”ın mevcudiyeti iman kılıcını bileğliyor belki. Allah (CC) nun kafiri de yaratmasındaki hikmet imanımızın kavi olması mı acaba?
Allah dilediğine hidayet verir. (Kasas - 56- Doğrusu sen sevdiğine hidâyet veremezsin ve lâkin Allah, kimi dilerse hidayet verir ve hidayete erecekleri o, daha iyi bilir). Âyet-i kerimesi ile “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Dehr - 30-Tekvir - 29) Âyet-i kerimelerinin mânâsını cüz’î iradenin yokluğunda değil, ama zayıflığında aramak, yani Allah’ın küllî iradesine kıyasla zerre ve sonsuz arasındaki fark gibi olduğunu ifade etmek gerek. Cüz’î irade var ve ondan mesulüz, hesap vereceğiz; ancak cüz’î iradenin neticeye etkisi de yine Allah’ın takdirinde; zira “O” sebeplerden ve zamandan münezzeh ve Kadir-i mutlak. Zaten aksini düşünmek de gayr-ı mümkün, çünkü Allah’ın iradesine galip bir irade düşünülemez.
Öyleyse iman sahibi insanlar ne yapmalı? Bilimi tümden reddedip selefiliğe mi mahkûm olmalı? Hayır, binlerce kez hayır… İfrat ve tefrit arasında gidenlere ilk sözümüz:
Allah (CC) nun buyurduğu gibi, Yoksa imtihan edilmeyeceğimizi mi sanmıştık? “Sandı mı o insanlar «inandık» demeleriyle bırakılacaklar da imtihan edilmeyecekler?” (Ankebut-2)
İmtihanın hikmeti imtihan edilenden mi edenden mi? İmtihan edene tabi isek O’nun iradesine teslim olmuş isek sebeplerden münezzeh olanın vaz ettiği imtihanın sebebini değil ama hikmetini merak edebiliriz ve etmeliyiz. Âriflerin gönlünden süzülen hikmetin ifadesiyle imtihan talebenin tekâmülü için ve insan-ı kâmil mertebesine varıp, “tek imtihan edici”nin muhabbetine mazhar olabilmesi için vasıtadır. Her vasıta gibi YOL üzerinde menziline varışı hedefler. Vasıta olsun için vasıtaya, yol için yola vurmaz kimse kendini.
Öyleyse vasıtalar ve yolların tek gayesi yine “O”
Kur’ân-ı Kerîm’de Kitab kelimesi özel olarak bizatihi Kur’ân-ı Kerîm’i ifade ediyor. Onun haricinde “Ümmü-l Kitap” tamlamasında geçen haliyle de çok çok hususî bir varoluş hikmetini ifade etmekte…
● “Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ana Kitap O’nun katındadır.”
● “Şüphesiz biz, toprağın; onlardan neleri eksilttiğini bilmekteyiz. Yanımızda (o bilgileri) koruyan bir kitap vardır.” (Kaf 50 – 4)
● “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid 57- 22)
● “Şüphesiz o, katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz’da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetlerle doludur.” (Zuhruf 43 – 4)
Ümmü-l Kitab (kitapların anası) ve kitab kavramları tefsir ilminde Levh-i Mahfuz anlamı verilmekle birlikte başka muhtemel anlamları da veren çeşitli tefsirleri bulunmakta… Ana mesajın ve lâfzî anlamla çelişmemek ve bu anlamın önüne geçirmemek kaydıyla bu tür yorumlar da kıymetli.
Kitapların anası müteşabihat sadedinde ve ilmi Allah katında olan Ana kitabı ifade ederken tekil olarak kitab ifadesi de özel olarak Arapça indirilen Kur’ân-ı Kerîm’i işaret ediyor.
Bu mânâda bazı irfan sahibi müfessirlerin Ümmü-l Kitaba “Kâinat ve Allah’ın “OL” kelâmınının tecelligâhı ve tezahürü olan tüm varlık” VE DE oluşunun sırrını veren bir “KOD” anlamı vermiş olması DA muhtemel ve işarî bir tefsir çabası olacaktır ki bu da, (kesin hükmü Allah’a hasrederek) elbette kalbimize sıcaklık veren bir çabadır.
Kur’ân-ı Kerîm’in ilk inen Âyeti olan Alâk suresinin oku emrinin neye yöneldiği de bu kavrayışta ifadesini dar anlamda Mushaf-ı şerifi değil Allah (CC) ın yarattığı ümmü-l kitabı oku anlamını DA vermiş olması ihtimali ayrı bir hikmet oluyor.
Böyle düşündüğümüzde Kâinatı ve Allah’ın ona koyduğu kaideleri tüm varlık âlemini ve mânâ âlemlerini idrak edebilmek de insanın varlık gayesi haline geliyor.
Ümmü-l Kitab (kitapların anası) tefsirlerin geneli gibi Levh-i mahfuz olarak çevrilse de müteşabihat alanından çıkmıyor her mânâda Allah’ın ve sadece onun bildirdiği dostlarının, bildirdiği kadar malûmu olan bir başka kavram. Her şeyi somutlaştırarak maddeleştirerek düşünmeye alışkın insan zihni O nasıl bir levhadır ki? diye düşünecek ve tüm bu mânâların mahiyetinin dünyevî kavramlara indirgenemeyeceğini sürekli ihmal etmek isteyecek.
Son devirde teorik fizikçilerin ve kozmolojistlerin neredeyse tümü ısrarla ateist bakış açısıyla kara enerji, kara madde, sicim teorisi, yokluktan doğan evren gibi kavramları öne sürdüğünde, tüm doğa yasalarının üzerinde mutlak hâkim olan ve onun yaratıcısı bir gücün olmadığı iddialarının pozitif bilimle ispatı mümkün olmamasına rağmen boyun eğiveren yarı bilim adamı tavrı, Kur’ânî kavramlara burun kıvırıyor ve görmezden geliyor olsa da, (doğrusunu Allaha hasrederek) sırf o ateist ve agnostikleri kendi silâhlarıyla alt edici şu ifade biçimini öne sürmek isteriz:
Bilgisayar ekranında 2 boyutlu olarak var olan bir sanal âlemi oluşturan iç içe geçmiş yazılım kodlarının bile kendi ölçüsünde sanal da olsa bir gerçeklik ortaya çıkarabilmesine hayret etmiyorsunuz da bizim imanımız ve irfanımıza hitabeden, Vacid, Vahid, Kadir-i Mutlak, Evvel, Âhir, Aziz, Alim, Bedi, Bâsıt, Bâkî, Cebbar, Cami, Halik, Evvel Allah CC nun ümmü-l kitabının sizin sicim teorinizdeki gibi boyut içre boyutu var edebileceğine neden karşı çıkıyorsunuz?
En azından bilim ve fikir namusu adına inançsız da olsa bir ateist bilim adamının “kendi mümkünât kategorisinde” OLABİLİRLİĞİNİ kabul etmesi gerekmez mi? İnanıp inanmaması yani hidayet bir lütuf ve nasip işi… İnan inanma ama sizlerin öne sürdüğünüz kozmolojik teorileri çepeçevre kuşatan ve göklerde ve yerde aciz kılamayacağınız yarattığı tüm doğal kaidelerden ve zamanda münezzeh Allah’a iman etmemize neden şaşıyorsunuz? Namusunuz var ise “mümkündür ama inanmıyorum” demeniz gerekmez mi?
Bu minvalde düşündüğümüzde İslâm âleminin maddî ve manevî âlemlere hem maddî hem de manevî ilimlerde Allah’ın emrine riayet etmiyor oluşunu da göz önüne sermek gerek ki İslâm âlemi olarak içine düştüğümüz acınası durumu anlayabilelim. (Hz Ali’den rivayet edildiği üzere “ilim tekti onu insanlar çoğalttı”)
Bu cümleden olmak üzere “ilmel yakin”, “aynel yakin” kavramlarını da düşünüp Ebu Hureyre’den rivayet edilen hadisi şerifteki “İlim ikidir. Lisan üzere olan ilim ki bu, Allah-u Teâlâ’nın halkı üzerine hüccetidir. Kalpte olan bir ilim ki bu, menfaatli olan ilimdir.” ifadelerinde epistomolojik bir hikmet ifade edilmekte ve bilginin kaynağının ne olabileceği ortaya konmaktadır.
KÜN emrinin muhatabı olan tüm varlığı bilmenin Allah’ı bilmeye adım olduğunu ve “Allah’ın ismiyle oku” emrinin de tüm yarattıklarını okumak bilmek ve nihai olarak da “bilinmeyi murad ettim” buyuran Allah (CC)’nu bilmek fiili olduğunu çıkarabiliriz.
“Bilmek, bilim sadece aklî bir fiil ise bunların dışındakileri halüsinasyon veya vizyon sayarım” diyen Lawrence Krauss, gibi ateist teorik fizikçilere, “Din bir obsesyondur (takıntı)” diyen Richard Dawkins ve “İnsanlar bana Evreni Tanrı mı yarattı diye sorduklarında, ben onlara şunu söylüyorum: Bu sorunun kendisi anlamsız. Zaman büyük patlamadan önce zaman mevcut değildi, bu yüzden Tanrı’nın içinde evreni yaratacak bir zamanı yoktu. Bu dünyanın ucuna giden yönü sormak gibi... Dünya yuvarlaktır; ucu yoktur öyleyse onu aramak nafile bir çabadır. Herkes istediğine inanmakta serbesttir. Benim görüşüme göre en basit açıklama şudur ki, Tanrı yok. Kimse evreni yaratmadı. Kimse kaderimizi belirlemiyor. Bu da beni başka bir gerçekliğe götürüyor; muhtemelen cennet de yok öte dünya da yok. Evrenin bu ulu düzenini takdir etmek için tek bir yaşamımız var ve ben bunun için müteşekkirim.” diyen Stephen Hawking gibi bilim adamlarına karşı aklın sınırını ve irfanı ancak kendi dışında aramak mecburiyeti karşısında bırakmak yine İslâm âliminin vazifesi olmalı.
İmtihan dünyasında yaşıyoruz ve bilimin veya başka herhangi bir vasıtanın Allah’ı kanıtlamasını beklemek imtihan sırrına aykırı olacaktır. (Tersi de zaten muhal) Aynı zamanda sebepler âlemi (kozalite), olan bu imtihan dünyasında yaşayan insanın ancak insan-ı kâmile ulaştıran Allah’ın rehberliğinde mutlak bilgiye ulaşabileceği ve aklın da ancak aczini idrak ile mukayyet olduğunu bilen İslâm âlimi, hem maddî ilimleri hem de manevî ilimleri şahsında tecessüm ettirerek “yarabbi bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster” hadis-i şerifinin sırrına varabilir ve militan ateizmin gelecek nesillerin dimağlarına nüfuz etmesini engelleyebilir.
Bilimden, Kâinattan imana kanıt aramak değil kâinat kitabında Allah’ın hikmetlerini ve Âyetlerini okumak işte bütün mesele bu!
|