Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2395 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Olaylara bakış
Av. Kadir Bayrak

  Sayı: 81 - Temmuz / Eylül 2014

TEKÖLÇÜ…

Anlaşılan o ki koca koca muhalefet partilerimiz “ÇATI ADAY”ın tespitinde tek ölçüye göre hareket etmişler, tek kriterle yetinmişler: Aday gösterilecek şahsın milletlerarası bir organizasyonda görev alması…

Madem böyle bir işe kalkıştınız, keşke bir de bize danışsaydınız. Sizin ölçünüze, kriterinize uyan birkaç isim de biz söylerdik…

Kim mi?

Mesela; Şenes Erzik…

Türk futbolunu yıllarca UEFA ve FİFA nezdinde başarıyla temsil etti ve etmeye devam ediyor. Emin olun futbolla ucundan kıyısında ilgilenen pek çok insan Şenes Erzik’i tanır, bilir…

Hem ismi de kolay söyleniyor…

Yazık oldu, vesselâm…

ŞAKA BİR YANA…

Şaka bir yana diyoruz ama inanın şaka gibi… Uzun uzun vadede Ak Parti’yi, Erdoğan’ı yıkmayı plânlayanların projesi bu muydu?.. Çatı aday göstermek…

İyi de niye çatı aday? Bunun bir izahı gerekmez mi? Malûmun ilânına gerek yok; başka türlü Erdoğan’ı yıkamıyoruz diyorsanız, o zaman siz niye varsınız? Niye o makamları işgal ediyorsunuz? Varlık sebebinizi sorgulamanız gerekmez mi?

Hadi çatı aday fikrine sıcak bakalım. Peki, niye partiler üstü, siyaset dışı bir şahıs tercihiniz? Adayınızın tarafsız olduğunu millete göstermekse derdiniz, Erdoğan’ın karşısına dikmekle bal gibi taraf yaptığınızı milletin anlamayacağını mı zannediyorsunuz…

Yetkili kurullarınızın, milletvekillerinizin, genel başkan yardımcılarınızın bile gösterilecek adayın kim olduğundan haberi yok. Açıklamayı yaptığınız gün, onlar da bizim gibi çatı adayın ismini televizyondan duyup öğreniyorlar. Bu isim kimlerle istişare edildi, kimler tarafından kulaklara üflendi? Ufak (!) da olsa bir açıklama yapmanız gerekmez mi…

Genel başkan sıfatıyla Erdoğan’ın karşısına çıkıp, bizzat sizin aday olmanız gerekirdi ya, hadi buna cesaret edemediniz, partinizin içinden milletin teveccüh edeceği adayların önünü niye açmadığınızın bir izahı olmalı değil mi? Bir Deniz Baykal mevcut adayınızdan daha mı az başarılı olurdu veya Meral Akşener?..

Neredeyse Erdoğan eline kalemi alsa ve bir senaryo yazsa, ancak bu kadar olur, diyeceği geliyor insanın…

Sorular, sorular… İzah bekleyen, izaha muhtaç sorular…

KATİL KİM?

Gezi olaylarının başladığı günden beri hükümet aleyhtarı gösterilerde hayatını kaybeden vatandaşlarımız oldu. Gösterilerde can verenlerden bir kısmı henüz reşit bile değildi. Çocuklardı yani…

Muhalif kesimler bu ölümlerden polisi, hükümeti ve başbakanı sorumlu tuttu. Yazılı, görsel medyada, sosyal paylaşım sitelerinde katil polis, katil başbakan vurgusu ısrarla yapıldı, yapılmaya devam ediyor.

Ölüm, büyük hadisedir ve her ölüm acı verir, üzer. Genç yaşta, çocuk denecek yaşta meydana gelen ölümler daha da acıdır. Bu sebeple, yer yer haddini aşsa da, insaf sınırlarını zorlasa da yapılan samimi eleştirileri anlarım, anlamaya çalışırım…

Ama bu çocukların katilinin polis olduğuna, başbakan olduğuna dair iddialara hak vermem…

 

Bu çocukları;M İlk fırsatta ve her daim sokağa çıkmaya, gösteri yapmaya, şiddet kullanmaya hazır hale getiren bir sistem olduğunu görmeden,

M Hakkını, hukukunu bilecek, bilinçli bir vatandaş haline getirecek, hakkını sokakta değil meşru zeminlerde aramayı öğretecek bir eğitim sistemine tabi tutmadan,

M Kişiliği oturmuş, rey sahibi bir fert olmasındansa, her an güdülebilecek kitlenin basit bir bireyi haline getiren bir yapının varlığını görmeden,

M Ve daha niceleriyle birlikte bütün bu aksaklıklardan, ihanetlerden ülkenin sadece son oniki senesinde sahneye çıkmış bir hükümeti sorumlu tutmak işgüzarlığını gösterenlerin, eleştirilerine hak veremem…

Polisi, başbakanı katil ilân etme kolaycılığına kaçanların, kimlerin, kimlerin, hattâ kendilerinin bile bu ölümlerde mesuliyetleri olduğunu düşünme zamanı gelmedi mi?..

BİR RAMAZAN KLÂSİĞİ…

Üzgünüm, çok üzgünüm… Nasıl oluyor da dünyanın küçük bir köy haline geldiği bu iletişim ve uzay çağında bir avuç İslâm toplumu Ramazan’ı farklı günlerde karşılıyor!..

Şu hale bakın hele; Türkiye ve bir kısım Balkan devletleri Ramazana 28 Haziran Cumartesi başlarken, Arabistan ve genel çoğunluk Pazar günü, Pakistan ve Afganistan ise Pazartesi günü başlıyor. Haliyle arefeler farklı, bayramlar farklı… Hangi uygulama doğru olursa olsun, büyük bir kesim oruç tutmanın haram olduğu bayram gününü oruçlu geçiriyor veya kurdun, kuşun bile oruç tuttuğu günü bayram yaparak arefenin faziletini ıskalıyor…

Bu işin bir hal çaresi yok mudur, bizim usulümüz doğrudur demek –usul doğru bile olsa– yeterli midir, hakkı hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde meydan yerine dökmek gerekmez mi?..

Sorular, sorular… İzah bekleyen, izaha muhtaç sorular…

BİZDEN HABERLER…

Her sayıda haberini verdiğimiz yazarlar toplantımızın beşincisini gerçekleştirdik. Prof. Dr. Mesut Başak’ın evsahipliğini yaptığı ve sevk ve idare ettiği toplantımız, 7-8 Haziran 2014 tarihlerinde İstanbul’da yapıldı.

Bir önceki sayıda toplantılarımızın ekol ve okul haline gelmeye başladığını söylemiştik. Bu seferki toplantı, tespitimizin haklılığını ortaya koydu. Diğerlerinden farklı olarak bu toplantı öncesinde Üstad Necip Fazıl’ın bir eserinin okunması kararı alınmıştı. Karar doğrultusunda, ilk gün, Üstad’ın “Ulu Hakan Abdülhamid Han” isimli eserinin değerlendirilmesi yapıldı. En az faydası, kitap okuma alışkanlığı kazandırmak olacak eser değerlendirme uygulamamız takip eden toplantılarda da devam edecek. Bir sonraki toplantıda okunup değerlendirmesi yapılacak olan eser, Üstad’ın “Benim Gözümde Menderes” isimli kitabı…

Toplantının ikinci ve son günü dergi ve siteyle ilgili meseleler konuşuldu, 80. Sayımızın genel bir değerlendirmesi yapıldı ve yine elinizdeki sayının kapak kompozisyonu burada şekillendi. Bir sonraki toplantının 18-19 Ekim 2014 tarihlerinde Bilecik’te yapılmasının kararlaştırıldığı toplantıda, bir hafta sonra düğünü olmasına rağmen bize eşlik eden ve emeğini esirgemeyen Tolga kardeşimize bütün gönüldaşlar adına teşekkürlerimizi sunuyor ve saadetler diliyoruz…

DURUN KALABALIKLAR!

“Dâvâ ve dâvâsına sahip çıkan adam, öyle hâkim bir renk, öyle hâkim bir ses, öyle hâkim bir koku ki onu ve dâvâsını bir kez, bir anlığına görmek, duymak, hissetmek bile hayatınızın bir an’ında sizi kendisine çekmeye ve iç muhasebesi yaptırmaya yetiyor... Aslında dâvâ adamının şahsında kader, sizi hesaba çekiyor. Onu bilene, duyana, görene kadar ne yaptığınız ve yapmadığınız sizin meseleniz ama mademki artık onu bildiniz, gördünüz, duydunuz bundan sonraki hayatınızı yeniden ona göre şekillendirmek mecburiyetindesiniz. Görüşlerini kabul et veya etme ama kabul ederken de itiraz ederken de dâvâ adamı, hayatınızın merkezine yerleşmiştir artık.” (Kardelen, 80. Sayı, Sohbet)

Ali Erdal Hocamızla çocuk denecek yaşta, ortaokul sıralarındayken tanıştık. Ancak dâvâsıyla tanışmamız üniversite yıllarına denk gelir.

Hayata dâvâsının penceresinden bakan, fikreden, eser kaleme alan, dâvâsı için yazan, dâvâsı için susan, emsallerinden farklı bir insandı muhatabımız…

Beşinci ve son eseri “Durun Kalabalıklar” yayınlandı. Ömrünü vakfettiği Büyük Doğu dâvâsına yakışan bir kitap çıktı ortaya. Kaleme alınmasaydı bir şeyler eksik kalacaktı. Rahmetli Üstad’ı merkeze aldı eserinde, Üstad’a ilişkin fikirlerini, hatıralarını paylaştı bizimle.

 “Bir gün, bu memlekette, her şeyi yeniden nizamlamak mecburiyeti anlaşılacak ve o gün, -ademe mahkûmiyetin tam tersi olarak- onu hakikatiyle anlamak şart olacak.”

Eserinin giriş kısmına aldığı bu iddialı cümle; Üstad’dan bahsetmenin, ondan bir iki mısra okumanın “moda” olduğu ve onun izinden gittiklerini söyleyenlerin iktidarda oldukları bugün ne ifade eder, onu okuyucu takdir edecektir muhakkak ama sahibinin, bu cümlenin içinde barındırdığı mânâya şiddetle inandığına, dâvâsına muttali olduğum 1994 yılından beri tam 20 yıldır şahidim. Ve öyle zannediyorum ki o buna, eserinde anlattığı şekilde, Büyük Doğu’yu bulduğu anda inanmıştı:

“…

Bir gün, benim için yeni olan bir dergi gösterdi:

–Bunu da alır mısın?

Dosya kâğıdı ebadında bir dergi…

Kapakta iki arslan resmi… Alttaki uyuyor. Üstte, cami önündeki gayet heybetli!.. Yeleleri kabarmış, gözlerinden şimşekler çakıyor… Ve iki resmin arasında bir not: “Arslan uyanırken!”…

O an… Öyle geldi ki bana… Uyanan arslan Büyük Doğu’ydu ama bu kapağı her gören, bu kompozisyonun, kendi içindeki arslanın uyanışını temsil ettiğini de hisseder. Hiç tereddüt etmedim:

–Alırım!

Derginin adını bilmeden, kapak kompozisyonunu gördüm aldım...

Baktım,  en üstte derginin adı… Sınıf arkadaşımın  ‘çok kötü bir şeymiş’ dediği dergi:

‘Büyük Doğu… Necip Fazıl Kısakürek… Yirmibirinci yıl, 30 Eylül 1964. Sayı: 1’

‘Birincilik şartlarıyla doğruluş ve doğuş.’

Benim için de öyle...

…”

Kitabın “Takdim” bölümünde Muzaffer Doğan Ağabeyimizin çok doğru bir tespitle, Üstad’ın “sadece lafına değil çilesine de dost” olduğuna şahitlik ettiği Hocamız, son eseriyle sadece Necip Fazıl hakkında bir eser kaleme almadı, eseriyle esaslı bir şeye de imza attı: Yarının gündemini teşkil edecek Büyük Doğu davasında kendi yerini de enlem ve boylam verircesine tayin etti, gösterdi…

DURUN KALABALIKLAR HAKKINDA

ww(www.dunyabulteni.net) isimli internet sitesinde Asım Öz imzasıyla bir yazı yayınlandı. “NECİP FAZIL’IN GÜNCELLİĞİ” başlığıyla yayınlanan yazıda "DURUN KALABALIKLAR" değerlendirildi. Kitap hakkında ciddî bir tahlilin yapıldığı yazının tamamını yayınlamayı arzu etsek de sitedeki yasal uyarı sebebiyle ancak bir kısmına yer verebiliyoruz:

“Necip Fazıl, geride bıraktığımız yüzyılın Türkiye’sinin fikir, sanat ve siyaset ortamına dair yapılan değerlendirmelerde pek çok kişinin aklını karıştıran yazarlar arasında yer alır.

(...) Diğer taraftan Necip Fazıl’a yakınlık duymayan isimlerin bile, onun çıkardığı Büyük Doğu kapaklarından hareketle kitaplarına ad bulduğu, başkalarının ise onun tarihî ve siyasî değerlendirmelerinden ciddî ölçüde etkilendiği yakından yapılacak okumalarda fark edilebilecektir. Esasında bu iki basit örnek bile, “parça bütünün habercisidir” düsturunca var olan tesir hakkında çıkarımlar yapmayı mümkün kılmaktadır.

LAFIN DOSTU ÇİLENİN YABANCISI OLMAK

Ayrıca, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu başta olmak üzere diğer süreli yayınlarda yer alan yazılarının kitaplaştırılmasının oluşturduğu bir güncellik durumu da söz konusu. Vefatının otuzuncu yılından tecimsel yarar sağlamayı iyi kotaran bir kültürel vasatın varlığı da göz ardı edilmemeli tabii. Diğer taraftan, Necip Fazıl’ın yazdıklarıyla günümüzün gerçeklikleri, sorunları arasında bağlantı kurmanın özellikle Gezi Parkı olayları sonrasında “kolaylaştığı” da düşünülebilir. Bu olaylar dizisi hem bugün hem yarın, uzun vadede Necip Fazıl’ın siyasal içerikli yazılarında işlediği konuların, fikirlerin hâlâ canlı olduğunu gösterdi bir bakıma okuryazarlara.

(...) Necip Fazıl, özellikle Batılılaşma sürecinin varoluşu açısından temel nitelikte olan birçok sorunu, soruyu tartışmıştır. 1940’ların ortasından 1960’lara, 70’lere giderek 80’lere değin Necip Fazıl’ın işlediği konular farkında olunsun olunmasın ciddî bir bilinç ama aynı zamanda bilinçaltı oluşturmuştur.

(...) Büyük Doğu’da yer alan, “idraksiz Müslüman”, “sıhhatsiz devlet”, “iradesiz hükümet”, “temelsiz parti”, “fikirsiz basın”, “zabıtasız ilim”, “gıdasız öğretmen”, “murakabesiz piyasa”, “adaletsiz patron”, “hudutsuz rüşvet”, ”koruyucusuz din” vb. pek çok terkip onun halimizi doğru teşhis etmek için çok çaba harcadığını gösterecektir. Bütün bunlar canlı bir ilginin tezahür ediş biçimlerine nüfuz etmeyi mümkün kılmanın yanında, düşünce hayatının bir parçası olarak Necip Fazıl imgesinin kesinlikle ihmal edilemeyeceğinin kanıtı aslında.

Necip Fazıl hakkında son yıllarda kaleme alınan kitaplardan söz ettik. Bu kitapların bir kısmı akademik bir kısmı ise deneme ve hatıralar niteliğinde. İkinci tür kitapların son örneği, Ali Erdal’ın kaleme aldığı Durun Kalabalıklar kitabı. Adını Necip Fazıl’ın 1947 tarihli “Destan” şiirinden alan kitap, Okur Kitaplığı gençlik dizisinin birinci kitabı olarak çıktı. Aynı yayınevinden çıkan Mağrur Öfke: Necip Fazıl (2013) kitabına kıyasla, Durun Kalabalıklar kitabı eleştirelliği bilinçli olarak gündemine almayışıyla da farklı bir yerde duruyor. Kabul edilmelidir ki, bu tür kitapların hem Necip Fazıl’ı merak edenler için hem de daha genel düzlemde kültürel hafıza bakımından büyük önemi var. Özellikle Türkiye’deki İslâmcılığın değişik konularda söz üretme/alma çabalarını ortaya koyan aktarımlar, fikri ağırlıklarından ziyade, sadece bu söz alma nitelikleriyle de üzerinde durulmayı hak eder niteliktedir.

Durun Kalabalıklar kitabı yazarının, İslâm idealini taşıyan nesiller üstünde ciddî tesiri olan Necip Fazıl hakkında serdettiği şu satırlar bu kitabın yazılma gayesini izah eder nitelikte: “Tezleri kabul edilmeyebilir, tespitlerine katılınmayabilir, iddiaları yersiz, teşhisleri yanlış bulunabilir, ama kitaplık çaptaki külliyatın bütünüyle Türk milletinin ve İslâm âleminin meselelerini ele aldığını kabul etmek gerekir. Kanunî zamanında başlayan düşüşe, gayretlerin sahteliğine, sığlığına, yanlışlığına karşı “Durun kalabalıklar!” diye canhıraş bir şekilde heybetle ve ciddiyetle milletimizi uyardığı, uyandırmak istediği kabul edilmelidir.

Kitabın içeriğine değinmeden gençlik meselesiyle alakalı bir hususa değinmek lazım gelir. Kanaatime göre Durun Kalabalıklar kitabı hem sayfa sayısı hem de içeriği bakımından “gençlik” kitabı değil.

(...) Durun Kalabalıklar kitabının başında bir takdim yazısı yer alıyor. Yazıyı Muzaffer Doğan kaleme almış. Doğan, yazısının genelinde Necip Fazıl’ın “Lâfımın dostusunuz, çilemin yabancısı,/ Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı” dizelerini hatırlatıyor. Aynı zamanda birkaç şiir etrafında dönüp dolaşan sınırlı ilgiden söz açıyor. Ali Erdal ise bu bağlamda, kitabın ilerleyen sayfalarında Kütahya özelinden Türkiye sathına Necip Fazıl’ın etki halesinin muhasebesi noktasında şu önemli tespitleri yapıyor: “İslâmî çevreler her fikrini kabule hazırlar. Ama onun hakkında söylenecek aleyhte sözlere de itirazları yok. Konferansları avuçlar patlayasıya alkışlanıyor, sohbetlerinde hemfikir olunuyor, kitapları okunuyor, toplantılarda şiirleri okunuyor, sözleri, fikirleri delil oluyor ama birkaç kişilik kulislerde iş değişiyor.” Yazar, yarınki Türkiye’de Necip Fazıl’ın yerinin ne olacağına dair tespitler yaparken, son yıllardaki popüler ilgiye bir nebze de olsa değiniyor. Cenazelerde, törenlerde şiirlerinin okunması, hazır cevaplılığı, hücumları, alayları, Sakarya Türküsünün heyecanla okunması, hakkında düzenlenen toplantılar, yazılan kitaplar, siyasîlerin onun eserlerini okuyarak yetiştiklerini iftiharla dile getirmeleri bunlar arasında sayılabilir. Bir gün herkesin onunla hesaplaşmak zorunda kalacağını ifade eden yazarın şu tespiti son derece önemli: “Büyük Doğu; düşmanı olunur ama sessiz kalınacak, görmezden gelinecek bir hareket değildir.

PARÇADAN BÜTÜNE BİR MUHASEBE İMKÂNI

Necip Fazıl’ın eksik algılandığı konusuna Ali Erdal da temas ediyor. Büyük Doğu’nun ve Necip Fazıl’ın yekpare bir bütün olduğu bundan dolayı onu anlamak için eserlerin tümünü okumak gerektiği vurgulanıyor. Aksi takdirde parça parça veya bir iki eserini okumakla bir şey elde edilemeyeceği söyleniyor. Tabii İdeolocya Örgüsü’nün Necip Fazıl’ı ve Büyük Doğu’yu anlamak için kılavuz mahiyetinde olduğu şeklindeki kanaatler de yabana atılmamalı. Zaten yazarın vermiş olduğu konferanslarında bu esere özel bir pay ayırdığı hemen fark ediliyor.

(...) Yazar, kitabının ilk bölümlerinde hem Büyük Doğu ile tanışma sürecini anlatıyor hem de 2012’den itibaren yoğunlaşan Necip Fazıl ilgisine ışık tutacak aktarımlarda bulunuyor. Necip Fazıl’ın güncelliğinin izini sürmek bakımından oldukça önemli göründü kitabın bu bölümleri.

(...) Yazarın İslâm âlemi konusunda yapmış olduğu değerlendirmelerde Türkiye örnekliği ve önceliği üzerinden yol almış olması da bir başka önemli mesele. Yazar, kurtarıcılık iddiaları bağlamında İdeolcya Örgüsü üzerinde durmayı tercih ediyor. İslâm dünyasındaki uyanışların İdeolocya Örgüsü çerçevesinde anlamlandırılmaya çalışıldığı satırlar, son yıllarda Türkiye İslâmcılığının belli konularda tekrar Necip Fazıl’a rücu ettiğinin önemli bir göstergesi olarak okunabilir. Şu satırlar bunu ortaya koyar mahiyette: “ İşte Arapların içinden bir fikir adamı çıkıp Arap hareketi şudur deseydi hareketi farklı olurdu. Dün Tahrir Meydanı’nda Hüsnü Mübarek’i indirmek için toplanan on binlerce insan, bugünkü cumhurbaşkanına karşı harekete geçiyor. Niçin? Çünkü ne dünküne ne bugünküne karşı çıkarken ellerinde bir ölçüleri yok…

‘İslâm 500 yıllık kılıcını elinde tutan Türkiye’de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Türkiye’de düzelirse her yerde kavuşabileceğine ait ilâhi bir ihtar.’

Bizim sorumluluğumuz asıl burada.(…)

Türkiye bu haliyle İslâm dünyasına tabiî ki rol model olamaz. Ama istense de istenmese de İslâm âleminin ön tekeridir. Anlasa da anlamasa da sorumluluğumuz bu… Nasıl olmak gerektiğini anlatan eserlerin hepsini okuyup anlamak ve inşallah yarının büyük Türkiye’sinin doğması veyahut da yok olup gitmemek tercihlerinden birini seçmek…

Uzun lafın kısası, kitaba yapılacak itirazlar bir yana kitabın en önemli yanı, ele aldığı konular bakımından aktüel meseleler zaviyesinden Necip Fazıl’ın tesirini gündeme taşıma gayretidir.”


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Cennetmekân Hemşehrimiz I... - Sayı 91
Türk milleti... - Sayı 90
Müslüman, müslümanın kurd... - Sayı 89
Şeyh'im Edebâli... - Sayı 84
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Sanatımızın, özellikle şiirimizin şu andaki seviyesini güneş ışığının yokluğuna mı, yoksa ondan gelen ışığın yansımasını engelleyip, bizi suni bir güneş tutulmasıyla karşı karşıya bırakanlara mı bağlamalı?..
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14593003
 Bugün : 3544
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631074
 Bugün : 720
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim