Muhasebe Av. Kadir Bayrak Sayı:
83 - Ocak / Mart 2015
TESPİTLER 17-25 Aralık 2013 tarihli operasyonlarla ilgili olarak, bundan bir sene önce yayınlanan 79. sayımızda bazı tespitlere yer vermiş ve son paragrafta bir neticeye ulaşmıştık: "Tarihî sürece az çok vakıf olan herkes, 2014 yılında mahallî seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimi için sandığa gidecek Türkiye’de bir şeylerin olacağını tahmin ediyordu. Önceki seçim dönemlerine damgasını vuran ve millî iradeyi istediği gibi şekillendirmeyi amaçlayan kaset furyasının yeniden gündeme geleceğini tahmin edenler, tahminlerinde yanıldılar. Bu kez farklı bir yöntem seçilmişti; hükümeti yolsuzluk üzerinden zayıflatmak, hattâ mümkün olursa bu yoldan yıkmak... Belli ki iktidar partisi, yolsuzluklar yönünden ilk günden itibaren içinden ve dışından mercek altına alınmış ve bütün günahları bir gün kullanılmak üzere arşivlenmişti. Merkezde ve mahalde görev alan ve parti adına iktidar gücünü kullanan bir kısım seçilmişlerin de, bu arşivcilerin ekmeğine yağ sürdüğü, onlara istedikleri imkânı sunduğu da su götürmez bir gerçek olarak ortaya çıktı. (...) Farklı bir yöntemle de olsa bir kez daha millî iradeye müdahale edilmiştir. Yolsuzluk gibi kimsenin karşı çıkması mümkün olmayan hassas bir mevzuu üzerinden, siyasî tercihler şekillendirilmek istenmiştir. Yolsuzluk iddialarının üzerine gidilmesi, varsa yapanların en ağır şekilde cezalandırılması elbette gerekir. Ancak televizyon kanalları, internet siteleri, sosyal medya ve gazetelerle birlikte yapılıyor görüntüsü veren soruşturmalarla, kamuoyuna, hükümetin ve içinden çıktığı iktidar partisinin tamamının yolsuzluklara bulaştığı kanaati verilmek istenmiştir. Bu, en hafif tabirle milletin zekâsına hakaret etme, iradesine ipotek koyma gayretidir..." 30 Mart 2014 tarihinde yapılan mahallî seçimlerden sonra yayınlanan 80. sayımızda da tespitlerimize devam ettik: "(...) Millet, 17 Aralık tarihinde uygulamaya konulan senaryo sonrası, kendisini bir tercih yapmak mecburiyetinde hissetmiş ve tercihini hataları, kusurları, yanlışları olmakla birlikte kendi içinden çıkan iktidar partisinden yana kullanmıştır. Bu tercihiyle millet, bugüne kadar takip ettiği çizgiye uygun hareket etmiş ve iradesine sahip çıkmıştır. Aslında 30 Mart’ta bir partiyi değil kendi iradesini tercih etmiştir. İktidar partisi, seçim sonuçlarını böyle okumalıdır. Eğer aldığı oyu, benim yaptığım her şey toplumda kabul görüyor şeklinde yorumlarsa yanılır ve belki bugün değil ama bir gün kaybeder. Millet, 17 Aralık tarihinden sonra ortaya saçılan ses kayıtlarını, yolsuzluk iddialarını sürecin hassasiyeti sebebiyle görmezden gelmiş olabilir. Ama bu, olan bitenin farkında olmadığı anlamına gelmez. Şimdi iktidar partisine düşen bu iddiaları tek tek ele alıp, aslı varsa sorumlusunu en ağır şekilde cezalandırmak, aslı astarı yoksa da bunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde kamuoyuna anlatmaktır." NE İSTEDİNİZ DE VERMEDİK! Bugün gelinen noktada, iktidar partisi, kendisine idaresi emanet edilen devletin, geleneğine uygun hareket ederek ve refleks bir tepkiyle devletini; kendi eliyle sürüklediği uçurumun kıyısından kurtarmayı bilmiş ancak aynı cevvalliği, aynı hassasiyeti üzerine sıçrayan pislikleri temizlemekte gösterememiştir. İktidar partisinin, devleti, uçurumun kıyısına kendi eliyle sürüklediği, "ne istediniz de vermedik!" klişesiyle, başka bir izaha gerek bırakmayacak kadar açıktır. Devlet içinde, özellikle emniyette, yargıda, orduda, bürokraside bu denli kadrolaşabilen ve kadrolaştığı ölçüde kendisinden başkasına hayat hakkı vermeyen –paralel, üçgen her ne isimle anılırsa anılsın– bir yapının, vicdan sahibi herkes takdir eder ki gökten zembille inmesi muhaldir. Arkasına devlet gücünü almayan hiçbir yapı günün birinde devleti ele geçirme cesaretini kendinde bulamaz. Mademki iş bu noktaya gelmiştir, kendisinde bu cüreti bulan kadrolar kadar onlara bu cesareti, imkânı verenin de sorgulanması gerekir. Biz safmışız, bizi de kandırdılar, alnı secdeliler ihanet etmez zannettik, meğer ne hainlermiş demek kendisine devlet idaresi emanet edilenlerin arkasına sığınabileceği mazeretler olamaz. YA KUL HAKKI!.. Devlet gücünün, milletin seçtiği iktidardan, iplerinin nereye bağlı olduğu belli olmayan (!) kukla bir yapının eline geçtiği bu netameli zaman diliminde uğranılan haksızların da –ucu nereye varacaksa varsın– hesabının sorulması gerekir. Bu işin sadece siyasî mesuliyetinin olacağını zannetmek, sandıkla, seçimle her şeyin hesabının verileceğini iddia etmek ve/veya kamuoyuna böyle bir intiba vermek, inanan, inandığını iddia edenler için ne acıdır. Zulüm ile abad olunamayacağına göre, adil olmayan mahkeme kararları ile mahkûm olanların uğradıkları zulmü, mensuplarına peşkeş çekilen sınav soruları sebebiyle hakları gasbedilen sayısı tahminlerin çok üzerinde millet evlâdının ahını nasıl izah edeceğiz, hesabını nasıl vereceğiz. Siyasî sorumluluğun ötesinde bu işin bir de kul hakkı yönü vardır ki asıl endişe edilmesi gereken işin bu boyutudur. ACABA... İktidar partisi, 17-25 Aralık operasyonlarında ismi sıkça geçen dört bakanına görevden el çektirmiş ama hâkimiyeti ele aldıktan sonra meclis bünyesinde kurulan komisyon vasıtasıyla eski bakanlarını korumuş ve Yüce Divan’a göndermeyi uygun bulmamıştır. Yüce Divan’da yapılacak yargılamanın adil olmayacağı zira divanı teşkil eden üyelerin üzerinde de kukla yapının etkisi olduğu iddiaları bir yana, dünyanın her yerinde iktidar olan her parti aynı şekilde hareket ederdi. Ama bu gerçek bile vicdanları tatmin etmedi. Keşke iktidar partisi, genel başkanı ve başbakanın dile getirdiği yanlış yapan kardeşimiz bile olsa kolunu keseriz anlayışını millete bu vesileyle izah edebilseydi. İktidar partisi şunu söyleyebilseydi acaba millet nazarında nasıl karşılanırdı; karşımızda öyle bir yapı var ki milletvekillerimizin yatak odalarına girip en mahrem anlarını kayıt altına almış, başbakanımızın çalışma odasına varıncaya kadar devletin en üst makamlarına böcek yerleştirmiş, en üst ve en gizli devlet toplantılarını bile dinlemiş, oraya buraya servis etmiş, MİT operasyonlarına müdahale etmiş. Şimdi bu kukla yapı, bu kadar dinlemeden, bu kadar casusluktan sonra bula bula dört arkadaşımızın açığını tespit etmiş. 10 milyonun üstünde üyesi, 20 milyonun üzerinde seçmeni olan bir siyasî partide çürük yumurtalar elbette olur. Biz iddialarda ismi geçen arkadaşlarımızın iddia edildiği üzere bir kabahatleri olmadığını biliyoruz ama varsın bu işi adalet halletsin... İktidar partisinin bugün her şeyden, herkesten, her zamandan çok muhasebe yapmak, kendini hesaba çekmek mecburiyeti vardır. Zaman, mekân ve dayandığı temel ona bu mecburiyeti yüklüyor. SON SÖZ... Hangi yapıya, cemaate, hizmete, anlayışa mensup olursa olsun ölmeden önce nefsini hesaba çekme emrine, kendisini muhatap gören her inanan yukarıda değindiğimiz nefs muhasebesini yapmakla mükelleftir. İktidar partisini yapılanlara göz yumma, zemin hazırlama, imkân verme yönünden eleştirirken, ortalığa saçılan bunca iddianın faillerine, zamanından, sağlığından, parasından, ailesinden, hayatından fedakârlık ederek, bilerek veya bilmeyerek destek olanların kendilerini bu muhasebeden muaf tutmaları düşünülemez. Mızrağın çuvala sığmadığı bu minvalde, büyük sahabe, adaletin yürüyen timsali Hz. Ömer’in (ra), kendisine münafıkların listesi emanet edilen Ebu Huzeyfe’ye (ra) katılmadığı bir cenaze namazı sonrası sorduğu soru ortadayken; liderini, efendisini, cemaatini hâşâ günah işlemez, hata yapmaz, masum kabul etmek nasıl izah edilecek. İlmin kapısı Hz. Ali’nin (ra) ahiret yoktur diyen kâfire, eğer sizin dedikleriniz doğru ise benim bir zararım olmaz ama benim dediğim ve inandıklarım doğru ise siz çok zarar edersiniz ölçüsünü bu hususta hayata hâkim kılmasını ve milletimizi doğrudan ayırmamasını Allah’tan çokça dileyelim...
|