Türk ruh kökü Ali Erdal Sayı:
88 - Nisan / Haziran 2016
İlköğretmen okulunu bitirince, ilk olarak Bilecik Deresakarı köyüne tayin edildim... Yıl 1961!.. Köyün çoğu tanıyor... Zaten sıcakkanlı insanlardır.
O zaman radyo her yerde yok. Kahvede haber vakti geldi mi, herkes sanki konuşanı görecekmiş gibi radyoya bakarak haberleri dinliyor. Nadir bir eşya olan radyo, herkesin açıp kapatamaması için, yüksek bir yere konmuş. Dinlenecek programlar belli. O saate göre geliyor halk... Bu programlardan biri, akşam saat beş oldu mu, “Yurttan sesler”!.. Muzaffer Sarısözen’in duygulu açıklamaları ile türküleri en çok takip edenlerden biri de köyün iki öğretmeninden genç olanı... Anladınız, kim olduğunu... Ramazan gelince de “iftar programlarının” pek çok kişi gibi dikkatli takipçisi. Aşağı yukarı İstanbul’la aynı olan, iftar saati evde olabiliyorum.
Benim için köyde ramazanın ilk gecesi... Davulcu da uyandırır ama saati kurup yattım... Saatin kalk ikazından önce uyandım... Bir yerlerden sesler geliyor... Çın çın sesler... İlâhiler söyleniyor… Koro okuyor... Daha oparlörler yaygın değil... Radyodan başka yayın cihazı yok... Bu kadar güzel okuyuş, ancak radyodan olabilir... O da sadece kahvede… Eve kadar sesi gelemez... Nereden geliyor bu ilâhî sesleri?
Topluluk şevkle söylüyor:
“Şol cennetin ırmakları,
Akar Allah deyu deyu!..
Çıkmış İslâm bülbülleri,
Öter Allah deyu deyu!”
Kimler bu “İslâm bülbülleri?”… Seslerin köyün her tarafından duyulduğu muhakkak... Pencereye koştum ve camı açtım... Haklıymışım, bu sesler köyün her tarafından duyulur... Bir merkezden geliyor:
“Al abdesti, kıl namazını;
Cennet-i âlâyı bulursun!”
İlâhîler kesintisiz devam ediyor... Biri bitiyor, bir başkası başlıyor… Merak ettim... Giyindim, evden çıktım... Seslerin geldiği istikamete yürüyorum... Sesler, camiden geliyor... Camiye vardım, kapı kapalı... Ama sesler devam ediyor... Sesler yüksekten geliyor. Minareden mi, diye düşünürken, birkaç genç geldi. Selâm verdiler...
−Hayırdır hocam, bu saatte?..
−İlâhileri duydum, geldim!..
−Sen de mi katılacaksın gruplardan birine? Bize katıl!..
O sırada birkaç genç daha geldi. Önceki gelenlere:
−Haydi bakalım, çıkın minareye, diğerleri inmek için sizi bekliyor.
Öğrendim ki, sahurda insanlar minareden okunan ilâhîlerle uyandırılıyor. Köyün gençleri gruplara ayrılmışlar, sahurdan imsağa kadar minareden sesleniyorlar:
“Uyumasın gözümüz,
Doğru olsun sözümüz!
Her iki cihanda da,
Ak olmalı yüzümüz!”
Köyden sırası gelen yemekler getiriyor, gruplar halinde orada yeniyor. Ertesi gün de yine sırayla evlere iftara davetliler... Köyün kahramanları... 30 Ramazan hiç aksamadan devam etti... Bütün köyü kapsayan bir teşkilâtlanma!..
İşte tabiat böyle değerlendirilir... Tabiatın hakkı böyle verilir... Köy adı üstünde, Dereköy.. Etrafındaki kayaların tesiriyle minareden ses köyü âdeta yıkamakta... Tabiî eko!..
Ne zaman başladığını bilmiyorlar... “Bildiğimiz bileli böyle!...”
Bu beni çok etkiledi... İşte Türk ruh kökü!.. Sağlam, sapasağlam!.. Zamanı ve mekânı İslâm’a göre nizamlamak, hayatı güzelleştirmek ve hayata İslâm’ı hâkim kılmak!.. Nesillere mal etmek!..
Nereden geliyor, bu ilâhi sesleri diyordum ya?... Türk ruh kökünden!..
Şimdi de devam ediyor mu, bilmiyorum... Sormaya korkuyorum!..
|