Ramazan topu Ali Erdal Sayı:
88 - Nisan / Haziran 2016
Hani “kendi gitti, adı kaldı yadigâr” derler ya... Ramazan topu da öyle... Ama ramazan topu, kendi gitmedi, biz gönderdik... Adı bile pek yadigâr kalmış gibi görünmüyor...
Diyebilirsiniz ki... Bu devirde insanların oruç açmak için ramazan topuna ihtiyacı mı var? Herkesin elinde, cebinde, duvarında, meydanında saat... Bakar açar... “Aptal kutusu” denilen televizyon, hiç olmazsa, iftar saatini ve imsak vaktini kolayca, güzel ve değişik buluşlarla gözler önüne seriyor ve kulaklarımıza duyuruyor. Ramazan topu gibi köhne bir malzemeye ve hele sadece kulağa hitap eden basit bir araca neden ihtiyaç duyulsun...
İlk bakışta ve ilk duyuşta çok doğru görünebilir ama bir hususu gözden kaçırmamalıyız... Ramazan topu, bir ibadeti hepimizin yaptığını, ona inanmakta ve onu uygulamada bir bütün olduğumuzu, hepimizin iftar anını hep birlikte beklediğini, hepimizin aynı dua ile ellerimizde iftarlıklarla dua ettiğimizi ve hep birlikte oruç açacağımızı ilân ediyor aslında; vakti değil... Ramazan topu atılırken de, evde en az bir kişide saat vardı ve vakti bilmek mümkündü...
Çocukluğumda ramazan topunu gördüm... Sakarya gazetesi mensuplarından Kâmil Çolak’ın babası, atardı ramazan topunu... Evleri köyün yüksek bir yerinde idi. Oradan gönderilen ses köye yağmur gibi dökülürdü. Akrabamız olduğu için bir iftar vakti orada idim. İki orta boy tekerlek üzerine konan top, iftarı ve imsağı bildiren bir araçtan öte, bence köyün yekpare bir bütün olduğunun simgesi idi... Namlusuna barutun doldurulması, çaputların, sadece bu işe mahsus bir dipçikle sıkıştırılması, tetiğin düşeceği yere, patlamayı sağlayacak kapsülün konması, patlatmak için vaktin beklenmesi, top başında bulunanların hep birlikte saate bakması; bu birlik ve beraberliğin müstesna ve görülmesi bir şans olan bir töreniydi... Köyden top atılmasına şahit olmak için (topu görmek için değil) her akşam değişik kişiler gelirdi. Demek ki, benim dışımda da aynı duygular taşınıyordu.
Eğer televizyonlar, o ruhla işleseydi, bugün bir küçük parçası bile kalmayan, hiç olmazsa müzede yaşaması gereken ramazan topuna ihtiyaç kalmayabilirdi... Daha doğrusu, cemiyette o ruh kalsaydı, televizyon ona göre işlerdi.
Ramazan topunun şahsında, kaybolan millî ruhun hasretini yaşıyoruz... Yaşamalıyız...
|