Türk ruhu siyonizmi yendi Ali Erdal Sayı:
90 - Ekim / Aral?k 2016
Bilecik'te yayınlanan SAKARYA gazetesi Yazıişleri Müdürü Mücahid ERDAL, bir müessese haline gelen BASIN MASASI programında Kardelen'in sahibi ve yazıişleri müdürü Ali ERDAL'la konuştu. Bu konuşmayı takdim ediyoruz.
Mücahid ERDAL: 15 Temmuz darbe girişiminin ardından öğretmen yazar aynı zamanda amcam Ali Erdal birbirinden harika 4 köşe yazısı yazdı. Programdan önce yazılarına devam edeceğini söyledi. Yıllar yıllar önce ben Ertuğrulgazi Lisesindeyken bu cemaatle ilgili bizleri uyarmıştı, yakın durmamamızı söylemişti, hep mesafemizi korumuştuk. Nurcularla başladığını, Futullahçılar olarak devam ettiğini söylemişti. Tehlikeleri o tarihlerde görmüştü. Nasıl gördünüz o tarihlerde böyle bir tehlikeyi?
Ali ERDAL: Allah’a şükürler olsun... Önce his plânında. Bu şahsı ilk tanımam şöyle oldu. Bursa Eğitim Enstitüsü’ne gittiğimde... Okulun açıldığı ilk günler bir arkadaş geldi, Bilecikliymiş, Bursa’da ikamet ediyorlarmış amcası memleket hasreti çekiyormuş. Arkadaşlarını al gel sohbet edelim demiş. Bizi eve götürdü. Çaylar kahveler... Adam cömert... O arada ortaya bir teyp getirdiler. O günün teypi, sandık gibi. 1967-68 yılları... Adamın biri teypte konuşuyor... Ama nasıl; şaptan şekerden, baldan biberden rastgele, ne söylediği belli değil... Dağınık... Üstelik ağlıyor; af edersiniz salya sümük... Allah diyor ağlıyor, Peygamber diyor ağlıyor, Sahabe diyor ağlıyor. Ağlaması bende ilk tereddütü meydana getirdi. Çünkü biz Müslümanlar tenhalarda ağlamakla emrolunmuşuz. "Tenhalarda"... Yani Allah'a ağlayın kullara değil.
İkinci hafta yine gittik, yine aynı... Bir daha gitmedim. Konuşanı, o kadar küçümsedim ki, kim olduğunu merak etmedim. Aradan yıllar geçti. Fetullah Gülen diye birinden bahsediliyor, ama ben merak etmiyorum. Bir gün Bilecik’te, 80’li yıllarda... Bir arkadaş dedi ki Gülen'in bir kaseti var... Hayatım boyunca bu adama hoca, hoca efendi demedim. Topluluklarına cemaat demedim. Arkadaşım dinleteceği kişide itikat arızası olduğunu düşünüyor.
–1987’li yıllarda Ertuğrulgazi Lisesi’nde okurken "bunlarla mesafeni koru" ve "Bunların itikatta arızaları var" demiştin. Bu cümleyi iyi hatırlıyorum.
–Önce sağlam itikat. Emir bu.
Arkadaşın evine gittik. Televizyonda kasetini seyredeceğimiz kişinin ismi Fetullah Gülen’miş. Konuşmaya başladı. Benim 1967'de tahammül edemediğim kişinin Fetullah Gülen olduğunu anladım. Arkadaşım haklı. Gülen kendisi gibi ağlayan, çırpınan topluluğa konuşuyor. İkide bir takkesini, ceketini düzeltiyor. Tasavvuf büyükleri bu böyle lüzumsuz hareketlere nebatî hal diyor. Vücut dili uzmanları söylediklerine inanmamanın, rol yapmanın kanıtı diyorlar.
Karşısındakilere, “SİZ KUTSİLERSİNİZ” diyor. Bu adam yeni bir literatür ortaya koyuyor. Bunlardan biri kutsiler. Çok değerli, çok üstün, çok kutsal insanlarmış. Sahabeden sonra gelen "ikinci kutsiler" diyor, üstelik. Sahabeyi büyük yapan Allah’ın Resulü... Müslümanken O'nu görmek veya onun tarafından görülmek sıradan müslümanı en büyük mevkiye çıkarır. Dinleyicileri "ikinci kutsiler"... Onları yetiştiren kendisi?.. Kendisi de, Allah muhafaza bir yere yerleştiriyor.
–Hangi yıllarda söylemiş?
–80’li yıllarda...
–Bugün daha belirli söylüyor.
–Evet.. Şöyle bir konuşma tarzı... Hiçbir şeyi net söylemiyor, kaypak, dolambaçlı, ağdalı... İma ediyor, hissettiriyor. Bir şeyler söylemeye değil etkilemeye çalışıyor. Ve suni bir mistisizm... Yersiz ve suni duygulanma... Güya tevazu... Suni ağlamalar... Güya aşkla dolu bir insandan çıkan istek dışı feryatlar... Ne âşıklar var, topluluk karşısında ağlamıyor. Büyük aşk sahibi, onu disiplin altına alır. Topluluğu hipnotize ediyor. Bursa’da Hafız Mustafa Kavurmacı abimize söylemiştim, teypten dinlediğimde... Biri konuşurken ağlıyor, birileri de topluluğun içerisinde Allah diye bağırıyor... O da şunu söyledi... Bazı mevlithanlar, okuyuşları rağbet görsün diye paralı insanlar tutarlarmış, Allah diye bağırtırlarmış. Gülen için ileride Müslümanlar anlar, o da kaybolur gider diye düşündüm.
Bir arkadaş var ismini söylesem tanırsın; iyi muhterem sevdiğim biri. Onunla münazara ederdik. O muhterem hoca efendi, ben Gülen derdim. Herkes bizi tebessümle dinlerdi.
–Bunlar önceleri öğrencilere barınma imkânı tanıyordu daha sonra dershane, özel okul gibi eğitim hizmetlerine geçtiler. Bir öğretmen olarak bu faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
–O zaman söylemleri iyi insan yetiştirmekti, fakat ben inanmadım. Hiçbir zaman onların dershanelerine hoca olmayı düşünmedim, zaten onlar da beni düşünmezlerdi.
–Öğrencileri sınıflandırdıkları en iyileri bir bölüme aldıkları da kamuoyunda konuşuldu. Siyasetle daima içli dışlı oldular. Bunu nasıl değerlendirmek lazım?
–Bu kadar büyük bir hareketi bir kişi tek başına yapamaz. Bir teşkilâtla olur. Siyasetçiler bile az gelir. Amerikaya gittiği zaman, CIA’ nın götürdüğü o zamanlar da söylenirdi. Bir cümlesi üzerine ben de öyle düşündüm.
–Peki nedir o cümle?
–Hürriyet gazetesinde bir röportajı çıkmıştı. Nazarımda ehemmiyetsizdi, gazeteyi saklamayı düşünmemiştim. Diyor ki; “Dünyada Amerika’ya rağmen hiçbir şey yapılamaz”. Şimdi her şey iyice ortaya çıktı. Gülenin arkasında CIA, CIA’nın arkasında da Amerika, onun arkasında İsrail ve Mosat. Hepsinin arkasında da Siyonizm. Gülen'le mücadele değil, dış güçlerle savaş. Türk Amerikan diyaloğu görünümünde Türk Siyonizm savaşı...
–Takiye’yi nasıl yapıyorlar, nedir bu iki yüzlülük?
–İki sahabe müşrikler tarafından yakalanıyor. İnanmadığınızı söyleyin serbest bırakalım diyorlar. Biri söylemiyor şehit ediyorlar. Biri de istediklerini söylüyor ve salıveriyorlar. O, Allah’ın Resulü’ne geliyor ve durumu arz ediyor, rapor veriyor. Allah’ın Resulü soruyor peki ya kalbin nasıldı bunu söylerken? Sahabe kalbimde en ufak bir şüphe yoktu diyor. Allah’ın Resulü, bir daha böyle bir tehlike ile karşılaşırsan yine aynını yap, diyor. İslam âlimleri de buradan şu sonucu çıkarıyorlar. Demek ki birisi zarar göreceği zaman kişi kendini saklayabilir. Ferdî bir sığınma... Bunlar müessese haline getiriyor. Ortak ahlâk haline getiriyorlar. Bukalemun gibi gizleniyorlar. İslâm'ın kaidesini değiştirme gayreti.
–Başörtülü bir milletvekiline hakaret eden DSP lideri B. Ecevit’e oy verdiler? Bu da mı takiye? Bunu nasıl izah etmek lazım?
–Menfaati için kullanma... Açık, net söylemez. Başörtüsü teferruattır dese herkes teferruat mı olurmuş der, ama bilinmeyen bir kelime söylüyor; furuat... Ehemmiyetsiz. Başörtüsü emirdir, furuat değil. Saptırıyor.
–Demirel, Özal, Ecevit, Erdoğan ile yol yürüdü. Erbakan Hoca Gülenciler'e mesafeli oldu. Koalisyonla iktidara geldiğinde bu kadroları kullanmadı. O çizgiden gelenler onun gibi yapmadı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
–Erbakan devletti o gün. Devlet ve devletli ortak kabul etmez. Gülen’in ne olduğunu anlamaktan gelen üstün bir basiretle olsaydı, itikat arızalarını ortaya dökerdi.
Bilgisayara virüs girdiği zaman bilgisayar kendini korumaya alır, bir güvenlik duvarı var. Tehlikeyi imha eder. Bizim böyle bir koruma duvarımız yok ve dışarıdan gelen tehlikelere açığız. Çok badireler atlattık. İslâm’a dayalı devletten bugüne... İnkılaplar, yenilikler, reformlar, ihtilâller... Cemiyet, tamamen farklı hale getirildi. Özlerinden koptu. Devletliler, dayanacak, güvenecek dal bulamıyor. Alnı secdeye gelenlerden zarar gelmez dediler. Cumhurbaşkanı gayet açık ve samimi “aldanmışım milletimden özür, Allah'tan af dilerim” dedi. Bunlar kendilerini çok iyi gizliyor. Cemiyet bu hale nasıl düştü, birkaç cümleyle anlatılamaz. Ayrıca konuşulmalı.
–Ak Parti iktidara geldiğinde sol kadrolarla çalışması mümkün değildi, milliyetçilerle çalışmayı tercih etmedi “milli görüş gömleğimi çıkarttım” dedi. Milli görüşçü olan kadrolarını da bir yerde devre dışı bıraktı. Geriye bunlar kaldı.
–Zaten hazırda bekliyorlar.
–Bir fıkra var cuk oturuyor. Tilkiye demişler kızarmış tavuk sever misin? Gülmekten evet diyememiş. Gülencilere maalesef gün doğdu. Yine de bunu en erken fark eden Cumhurbaşkanımız R. T. Erdoğan. İyi ki erken fark etmiş. Dershanelerin kapatılma süreciyle başladı, ardından Mit tırları, gezi olayları, 17-25 Aralık o da bir darbe girişimi... Daha sonra Cumhurbaşkanımız keskin bir dille inlerine gireceğiz, bunları devlet kadrolarından çıkartacağız dedi. Ne kadar isabetli olduğu da ortaya çıktı. Ancak 17- 25 Aralık'tan sonra neredeyse 2 yıl geçmiş şu da enteresan kendi emir subayları ve muhafız alayı da bu kadar söylemden sonra Gülenci.
–Türk cemiyetinin koruma duvarlarını yıktılar. Asker ocağı peygamber ocağı... Kurbanlık koyun olarak gönderiyoruz çocuklarımızı... Davul zurnayla... Ölürse şehit kalırsa gazi... Devletin konjonktüründe bu değerler pörsüdü. Neyseki millet tahtında bu değerlerin temelli yok olmadığını gördük. Ama devlet mekanizmasında bu değerlerin tesiri yok. Devlet konjönktüre uygun kişiler yetiştiriyor. Laik, sosyal hukuk devletine bağlı Atatürkçü görünümlü insan. Böyle görünmek kolay. Dolayısıyla ayrım zor... Kötüleri seçen bir mekanizma var. Koruma duvarları yıkılmış devlete nüfuz kolay. Fark edenin üzerine çöküyorlar. Türk cemiyetinin yumuşak karnını tespit etmişler. Buna rağmen, koruma duvarları çökmüş devletini canı pahasına koruyan asil milleti takdir etmez misiniz?
–Darbe girişimleri Türk tarihinde Abdülhamit'le başlıyor. Cumhuriyet tarihinde de darbeler var. Ancak bu darbe diğerlerinden farklı. Öncekiler, yönetime el koyuyordu. Vatandaşa, kamu binalarına zarar vermiyordu. Bunlar vatandaşına kurşun sıkıyor, meclisi bombalıyor. Hattâ Polatlı’dan Ankara’ya gelirken patriot füzesi yakalandı. Ne için kullanılacak, bu nasıl bir kin? Sizin de bu konuda bir köşe yazınız var.
–Gülen’i vasatın altında görmüşümdür. Bugünde aynı kanaatteyim. Orta seviyeli bir insan bile yabancı güç tarafından istihdam edilemez. Kullandırtmaz kendini. Arızayı hisseder. Darbe, Gülen tarafından organize ediliyor görünse de arkasında CIA var.
–Türkiye haricinde de bir çok okul açıldı. Uluslararası bir güç olmadan böyle okulların açılması mümkün değil. Örgütün lideri Amerika'da olduğuna, dünyanın süper gücü Amerika olduğuna göre bağdaştırmak çok zor olmaz. Teşkilâtlanmaları da masonların piramit şekline benziyor. Kimse kimseyi bilmiyor, Siyonizm’in örgütlenme şekilleri.
–Kanaatime göre, darbeyi plânlayanlar darbenin başarılı olması için çalışmadılar. Amaç bir iç harp çıkarmaktı. Herkes birbirini gammazlayacak, farklı görüşler ortaya çıkacak. Kaos meydana gelsin istediler.
–Yurtta sulh komitesinden kimse yakalanmadı.
–Tepedekiler kayırılıyor. Millet darbeye engel oldu. Demokrasi nöbeti diyorlar. Millî irade deyin. Bu da bizim fikir zayıflığımızı gösteriyor. Millet toplanıyor, sembol yalnızca Türk bayrağı. Kavga, soygun, taciz yok. Asalete bakın. Batılı olursak kurtuluruz diye korunma duvarları haşat edilmiş bir cemiyette buna rağmen Türk ruhu, gerekince ortaya çıkıyor.
–Türk ruhu nasıl harekete geçti?
–Milletimizde üstün organizasyon kabiliyeti olduğu muhakkak. Bütün sır, İstanbul’un fethini müjdeleyen hadiste. Bu hadis bizim kimliğimiz. Dünyada böyle dayanağı hadis olan başka topluluk yok. Kahire, Tahran, Bağdat mühim mi değil? Neden İstanbul? İstanbul fethedilecektir diyen; O'na selâm olsun; sadece fethi müjdelemiyor. İstanbul’u fetheden millete buna lâyık ol diye emrediyor. Müslümanlara da o buna lâyık olduğu sürece, ona itaat et; diyor. Ben Allah’ın Türk milletini koruduğu kanaatindeyim.
–Köşe yazınızda da dediğiniz gibi Abdülhamit’in hal edilmesinden milletin haberi olmadı ve bu milletin bağrında yara oldu. Menderes isteseydi bu darbeyi bastırabilecekti. Demirel şapkasını alıp gitti. Bütün bunlar milletin içinde acı olarak yerleşti ve büyüdü.
–Bu millet Abdülhamit’i sevdi, bütün propagandaya rağmen. Ertuğrul alayı komutanı yalvarmış, izin verin onları bir kaşık suda boğarım. Aşçıbaşı yalvarmış... Ancak Abdülhamit Han Müslüman kanı dökülmesin diye razı olmuyor.
–Kardeşim Mehmet’in, darbe girişimi ardından “muhafız alayı Söğütlüler'den meydana gelsin” diye güzel bir köşe yazısı var. Sitemizde en çok okunan köşe yazıları arasına girdi. Çok güzel bir fikir. Bunu Cumhurbaşkanımızın değerlendirmesini istirham ederiz. Konuyla ilgili Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğüyle bir telefon görüşmemiz oldu. Buradan ilk defa haber veriyorum. Ankara’nın da konudan haberi oldu. Ancak Ankara’nın tek işi bu değil. Bilecik’teki idareciler, siyasetçiler ve millet temsilcileri konuyu bastırırlarsa çok iyi olur ve bizleri de gururlandırırlar.
–Vahdettin’in yurt dışına çıkmaya mecbur bırakılması da milletin kalbindeki yaralardan biri.
–Hatırasında okudum. Annesi, hanımı veya kızı; sultanlardan biri saraydan çıkarken küçük bir Kur'ân-ı Kerîm'i yanına alıyor, okumak için. Padişah fark ediyor. Saraydan bir şeyler çalıyor mu dedirteceksin; diye geri bıraktırıyor? Bu beni çok etkiledi.
–Osmanlı hanedanı yaban ellerde yüz kızartıcı bir tek olay yapmadı, söz söylemedi. İşte ruh kökü bu. Abdülhamit, Vahdettin, Adnan Menderes. Özal... Bir silindir içine benzin sıkıştırılır ve bir kıvılcımla hareket ortaya çıkar ya millî hınç da böyle sıkıştı. Başında "meydanlara çıkın” diyen biri de bulununca ok gibi fırladı. 19-20 gün geçmesine rağmen hâlâ meydanlar dolu. Meydanlar şunu diyor: Ben bir ruh, bir iman manzumesi arıyorum. 3 kıtaya hâkim imanı istiyorum! Millet derin hisleri, bilmeden bilir. Mazideki haşmeti halk biliyor, her şeye rağmen unutturulabilmiş değil. Bunun tekrar ortaya çıkması için bir parti kurulsun ertesi gün iktidar olur. Ak Parti’ye destek, ruh kökünün ifadesini orda görmesinden.
–Peki tehlike geçti mi?
–İhtilâl mânâsında geçti. Ancak bizim nasıl insan yetiştirelim diye bir kaygımız olmadığından, falan müesseseyi nasıl şekillendirelim dendiğinde, çıkacak kargaşadan korkarım. Fikirci yok. Fikir zaaflarımız bizi kargaşaya sürüklemez inşallah. Ama Allah bizi koruyacaktır.
–Son bir soru... Diğerleri için başka bir program gerçekleştiririz inşallah. Türk ruhu, Siyonizm’i yendi diyebilir miyiz?
–Evet. En güzel teşhis bu.
|