Gençliğim eyvah! Fatma Pekşen Sayı:
92 -
Kendimi bildim bileli, daha doğrusu okumayı söktüm sökeli okurum. Bu konuda mübalağa etmiyorum, gerçekçiyim. Her çocuk gibi alfabeyle başladım, zaman içinde geliştirdim.
Okumak güzel eylemdir; eylemlerin en güzellerindendir hem de. Çok severim. Evde, bahçede, taşıtta, sıra beklerken fark etmez. Yeter ki önümdeki metin damak tadıma uygun olsun. Açlığımı bastırsın. Çaya da katık olur, çorbaya da. Nasipse, ömrümüz olursa, Allah sağlık sıhhat verirse daha da okuruz.
Hem okuyup, hem yazan birisi olarak, yemek kitabından çocuk masalına, kişisel gelişimden halk bilimine, geniş bir yelpaze ile meşgul olmaktayım. Yerine göre hepsine de ayrı ayrı zaman harcamaktayım. Ama bu seneki okumaları, özellikle gençlere hitap edenlere ayırmaya çalıştım. İyi de etmişim.
İşte bu uğurda kimisi yerli, kimisi yabancı epeyce bir kitap okudum. Hoşuma giden, mantıklı bulduklarım oldu. Afalladığım durumlara ise haddinden fazla rast geldim.
Ekserisi çeviri olan vampir kitapları, çok okunanlar/çok satılanlar listesinde ilk sırayı teşkil ediyor. Isırıklar, güneş ışığına çıkamamalar, yaşları çok ileri olduğu halde hep genç duran vampir kızlar/oğlanlar… Satır aralarından sihirler, büyüler, tılsımlar, ruhlar, karanlıklar, kötüler fışkırıyor. Hani neredeyse normal doğmuş, normal yaşayan birisine rastlamak imkânsız.
Vampirsiz gençlik kitapları bile gerçek hayattan çok çok uzakta.
Yabancı yazarların kaleme aldığı, hemen hepsi lise öğrencisi olan bu gençlerin giyimleri ince ince tarif ediliyor. Kızların makyajları da aynı biçimde anlatılıyor. -Bilmiyorum bu yabancı ülke çocukları kaç yaşlarında ehliyet almayı hak ediyorlar- Hepsi okula kendi kullandıkları özel arabalarıyla gidip geliyorlar. (Annenin babanın arabası ayrı) Okul bahçesine park ettikleri arabalarıyla şehir içi, şehir dışı gezilere çıkıyorlar. Hep dışarıda yiyorlar. Yedikleri içtikleri bile –bence bilinçli olarak- isimleriyle veriliyor.
Özgürlüğün vıcık vıcık yaşandığı bu kitapların bir de yerli versiyonları bulunmakta. Kitapçı raflarının başköşelerine kurulan bu kitapların yerli yazarlarca yazılmış olanları da neredeyse yabancılar kadar rağbet görüyor, neredeyse onlarla yarışıyor.
Reklâmı çokça yapılan, gençliğin elinden düşürmediği söylenen birisi de bunların içinde idi. Kitabı geçen yıl almıştım. Okumak için uygun bir zamanı kolluyordum. Bu kışa nasip oldu. İyi ki de okumuşum. Ne verilmek istendiğini çok iyi anladım. Beklentiyle çevirdiğim, gençlerin örnek alacağını sandığım sayfalar benim için tam bir fiyasko oldu.
Yaşadığım hayal kırıklığını üç beş kelamla anlatmak istiyorum:
Aslında, bu satırları okurla paylaşırken kendimle hesaplaştım; tereddütlü davrandım. Yazarlığa soyunmuş birisinin çizik-tirdikleri hakkında önyargılı mı hareket ediyorum dedim kendi kendime.
Ama… Eli az çok kalem tutan, çocuğa ve gence hizmet etmeyi kendine görev kabul etmiş bir yetişkin, bir ebeveyn olarak, bir anne olarak tespitlerimi aktarmayı da doğru buldum.
Kitabın ismi lazım değil. Yazarının da. Gençliğin ayılıp bayılarak okuduğu, üst üste baskı yapmış, -elimdeki 8. baskısı- seri haline getirilmiş, şimdilerde filmi de çekilen, önümüzdeki aylarda gösterime girecek olan bir eser!!!
Bildik özgür oğlan özgür kız muhabbeti ana konusu. Hattâ bir adım ileri bile gidilmiş. Kitabın kahramanı olan kız, evlilik dışı dünyaya gelmiş, on yedi yaşına kadar babasının yüzünü görmemiş, on yedi yaşına gelince, annesinin “kendisini eksik hissetmesin, babasını da görsün” mantığıyla birden babasıyla yaşamaya zorlattığı bir ergen.
Hiç bilmediği bir şehre gelen kahraman, annesiyle birlikte yaşayacağı şehre geri döneceği hesabıyla, babasıyla ters düşerek, kavga ederek gününü geçiriyor.
Babası tarafından özel okula yazdırılan kız, kendisini para derdi olmayan başına buyruk gençlerin arasında buluyor. Burslularla özeller çekişme halinde, gruplaşmalar yaşanır. Esas kız daha okulun ilk gününde, burslulardan belalı bir oğlana takılıyor, onların arasına katılmak ve böylelikle babasından intikam almak için elinden geleni yapıyor.
İlk adımı, kızlar için hiç de uygun olmayan bar/kafeye giderek başlatıyor. Esas oğlanın yanında görülen ergen kız, orada bulunan sarhoşlarca kötü kız sanılıyor, laf atmalar sataşmalar başlıyor, esas oğlan onlara esaslı bir sopa çekiyor. Oğlan son derece yakışıklı, havalı, kızlar onunla olmak için can atıyor, tabii prens hazretleri kimseye yüz vermiyor. Elbette okulun yenisine de.
Yeni kız, bu zavallı burslunun ruh durumuna yardımcı olmak için ardı sıra koşuyor. Yapmadığı şaklabanlık kalmıyor. Üstüne üstlük ressam olan esas oğlanı tavlamak için elinden geleni yapıyor.
Esas oğlan ergen kızın resmini yaparak girdiği bir yarışmada birinci oluyor. Baba ile arası azıcık düzelen kız, başka şehirde yapılan resim yarışmasının galası için, babasıyla birlikte esas oğlanı tebrike gidiyor. Tabii bu arada esas oğlanın kimliğini gizlediğini, aslında hiç de yoksul olmadığını, aile meselelerinden dolayı öyle görünmek istediğini öğreniyor.
Nasıl bir okulsa bilmiyorum, hiçbir öğretmenin adı, dersi yok. Arada bir, ödev araştırması için bilgisayar üstünden arama yapıldığı vurgulanıyor o kadar. “Yakışıklı müdür” dışında idareci de yok okulda. Okul durumları, öğrenci dedikoduları okulun sitesinden öğreniliyor. Okulun kralları, kraliçeleri, popülerleri, popüler olmayanları…
Bilmiyorum gerçek dünyanın okullarında da mı durum aynı? Ben mi çağın çok çok gerisindeyim? Bar, kafe, sigara, bira, grup halinde gezme tozma, sınır tanımayan özgürlük ve bitip tükenmeyen kavgalar. Durum bu minval üzere devam ediyor işte; birbirinin tekrarı haller.
Doğrusunu söylemek gerekirse, 514 sayfalık gençlik kitabının edebi bir tarafını bulamadım. Okuyan gencin ne sonuç çıkaracağının da merakındayım.
Yaptığım araştırmada, on beş yaş grubunun çok beğendiği, daha üstlerin basit hattâ saçma bulduğu bu kitabın birinci cildinin sonunu okumak ise beni irkiltti doğrusu.
Kitabın kahramanı olan kızın, ayrı şehirlerde yaşayan anne ve babasını bir araya getirip, onlara erkek arkadaşını tanıştırma muhabbetini hayli cesurca bir eylem olarak buldum. Daha cesuru ise ailesiyle anlaşamayıp, evinden ayrılmaya karar veren esas oğlanın taşınmaya karar verdiği çatı katına, esas kızın da taşınmak için ailesinden izin alması durumunda.
Yanlış mı anladım acaba, diye son birkaç sayfayı tekrar okudum. Evet maalesef doğruydu. Daha on yedi yaşındaki liseli masum kızımız, -bazı geceler pencereden odasına giren- pek de yabancı olmadığı erkek arkadaşı ile birlikte kalacaktı. Onun yaralı ruh halini tamir edecekti. Ve zaten hiç evlenmemiş olan anne babasından bunun için izin istiyordu. Daha doğrusu sadece haberdar ediyordu. Ne müthiş anlayış! Ne ileri görüş!
Arkadaşlık çerçevesi içinde, aynı banyoyu, aynı yatağı, aynı şampuanı, kremi, tişörtü defalarca kullanan, anne-baba tokadı yemiş, birbirlerini anlamaya tanımaya çalışan iki liseli masum (!!!) gencin yürüdüğü yolu anlamaya çalışıyorum. Daha doğrusu yürütüldüğü yolu! Bu serinin pahalıca bir fiyatla özellikle ortaokul ve lise gençliğine sunulmasını da…
İlk önce internet üstünden yayınlanan, daha sonra bir yayınevi tarafından basılıp yüksek fiyatla piyasaya sunulan kitabın, bilgilerini görgülerini artırmaları için gençlere sunulmasını garipsedim. Geçtiğimiz kitap fuarlarının birinde, yazarının ilimize gelip kitap imzalamasını da…
Görselliğin tavan yaptığı günümüzde, yabancı ülkeden bir mankenin kapak resmi olarak kullanılmasının, özellikle kızları kitaba çeken bir olgu olduğunu düşünüyorum. Serinin devam etmesinde, filminin çekilmesinde de. Çünkü öğrenci kesiminin ekserisinde beğeniler kapaktaki gence yoğunlaşıyordu. Kitapla birlikte o gencin geleceğini sanıyorlardı belki de.
Belki geri kafalılıkla suçlanacağım ama bu ve benzeri kitapları piyasaya böyle denetimsizce sürmek, ülkenin altına yerleştirilmiş dinamitlerden birisi gibi gözüküyor gözüme.
Eskiden film seyredip, artist olmak için evden kaçan kızlar konu edilirdi. Ki çoğu malûm sonuçlarla biterdi. Ders çıkarılırdı. Şimdilerde özgürlüğün hudut tanımayan tadı masumca veriliyor gençliğe. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra.
Bunu yazanlar, yayınlayanlar ve denetimsiz bir biçimde evlatlarının okumasına izin verenler -ve hattâ eli kalem tuttuğu halde, eli yüzü düzgünler yazılabilecekken yazmayan bizler- ne gibi bir tehlikeye kucak açıldığının farkında mıyız acaba?
Pembe, pespembe bulutlarda yürüyen, daha önce pek de kitap yüzü görmemiş çocuklar ve gençler için belki bir macera olabilir. O an lezzetli gelebilir. Hattâ ebeveynler çocuğumuz kitap okuyor diye sevinebilir. Ya sonrası? Ya sonrası?
O gençler, özellikle on üç on beş yaş aralığındaki kızlar, ilk önce kendi anne babalarının niye böyle anlayışlı olmadığını soracaklardır muhtemelen. Kendi okullarının, öğretmenlerinin idarecilerinin, çevrede rahat girilip çıkılmayan barların kafelerin niye olmadığının da.
Geri dönülmeyecek hatalara sebep olabileceğini düşündüğüm bu türden kitapları yazanları, yayınlayanları, alıp okuyanları, denetimsiz olarak dağıtanları, fuarlara, imza günlerine davet ederek reklâmının yapılmasına sebep olanları anlamaya çalışıyor, güzel ve kaliteli eserlerin genç okurlara ulaşacağının umudunu taşıyorum.
|