Teknoloji Başımızdaki İcat Meselesi Hasan Batmaz Sayı:
38 -
Bu icat meselesi başımızdaki en büyük dertlerden biri kanayan bir yaa olmaktan öte artık kan kalmamış bedenden gelen sızıntılara benziyor. Osmanlı başkanlarımızın bir çoğu usta bir sanatkârdı. Zamanın geçerl sanatlarını cra eder, özgün eserler verirlerdi. Aynı olayı Amerikan başkanlarında görüyoruz. Abraham Lincoln’un “sığ sularda karaya oturmuş gemileri yüzdürme”patentinin sahibi olduğu, Thomas Jefferson’un “döner sekreter saldalyesi”nin mucidi ve aynı zamanda patent ofisinde tetkikçi olduğu biliniyor. Yine yakın zamanda Amerika’daki George W. Bush darbesinden önceki başkan ve ekibi uzunbiredir teknoloji çalışmaları ile iç içe idi. Başkan yardımcısı Al Gore’un adı teknolojik çalışmalarla birlikte geçiyordu. Nitekim arbe olmasaydı Al Gore Amerika’nın yeni başkanı idi.
Bu gelenek Batı’da ve Japoya gibi bazı ülkelerde devam ediyor ama Osmanlı’da belirli bir dönemden sonra durum değişti. Hazerfen Ahmet Çelebi’nin icadı sebebi ile sürgüne maruz kaldığı rivayetleri var. Bunlar bizim için kan kaybının başladığı zamanlar. İcat meselemiz incelenirse bugünkü halimizle doğrudan bağlantılı olduğu görülür. Bu elbette bir anlayış meselesidir. Bu anlayışı doğuran da eğitim ve yetişme tarzımız.
Amerika’da haftada 4000-7000 arasında patent başvurusu yapılırken, bizim son 200 yıllık tarihimizdeki toplam patent sayımız bu sayıların yarısı kadar. İsveç, 100 yıldan daha az bir süre içinde, bir buz çölünden endüstri ötesibir ülke haline gelmiş. Çok sayıda insanımız İsveç’i yurt edinmiş, Anadolu’daki bir ilçemizden (Kulu) İsveç’e doğrudan otobüs seferleri yapılmakta. İsveç’in bu hale gelmesine sadece 49 adet icadın sebep olduğunu Yunanlı bir doktora öğrncisi tespit etmiş. Hakeza Finlandiya... Sakın, “nerde bu ya!” demeyin, çok yakınımızda, cebimizde. Kemerlerimizde, elimizde. Yüzmilyonlar ödeyerek aldığımız ve üstelik moda-kariyer karışımı haline gelen cep telefonlarımızda.
Almanya, Hitler öncesinde şimdiki halimizden farklı değilken ve üstelik başından 2. Dünya Savaşı gibi bir felâket geçmesine rağmen, yurt edindiğimizbaşka bir ülke (yurt edinme’den kastımın ne olabileceğini zannediyorum anlıyorsunuzdur). Mercedes fabrikasında şöyle bir yazının asılı olduğu söyleniyor: “Bizden iyisini ancak Tanrı yapar”.
İsviçleriler, icatçı bir millet olmalarıyla övünürler. Tanıtım broşürlerine “biz İsviçreliler, icatçı bir milletiz” diye yazıyorlar. Ancak ne hikmetse, broşürün Türkçe çevirilerinde bizimkiler sadece bu cümleyi almamışlar. Eğer bir utanç gayesi ile yapılmışsa yine de bir ümit sayılabilir. Japonyadan bir örnekle kısa icat gezimizi bitirelim: Bir Japon otomobili üzerinde irili ufaklı 120.000 icra bulunmakta imiş...
Bizim neyimiz var? Çorum’un leblebisi, Konya’nın etliekmeği, Adana’nın, Tekirdağ’ın, İnegöl’ün köftesi, Antep’inkebabı... Üzgün ve süzgün mabetlerimiz, hatıralarımız ve anlı şanlı tarihimiz... Diğer (olumlu veya olumsuz) var olanları isterseniz ben saymayayım, çoğunu bilirsiniz.
Patent olayının önemini anlayabilmiş insanların ülkemizde nadiren bulunduğunu sanıyorum. Üstelik bunlardan icraatçı olanlara da pek iyi gözle bakılmıyor. Kaçık, üşütük, sahtekâr gibi yakıştırmalar yapılıyor. Bu yaftaların haksız sayılmayacağı durumlar elbette var ama, bu yaklaşım bir kabulleniş ve bir yenilginin önyargılaşmış hali gibi.
Biz patentlerin paraya çevrildiği, soyulan ülkelerdeniz. Bizim mucitlerimiz de var olmasına var ama bunlar, üniversitelerden çıkmıyor. İcat meselemizde “Con Ahmet” prensipleri temel alınarak bulunuyor. Mevcut bilimsel gerçeklerden bîhaber olarak ortaya çıkan mucitlerin ortak adıdır Con Ahmet. Bilimsel gerçekleri anlatanlar ise, icat kavramından bîhaber olarak hayatlarını başka meselelerle sürdürüyorlar.
1990’lı yıllarda, Con Ahmet’ten de öte büyük bir mucit (!) ve elektro-füzyon adını verdiği icadı ile karşılaştım. Çok düşük maliyetle elektrik enejisinden ısıtma yapılacağı söylenen bir sistemdi bu. Büyük mucit (!) icadı ola9n bir madde sayesinde elektrikten yüksek bir kalori elde edebildğni; bu sayede suyun çok daha kısa bir sürede (daha az masrafla) ısındığını ve bu ısının çok daha uzun bir süre muhafaza edilebildiğini söylüyordu. Bunu da kendi icadı olan özel olarak bozularak ayarlanmış bir termomtre ile kanıtlıyordu. Destekleyenler, şaşıranlar, katılanlar arasında üniversite mezunları da vardı. Böylesi insanları etrafına toplayarak yaptığı bir tanıtımda, aykırı sorular soran bir elektrik mühendisi arkadaşımı adeta kovmuş mucit bey!..
Laf cambazlığı ve göz boyamacılığına dayanan icadın kokusu, elektrik faturaları gelmeye başlayınca ortaya çıktı çıkmasına ama bu furya ülkenin diğer şehirlerini teker teker dolaştı. Yani vurgun sıra ile ülkeyi vurdu geçti. Durumu anlatmaya çalıştığımız yeni vurgun mahalleinde bizleri dinleyen de pek çıkmadı. Önemli bir husus da, referanslardı. Askeri kuruluşlar, camiler, vakıflar, resmi daireler, üniversiteler belgeli olarak bu mucidin referansı olmuşlar hattâ teşekkür bile etmişlerdi. Bu onaylı (teşekkürlü) referans listesi karşısında ilk baştan bir şeyler söylemek bile güçtü. Sonradan söylemeye kalksan da birkaç cümleden fazlasını etmek mümkün değildi. Üstelik çevresinde bir ianmışlar topluluğu vardı. Ancak, bütün referansların tek ortak özelliği, hepsinin kamu veya tüzel kuruluşları olmasıydı. Hiç biri, elektrik faturalarını ceplerinden ödemiyor, gelen yüksek tutarlar niçin ve nasıl sorgusundan geçmiyordu. Bir kova içerisindeki suya sadece, elektrik verilmiş iki parça metal levhanın daldırılmasına eşdeğer olan icadın büyük mucidinin yakalanıp cezalandırıldığını şimdiye kadar duymadım.
Hal böyle iken, aktardığım bazı bilgileri aldığım internet sitesinde ilginç bir habere daha rastladım. Kendi imkânlarıyla bir araştırma denizaltısı yapan (belki de hiçbir referansı olmayan) buluş sahibinin Muğla Ağır Ceza Mahkemesindeyargılandığını ve “bir daha böyle icatlar yapmamak” koşuluyla affedildiğini öğrendim. Şaka gibi geliyor ama gerçek. İnanıyorum ki, bu olay güzel ve gerçek bir icattır.
ALLAHIM SEN BİLİRSİN!..
|