HENGÂME-İ REFERANDUM Halis Arlıoğlu Sayı:
93 - Temmuz / Eylül 2017
Bilindiği üzere referandumu mâlum ve mâhut kesimler, millî irâdenin bir tecellîsi olarak değil, yol ayrımı olarak görmüş ve görmektedir. Nitekim ayrışmadan, kaos ve kargaşadan, terör, anarşi ve bunalımdan, kan ve göz yaşından beslenen, medet umanlar olaya böyle bakmış ve konuyu böyle işlemişlerdir. Onun için “Bu iş kan dökülmeden olmaz, nokta!” diyerek işe başlamışlar ve sürekli tahrik, tehdit ve kışkırtmalarda bulunmuşlardır. Oysa Başbakan ve Cumhurbaşkanı ise; “Evet diyen de, hayır diyen de bizim vatandaşımız” şeklinde beyanda bulunmuş ve sürekli uzlaşmacı bir tavır içinde olmuşlardır. (Basından) Aslında ülkeye yapılan bunca hizmet ve yatırımlara rağmen; Millî şeflik, dikta ve halka yaşattığı yokluk, kıtlıkla sefâletten başka bir şey olmayan İnönü gibi “Nankör millet!” diyebilirdi… Fakat bu mâlûm kesimin umdukları olmayınca ve kan dökülmeyince her zaman yaptıkları gibi olayı kışkırtıcılığa, şirretliğe ve yüzsüzlüğe döküp o menfur zihniyetlerini halka yansıtmaya ve onlar arasına fitne, fesat sokmaya çalışmışlardır. Ayrıca ‘yasalara rağmen’ işi zorlamaya ve zorbalığa götürüp âdetâ çıldırma moduna girmişlerdir. Dolayısıyla bu şekilde Batıya ve ülke düşmanlarına pirim vermekte ve onlarla aynı paralelde bulunmaktadırlar… Üstelik bütün bunlar bilerek ve kasten yapılmaktadır. Zîrâ bunu bilmemek için insanın kör ve sağır olması değil, insan olmaması gerekir. Bir ülkenin cumhurbaşkanının “şakağına silâh dayayan ve onu öldürmekten başka çârenin olmadığını”(!) söyleyen bu alçakların kin ve nefretleri yalnız ona değil, doğrudan ülkemize bir saldırı olduğunu en beyinsizler bile anlar. Ne yazık ki, bu iğrenç ve aşağılık olaya bile en ufak tepki göstermediler. Hattâ yazar, çizer, sanatçı geçinen bâzı kaltabanlar bile burada devleti ve iktidârı suçlayıp “birleştirici bir dil kullanılmadığı” hezeyânında bulundular. Bu zihniyettekilerin siyâsetçileri dâhil, âlimi-câhili, köylüsü-kentlisi, fakiri-zengini hep aynı kavağın kaşığıdırlar. Adamlar Batı klâsiği, kültürü ve ahlâkı ile yetiştikleri için ‘yerlinin’ her türlüsüne düşmandırlar. Onun için şimdi de tıpkı JönTürkler gibi Batı’nın taraftarı oluyor ve keferelerle birlikte hareket ediyorlar. İşin en hazin ve enteresan tarafı ise; Millî ve manevî değerlere, câmiye ve cemaate bu kadar karşı ve zıt olanların ölülerine Müslüman muamelesi yapılıyor ve düşman oldukları dînin kuralları uygulanarak, câmiye getirilip, Müslüman mezarlığına gömülüyor olmalarıdır. Gerçekten ortada nâmuslu ve normal bir akıl, mantık sâhibinin anlamakta zorlandığı bir durum var. Bunların dayandığı tek şey var. “Lâisizm, Kemâlizm ve devrimler” maskesi altında sürekli bir şekilde inanç ve millî irâde düşmanlığı yapmak, milletle ve onun değerleriyle zıtlaşmaktır… (Örneği kendi ifâdeleri) Ama o ideolojinin, insanları getirip bıraktığı yer ise, küfür ve isyân çukurları, bataklıklar terör, anarşi ve devlet-millet düşmanlığıdır. İşte yıllardan beri bu sakîm ve sapık ideolojinin dar kalıpları ve çemberi etrâfında gözü bağlı bir sucu beygiri gibi dolanıp duran zihniyetin durumu budur…
Milletin büyük ve ezici çoğunluğunu kendilerinden saymayan, onları düşman gören ve karşılarına alarak, sürekli problem ve çıngar çıkartan, (denize dökmek isteyen) bir yapı var karşımızda. Sâde milleti de değil, onların temsilcilerine bile hayat hakkı tanımayan bir zihniyettir bunlar. Şu densizliğe, şirret ve yüzsüzlüğe, küstahlığa bakınız! Adam TBMM kürsüsünde çıldırmış gibi bağırıyor. “Sen cumhurbaşkanı olma! Olma! Olma!” İnsan olan bir kimse bundan hayâ eder. Kime diyor bunu? Milletin başbakanına! İşte bu zihniyetin millete nasıl baktığını gösteren en canlı ve müşahhas bir örneğidir. O senin uşağın mı be adam!? Bunlar ancak çapsız, ufuksuz ve seviyesiz kimselerin işidir. Onların en mâruf ve meşhur sloganları, her yerde yaptığı şeyler ise; “Ne mutlu Türküm diyene!” ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” Pek iyi, doğuştan asker olan 80 milyon bu millet kimin askeri!? Olaya bir de şöyle bakmalıdırlar. Meselâ; M. Kemâl, Pâdişah yâveri olmasaydı, pâdişâh’ın izni ve Genel Kurmay’ın ‘oluru’ ile 70-80 muhâfız asker ve silâhlarıyla hazırlanmış bir gemi ile Samsun’a çıkılarak, millî mücâdelede başta, Libya’nın ünlü Şeyhi Ahmet Essenûsî Hz. olmak üzere, ülkenin tüm tarikat şeyhlerini, hocaları, müftüleri, vâizleri ve Diyap ağa benzeri, Kürt ağa ve önderlerini yanına alarak boy boy resim çektirip, (ekte sunulan kitapçıktaki resme çok iyi bakılsın) dînî muhtevâlı konuşmalar yapıp Balıkesir ve Konya’da âyetli hadisli hutbeler okumasaydı, özellikle merhum Kâzım Karabekir Paşa da ‘Emrindeyim paşam!’ demeseydi yine de Atatürk olur muydu!?.. Sonuçta millî birlik rûhu ile bu vatan kurtulmuş ve aradan 80-90 yıl geçmiş ama bir kısım eblehle, angutlar hâlâ işin özünden uzak bir aymazlıkla sürekli hır çıkartıp kendilerini imtiyazlı ve bu ülkenin tek sâhibi veya babalarının çiftliği sanıyorlar. Artık bu aşağılık duygusundan ve kompleksten vazgeçip, ülkeye ve sisteme tek başınıza sâhip olma zilletini ve zihniyetini bırakınız!. Çünkü târih, sâde sizin okuduğunuz ve bildiğiniz (!) şeylerden, papağan gibi tekrarlayıp durduğunuz hamâsi duygulardan ibâret değildir. Nokta!
Bir de sanki onlardan başka bu ülkede ve dünyâda Türk yokmuş gibi, hep aynı terâneler. Oysa ülkemizin dışında Türkiye nüfûsundan daha çok Türk ve Müslüman var. Kafkasya ve Balkanlar’da Slav ırkının ve Moskof ’un zulmü altında yıllardan beri zulüm, işkence ve sürgün hayâtı yaşayanlar Türk ve Müslüman değil midir? Haydi Afrika ve Orta doğu halkı Müslüman olduğu için ‘şeriat ve tarikat’ tehlikesi (!) olduğundan onları -tıpkı içeridekiler gibi- dışlıyor ve sâhip çıkmıyorsunuz. Bâri kendi ırkınızdan olan bu insanlara sâhip çıkın. Bırakın böyle bir duyguyu ve sâhip çıkmayı, onlara sâhip çıkanları bile yıllarca “Taputluk” zindanlarında inlettiler, dişini ve tırnağını söktüler. Kimini (Turancılık ve ırkçılıkla, kimini de İslâmcı ve şeriatçı(!)lık la suçlayıp- yaftaladılar.) “Pantürkizm ve Panislâmizm” itham ve suçlamaları onların klişeleşmiş sloganlarıdır. Yeni yetme hormonlu ve uyuşturucu bağımlısı züppeler, mâzi ve ecdât düşmanı türediler, hazırcı ve lüpçüler, biracı, şarapçı, viskici, bar, pavyon sürtükleri solcu ve Marksist militanlar bunları bilmezler... Çok uzağa ve merhum M. Âkif dönemine gitmeye lüzum yok. Ama Nihal Adsız, Alp Arslan Türkeş, O. Yüksel Serdengeçti, Necip Fâzıl Kısakürek gibi binlerce ilim ve fikir adamlarımız, hattâ onlar için bir idol olan Nâzım Hikmet bile benzer suçlarla suçlanıp yaftalanmış ve sürgün edilmiştir. Kısaca, mâlum, mâhut zihniyet ve ideoloji sâhipleri, kendi târihi boyunca hiçbir zaman halkımızı kapsayıcı, kucaklayıcı ve birleştirici olmamış, sürekli bir çıbanbaşı hâlinde, kışkırtıcı ve bölücülükte bulunmuş ve bulunmaktadır. Şu kritik dönemde ve bütün kefere ülkelerinin, haçlı zihniyetin topyekûn üstümüze yüklendiği bir anda bile hâlâ aynı zihniyetlerini korumaktadır. Daha da beteri; tıpkı Fetocu Lawrensler gibi milletimizin birleştirici özelliği ve unsuru olan dînî inancını hedef alarak en büyük darbeyi ona vurmuşlardır…
Eğer bu gün ülkede PKK, DHKP-C ve FETO denen hâin ve alçak bir yapı varsa o da bunların eseridir... Şâyet yakın zamâna kadar din yasaklanıp, dînî kurumlar baskı altında tutulmadan her şey kendi mecrâsı içinde yürüse ve ülkenin inançlı kesimine “rejim suçlusu” (!) nazarı ile bakılmadan gerçekten bir DİN eğitimi verilmiş olsaydı, o zaman devlet ve millet düşmanları bu ülkede aslâ zemin bulup kök salamaz ve barınamazlardı. Ama yasaklar, baskılar ve halkın dînini, “PKK’dan daha çok ve en büyük tehdit, tehlike” olarak görmeler ve uygulamalar, onları yer altına itmiş, maske ve şekil değiştirmek zorunda bırakmıştır. (Bir bakıma FETO hâini bu ortamın eseridir.) Görüldüğü ve yaşandığı gibi ülke içinde bir isyân ve inkâr ordusu oluşturmuşlardır. Son olarak şunu belirtmemiz gerekir. Bu milletin gerçekten inançlı ve gayretli insanlarının yapması gereken tek şey;
80-90 yıldan beri inkâr ve isyân sarmalı içinde olan bir zihniyet ve ideoloji müfsitlerinin, milletin kâhir ekseriyetine tıpkı bir Yunan gözü ile bakıp “Denize dökmek isteyen” ve (lâiklik) deyip onu inanç düşmanlığı olarak uygulayan, (cumhûriyet) deyip cumhur düşmanlığı yapan, (halkçılık) maskesi altında devlet, millet ve millî irâde düşmanlığında bulunan, (özgürlük) deyip başörtü ve din karşıtlığında bulunarak onu sürdüren bir kesime, bunların gerçek mânâ ve mefhûmunu anlatmak gerek. Çünkü bu konu, elin gâvuru olan; Danimarka, Hollanda, Fransa, Almanya, İsviçre ve ABD düşmanlığından çok önde gelmektedir. Önce içtekiler, sonra onlar. Olay bu kadar vahimdir!.
|