Ramazan kime ne kazandırıyor? Halis Arlıoğlu Sayı:
109 -
Yıllardan beri kafamı meşgul eden bu sorunun cevabını bulmak istiyorum. Yıl boyu din, dindar ve millî irâde düşmanlığı yapan kesim ve kanallar, ne hikmetse ramazan ayında sanki gerçekten ona inanıyormuşlar gibi dört dörtlük Müslüman (!) kesilmektedir. Önce o kanallarda dinden, diyânetten ve Müslümanlıktan bahseden bu adamlar daha önce dine, dindar kesime ve millî irâdeye kuduzca ve düşmanca saldırdıklarında nerde idiler? Daha önceki saldırı ve tecâvüzlerini sonraya bırakıp şu ramazan ayında sözde devletin özellikle rakıyı yasakladığı yalan ve iftirasında bulunmaları ve o kanallarda bu tezviratların günlerce yaygarasını yapmak nasıl bir Müslümanlık anlayışıdır? Yetmedi yine o kesimin azılı İslâm ve inanç düşmanı politikacı ve TV sözcülerinin “Kur’ân’da içki yasağı yoktur (!) ve haram değildir, o sosyal bir ihtiyaçtır” şeklindeki zırvalara, iftiralara bu adamlar niçin cevap vermiyorlar? Yoksa bu rezillikler anlattıkları İslâm’ın dışında olan şeyler midir? Özellikle o kanallarda din adına ahkâm kesenler yıl boyu inanç ve millî irâde düşmanlığı yapanlara, en önemlisi de laisizm ve Kemâlizm maskesi altında dine ve dindarlara, millî irâdeye düşman olanlara ve bu saldırılara niçin cevap vermiyorlar ve bu düşmanca hareketler neden hep o cepheden çıkıyor? Tayyip Erdoğan’ı ve öncekileri neden ve niçin hep darbeciler desteği ve işbirliği içinde astıkları merhum Adnan Menderesin âkıbetiyle tehdit etme zilleti ve alçaklığında bulunuyorlar? Bu vahşetler, cinâyet arzu ve iştiyakları hangi dinde ve İslâm anlayışında vardır? Kur’ân-ı Kerîmin muhtelif âyetlerinde zâlime, hâine, Allah ve Peygamber düşmanlarına lânet edilmektedir. Bu basit bir şey değildir. Şuursuz Müslümanlık ve öylesi zâlimlere yardım ve yataklık yapmalar insanı bu lânetten kurtaramaz. Çünkü Müslümanlık fikir, zikir, tefekkür, aksiyon ve değişim hareketidir. Onda durağanlık ve “iki günü bir olma” yoktur. Hamle ve hareket vardır.
Ülkemizde siyâset maskesi altında bal gibi Allah, Peygamber ve din düşmanlığı yapılmaktadır. Bunlar saklı, gizli olan şeyler değildir. O mel’un siyasî yapı müntesibi ve medyalarının her gün bu haltı yediklerini görmeyen, bilmeyenler sâde ahmak değil, gâfil ve nâdandır. Adamların medyaları, siyâsetçileri ve her alanda bağlı bulundukları kesimler sürekli olarak bu küfrü ve şirki hem işlemekte hem de savunmaktadırlar. Yazının muhtevâsında bunun çok değişik örnekleri vardır.
Dünyâda halka ve millî irâde temsilcilerine yapılan zulüm ve cinâyetten onur duyan ve iftihar eden tek bir siyâsi yapı var o da Türkiye’deki sol ideoloji sapkınlarıdır. Her on yılda bu vahşeti TBMM’de ve siyâsi arenada tekrarlayan aşağılık bir zihniyetin varlığının insanlık câmiâsında aslâ yeri yoktur. Ülkede zina ve içkinin, terör ve her tür anarşinin, devlet millet düşmanlığının meşru olmasını tartışan, savunan bir zihniyetin Ramazandan ne beklentisi olabilir? Güzel yurdumuzda yapılan ve yapılmakta olan bütün mâbetlere ve yatırımlara düşmanca karşı çıkmak ve bunu engellemek için akla, hayâla gelmeyen yalan ve iftirada bulunmak hangi ahlâk ve din kuralında vardır? Allâh’a (cc) Peygambere (sa ve dine küfür ve hakâret etmeyi politik bir kural sayan ve câhil halkı bu ideolojilerinin bağımlısı yaparak kutsallara karşı düşman etme mantığı hangi din ve insanlıkta geçerlidir? Oysa Ramazan ayı bu türlü alışkanlık ve sapkınlıklardan arınma ve pişman olup nâdim olma ve gerçeğe dönüş zamânıdır.
Bütün bunların devam ettiği siyâsi bir yapı ve zihniyette ne değişmiştir? Sûriye, Arakan, Somali ve diğer ülkelerdeki göçmen ve gurbet zedelere, savaş mağdurlarına yardımı bırakın, “oralarda ne işiniz var?” diyen bir zihniyete gerçekten yıllarca gelip, geçen bu Ramazan ve bayramlar ne kazandırmıştır? Bu ramazan ayında en az, 10-15 Hıristiyan ihtida etmiş ve karşı cephenin bütün inanç düşmanlığına, İslâm’ı ve Müslümanları kötüleme, saldırı ve menfi propagandasına rağmen gerçeği görüp HAK’kı kabul etmişler ama içerideki onca münafık, fâcir, fâsık ve bâtılda temerrüt edenlerde kıl payı bir RUCÛ eseri görülmemiştir. O halde Müslümanlığın şeklî ve aslî olarak bir âdet ve alışkanlık eseri, tekrarlanan kuru bir görüntüden, gelenek ve formaliteden ibâret olmadığı bilinmelidir. Tam tersi olarak gerçeğe dönüş, kendini yenileyiş hareketi ve Hakkı, hakikati görme, bilme yaşama ve her tür inançsızlığa direniş erdemidir. Şu rezil ifadeler o kesimin dilinde tekrarladıkları inanç düşmanlığının eserleridir “En tehlikeli virüs, Müslümanlar ve onların beynindekilerdir.” “Din irticadır, gericilik ve çağ dışıdır” Buna benzer hezeyanların binlercesi din ve dindarlar aleyhine ve büyük halk kesimine 90 yıldan beri söylenmekte ve halkın inançlarını rezilce saldırıp dışlayan, tahkir eden kesimlerce kullanıldı ve kullanılmaktadır... Aslında bu esfel saldırgan inanç düşmanları merhum Ali Fuat Başgil’in ifadesiyle “Asker kaçakları ve yabancı hayranı olan müstevli artığı ve ayaklarına bu vatanın tozu toprağı değmeyen müptezeller gürûhu vatansızlar” İşte onların zikri geçen o ve benzeri saldırgan ifâdelerle dine ve dindar halk kesimine hakârette bulunan siyasî yapı ve müntesipleri olanlar nasıl oluyor da kendilerini gerçek Müslüman tesmiye ediyor, vehminde bulunuyorlar? Elbette onların inanç düşmanlıkları bu kadar değildir… Merhum Kâzım Kara Bekir’in bizzat bulunduğu bir toplantıda altı oklu fırkanın lider kadrosunun “Din terakkıya mânidir” hezeyânı gereği “Avrupa bizi bu DİN’le kabûl etmez. O yüzden Din kelimesinin yerine Hıristiyanlığı kabul etmemiz gerekir” şeklinde uzun münakaşaların yapıldığını ve onun itirazı sonucu bu kararın şimdilik ertelendiği tüm kitaplarında yazılıp, söylenmektedir. İşte o tür insanların şuur altına yerleşmiş olan bu Batı zihniyeti, küfür hareketi hâlâ devam etmektedir. Adamlar Anadolu halkını aç, çıplak, bir dilim ekmeğe muhtaç bıraktıkları bir dönemde zorla onların ve kendi başlarına giydikleri fötür şapka, sırtlarında setre pantolla ve bey, paşa efendi gibi unvanların değiştirilmesiyle İngiliz lordu ve Fransız düşesi sanmışlardı. Oysa bunca yıldır hiçbir şey olamadıkları gibi, kendi aslını, özünü, benliklerini ve millî onurlarını da kaybettiler. Ayrıca o şapka bir Musul’a ve sayısız cana bedel olarak milletin başına giydirilmiştir. Ne demişti o M. Esat Bozkurt? “Paşam sizi çok üzgün görüyoruz, hiç merak etmeyiniz. Gerçi Musul’u kaybettik ama milletin de başına şapkayı giydirdik ya. Elbette petrolü de buluruz. Deyince yanağımı okşamış beni taltif etmişti”(Kendi hâtıratından)
Şapkadan tavşan çıkartan soytarıların olduğunu biliyorduk ama gariban Anadolu’nun mâsum, mazlum halkının ve onca ilim, fikir din adamının hayâtı pahasına başlarına giydirilen kasket ve fötür şapkalardan kan yerine, ülke genelinde Musul petrolünün fışkıracağını laik devrimbazlardan öğrendik. İşte uzun yıllar bilinçli olarak câhil ve tarih şuurundan yoksun bırakılıp bâtıl ideolojileriyle mankurtlaştırdıkları militanları ve bir kısım halk kesimine bunları yutturmak için onlara laisizmi ve Kemâlizmi kurtarıcı (!) bir ideal olarak sunmakta ve beyinleri çok değişik yalanlarla yıkanan kesimi dinden ve yıllarca yasakladıkları tarih bilgisinden yoksun bırakmışlardır. Bunun sonucu olarak da ülkemizde 40-50 yıldan beri mücâdele edilen dinsiz imansız devlet, millet düşmanları türemiştir. İşin garip ve hazin tarafı, kendi siyâsi ikbal ve ihtiraslarının devâmı için bu şerirleri, vatan ve millet hâinlerini her alanda açık gizli destekleyen siyâsi bir yapı vardır. Bu konuda râhatizm içindeki Müslüman kesime şunu hatırlatmak gerekir. Bu devran böyle gitmez! Zira dün Başkan Erdoğan’la her alanda birlikte olanlar, bugün, onun ve tümünün can düşmanı olanlarla ona hayâsızca saldırmaktadırlar…
Nitekim bunu merhum M. Âkif şöyle ifade etmiştir: “Edvâr-ı hayat perde perde./Allah bilir neler var ilerde!?” (Safahat S. 48) O yüzden her yıl Ramazan ve Bayramları normal ibadet, namaz, oruç ve hayır hasenatla, yardımlarla, hac ve umre ile geçirenlerin, onların dışında yapmak zorunda oldukları bir görev daha vardır. O da cihattır. Bunun çok değişik yolu, yöntemi şekli vardır. En basiti; millî irâde ve inanç düşmanı siyasî yapılara yardım ve yataklık yaparak onların safında yer almamak ve bu gaflete düşmemektir. Mümkünse ortada şuursuz şekilde dolaşan kesimleri bilinçlendirip bozgunculara malzeme olmaktan kurtarmak ve aslâ şer cephesinin, o tür inanç düşmanlarının paçavralarını maddi yardım şeklinde alıp okumamaktır. Aslında bunlar her şuurlu Müslüman’ın yapacağı basit şeylerdir. Özellikle ramazanda bütün kanalları dolduran nasihatçıların bu can alıcı konulara doğrudan olmasa da dolaylı olarak temas etmemeleri en büyük eksikliktir. O zaman ârastaki âvare kesimi kimler uyaracak ve câmiâya kazandıracak? Bu eksikliği hissetmeyenler, şer cephesinin kuduzca saldırılarından ve beyin yıkama taktiklerinden ibret almalıdırlar. Çünkü “ibretliklerden ibret almayanlar, sonunda ibret olurlar” atasözünü aslâ unutmamalıdırlar…
|