Canların canı için... Ali Erdal Sayı:
56 -
Alınyazısı... Alın, insanı temsil eden yüzde sanki açık bir KİTAP... Sahibinin dışında herkesin görebileceği bir kitap... Alın her uzuvdan daha göz önünde; alınyazısı her gizliden daha gizli... Kaderi, böyle bir uzuvla özdeşleştirmek harika bir buluş. Böyle bir deyim ancak, kaderi yazana teslim olan bir milletten doğabilir. İnsan dışındaki varlıklar için de kullanılması bunu gösteriyor... Meselâ toprağın alınyazısı... Biz ancak geçmişte olanlara bakıp, bir şeylerin farkına varıyor ve alınyazısından söz edebiliyoruz. Meselâ ‘Türk, dereyi yüksekçe taşlara basarak geçen bir yolcu gibi Malazgirt, Söğüt ve Çanakkale taşlarına basarak geldi İstanbul'a!..' tesbitini bugün yapabiliyoruz. Türk milleti, Malazgirt zaferinden sonra bir seccade gibi yayıldı Anadolu'ya... Böylece en büyük devletimize zemin hazırlandı. Söğüt'te en büyük devletimiz doğdu... Çanakkale'de, tarihin seyri iki defa değişti... Birincide büyük devlet ve medeniyete merkez olacak şehre ulaşabilmemiz için açılan; ikincide; İstanbul'u dolayısıyla bütün vatanı ve İslâm dünyasını istilâya kalkan, İslâm'ı yeryüzünden kazıma hamlesindeki küfrün suratına kapanan kapı oldu Çanakkale... Birincide bize yol açıldı, ikincide küfre yol kapandı... Bunun bir mânâsı olmalı... Bir kapı bize açılıp, küfre kapanıyorsa, şükredelim ki, elimizden tutuluyor demektir.
İstanbul bizim gizli sevdamızdı... Masalı hatırlayın... Şehzade rüyasında resmi gösterilen kıza âşık olur. Ve diyar diyar, ayağında demir çarık, elinde demir asa, aramaya başlar kızı... Nerde arayacağını, kimden neyi soracağını bilemeden... Adı yok, sanı yok... Kimin kızı, hangi dinden ve milletten ve nerede meçhul?.. Olsun!.. Aşk bu!.. Bulacak, başka yolu yok... İnanıyor ki arayan bulur; aratan buldurur! Biz de, aradığımızın ne olduğunu bilmeden, hattâ aradığımızın da farkında olmadan... Orta Asya'dan Batı'ya İstanbul aşkıyla; daha doğru ifadeyle, enerjimize yakışır büyük şehir iştiyakıyla aktık... Sevk-i tabiî... Âlemi nizamlama şevklisi milletin, bunun mümkün olacağı şehri aramasından tabiî ne olabilir?.. Zahirî sebepler, şu veya bu... Fetih ve müjde hadisi, bizdeki gizli İstanbul sevdasını aşikâre etti. Ne aradığımızı anladık, nerede bulacağımızı öğrendik. Aranmaya değer olanı anladık. Aradığımızın imkân dairesinde olduğunu gördük. Ayaklarımız yere bastı. Ve onu fethedecek yetkinliğe yükseltildik... Karahanlı, Selçuklu ve Osmanlı basamakları... Hadis, bir enerji topu gibi akan bizi, lazer ışını gibi bir istikamete yönlendirdi. Büyük fetih, Peygamber emri ve müjdesiyle oldu... O sayede... Emretti!.. Müjdeledi!.. Dünyanın en stratejik noktasını gösterdi... Oraya, o stratejik noktaya, bir "NÖBETÇİ" gerekiyordu. Malazgirt zaferinden sonra hayali olsun kurulabilen, Söğüt'te rüyası görülen, Çanakkale'de kapısı açılan sevgiliye kavuşunca... Evet kavuşunca... "Emir" yerine getirilince... Açıl susam açıl, açıldı kapı... İşte zaman içinde umman haline gelen, asırlarca elde tutulan göz kamaştırıcı hazine: Kıtalar, milletler; soğuk ve sıcak bölgeler ve iklimler arasında, kara ve deniz üzerinde stratejik bir tabiat harikası, emsalsiz iktidar tacı... Masallardaki sihirli taç... Eline geçiren dünyaya hükmediyor... Üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi, "dünyanın kilidi". Bakın, hiç alâkası olmayan bir noktadan Napolyon hasetle ne "İstanbul kime kalacak? Meselenin esası daima budur" diyor. Dikkat buyurun "daima"... Beylikten, dünya çapında yüce devlete... Basamaklardan sonra Türk'ün en büyük oluşu... "Kilit", bize veriliyor... Devlete bakın!.. Bir millet için bundan büyük devlet mi olur!.. Karaların ve denizlerin sultanlığı... Allah'ın yeryüzündeki gölgesi... Oğuz destanlarından beri hayal edilen cihan hâkimiyeti... Ona göre millet, ona göre ordu, ona göre komutanlar ve idareciler; ona göre sanat, edebiyat, kültür, ilim, fen vs... Ve herşey ona göre... Dost ve düşman üzerinde itibar, hâkimiyet... İslâm âleminin liderliği... Hilâfet... İstanbul Türkçesi... Hem de bütün Türklük dünyasının, kendi Türkçelerinin üstünde görüp kabulüyle... İnsanlık, hak, adalet, bugün posa kelimelerini geveledikleri bütün güzelliklerin, iyiliklerin ve doğrulukların örneği devlet ve millet... Ve insanlığın, bu ölçeler içinde etrafımızda halkalanması... Kâinat'ın Efendisi'nin mübarek ismini, esası bozmayacak şekilde kısaltıp, ona sevimlilik ve küçültme eki getirilerek isimlendirilen "Mehmetçik"... "Peygamber ocağı" ordu... Kendinden verme, buna mukabil hiçbir şey beklememe kahramanlarının tarlası Anadolu... Mübarek beldelerin hadimliği... Hak davanın kılıcı, İ'lâ-yı Kelimetullah'ın hizmetkârlığı... Böbürlenmeden, müslümanların merkezinde olmak fedakârlığı, basireti, liderlik... Şairin; "Her yaneden ayağına altun akup gelir." diye ifade ettiği zenginlik... Kralların yardım talebettiği, kralları valisi gören, mazlumların ümit kapısı, zalimlerin korkulu rüyası bir devlet... Tabi olmayanlara "henüz" diye baktığı için dışişleri bakanlığına ihtiyaç duymayan bir nefs emniyeti... Her şey, O EMRİ yerine getirmek sayesinde... Ne olduksa, ne yaptıksa, ne kazandıksa o sayede... Hatalarsa bize ait...
Fetihten 4.5 asır sonra... Osmanlı Devleti, Batılılar'ın tabiri ile artık "Hasta Adam"dır. Pek çok cephede sıkıştırılmış, teslim olması ve yok edilmesi an meselesidir. Yardım etmesi mümkün İslâmî unsurlar Batı kıskacında. Son darbeyi vurup, "İslâm'ın kılıcını" kırmanın ve İslâm dünyasının tamamını sömürge haline getirmenin, yani İslâm'ı, -Avrupa'dan atmaktan öte- yeryüzünden kazımanın vakti gelmiştir. Bu, kaçırılmaması gereken bir fırsattır. İngilizler'in liderliğinde istikamet Çanakkale! Komutanları (Hamılton)ın "Osmanlı Sultanı'nın kara kalbine hançerin saplanacağı en ideal yer" dediği "KAPI" önüne yığıldılar... Dünyanın en güçlü donanması, uzun menzilli topları, bol silâh ve cephane ile... Ve 7 düvel... Madde şartları içinde her şey tamamdır. (Çörçil)in ifadesiyle "İngiliz filosu Çanakkale Boğazı'nı zorlayıp geçecek ve İstanbul'u alacaktır." İngiltere Başvekili (Loyd Corc)a göre, "Türk Milleti sadece birinci sınıf dövüşen bir kalabalıktır." (Çörçil) alay edecek kadar neticeden emindir: "Türkler mi? Bir elimizi arkamıza bağlar, diğer elimizle yener geçeriz!" (Çörçil) askerlerine "Düşmanlarımızın alınamaz diye gururlandıkları mevzilerin önlerinde plajlara çıkacağız. Bir defa çıktıktan sonra zafere kadar savaşacağımızı hatırlayınız. Kıral'ın duaları ve düşünceleri daima sizinle beraber." diyordu. "Kıral'ın duaları ve düşünceleri" askerlerinin canları kadar değerli değildi... Ama bizim değerlerimiz, öyle yüceydi ki, onlar için can vermek; -fedakârlıktan öte- "tekrar dirilmek ve tekrar ölmeyi isteyecek" kadar canımıza minnettti. Peygamberimiz (sav); bize "KİLİT" noktada, hakkı verilirse iki cihan saadeti kazandıracak bir NÖBET vazifesi vermişti... Bu uğurda can dediğin neydi ki... Karşı tarafta ihtiraslı siyasîler, menfaatperestler, maceraperestler, şan - şöhret meraklıları, kandırılmışlar... Ve İslâm'a hınç... Bu tarafta... İnsanlığın Ufku'nun mukaddes has ismini, O'na duyulan sonsuz saygıdan ötürü hafif bir değişikliğe uğratıp, "Mehmet" haline getiren ve o isme, şefkat edalı bir ufaltma eki ilâve ederek "Mehmetçik" yapan "Nöbetçi!"... Koruduğu da iki cihan saadeti kazandıracak iman, bu insanların vatanı ve bunları temsil eden bayrak... Bir tarafta kuvvetine güvenen saldırgan, bir tarafta haklılığına ve iman gücüne dayanan kahraman... Düşünebiliyor musunuz, hücum emri bekleyen bir birlik, hepsi birden çamaşırlarını yıkayıp tertemiz giyiniyorlar... Vakit var daha... Az sonra büyük ihtimal hepimiz şehit olacağız diyor komutanları, kendi cenaze namazımızı kılalım... Bir tek kişi, isyan etmiyor, çıldırmıyor, düşüp bayılmıyor... İsyan etmiyor... Biz canımızı pazarda bulmadık demiyor... "Er kişiler", kendi cenaze namazlarını kılıyorlar... Can nedir ki, anı kurban etmeyem cânânıma!.." (Fuzûlî) Mehmetçik, adına yakışır bir idrak ve imanla, "vatan, şu an benim bulunduğum yerdir." diyordu; bunun için ölümcül yaralarına rağmen, yüksek bir mesuliyet idrakiyle, cepheye gitmeye can atıyordu. Sadece Mehmetçik değil, bütün müslümanlar Çanakkale'nin her hangi bir cephe olmadığının farkındaydılar. Anadan, babadan, yarden, çoluk çocuktan geçilmesini; ana-baba, yar ve çoluk çocuk da takdirle kabul ediyordu. Çanakkale'de Allah'ın ve meleklerin yardımı, bizimleydi... Ve İnsanlığın Ufku (sav), namını, mübarek adından alan NÖBETÇİSİNİ yalnız bırakmadı...
|