İnsan Hep Muhacir Site Editörü Sayı:
111 -
Geçtiğimiz günlerde vuslatının seneyi devriyesi idrâk edilen Hazret-i Pîr Muhammed Celâleddin-i Rumî sultanımız Mesnevi-i Manevî’sine şu beyit ile başlıyor:
Dinle neyden nasıl hikâye eder,
Ayrılıklardan şikâyet eder
Mesnevi şârihleri, bu beyitte neyden kastın irfan ve akıl sahibi insan olduğunu, ayrılıklardan şikâyet etme sebebinin de, insanın asıl yurdu olan ruhanî âlemden ayrılıp dünyada bulunması olduğunu söylemişler. Bu şerhten hareketle, insanın muhacirliği ruhlar âleminden ayrılması ile başlamıştır diyebiliriz.
Her hayat ayrı bir hicreti barındırır. Ruhlar âlemindeki hayatımızdan ana rahmindekine, oradan dünyadaki hayata… İnsan hep muhacir…
Dünya hayatındaki hicret ise yurdunda yaşama imkânı daralan insanların daha güvenli yaşayabilecekleri yerlere gitmesi… Hicret kelimesi bu göçün genel adı iken, Efendimiz’in Medine’ye hicretinin önemine binaen bu hicretin özel ismi olmuş, hicret deyince Efendimiz’in Medine’ye gidişi akla geliyor. Ashab-ı kirâmın da Medine hicretinden önce yaptıkları hicretler var. Hicret o kadar önemli ki, Hazreti Ömer’in içtihadı ile hicretin gerçekleştiği yıl İslâm takviminin ilk yılı olmuş.
Efendimiz her hali ve kavli ile üsve-i hasene, âyetle sabit… Gelin, haddimiz olmasa da Asr-ı Saadet’teki hicretlerden bu açıdan örnekler çıkarmaya çalışalım. İlk hicret, içlerinde Efendimiz’in damadı Zinnureyn Hazreti Osman’ın da aralarında olduğu küçük bir grup ile olmuştu. Efendimiz kendisine nereye gidelim diye soran ashabına “Habeş toprağına giderseniz iyi olur, çünkü orada yanındakilerin hiçbirine zulmetmeyen bir kral vardır, hem orası bir doğruluk ülkesidir” buyurmuştu. Demek ki gidilecek yere karar verirken değerlendirilmesi gereken konular var ve bunların başında hicret edilecek yerde adaletli bir yöneticinin olması geliyor.
Efendimiz’e işaret edilen Medine hicretinde ise durum farklıydı. Akabe beyatlarından sonra Medine’de Ensar dediğimiz din kardeşlerin yanına gidilecekti. Bu sefer öne çıkan haslet kardeşlikti. Efendimiz bu kardeşliğin sözde kalmaması için bazı adımlar atmıştır. Muâhât denilen ensar ve muhâcirin kardeş ilan edilmesi bunların başında gelir. Selâmın yayılması, açların doyurulması gibi diğer adımlar da ev sahipleri ve misafirler arasındaki muhabbetin artması için atılan diğer adımlardı.
Efendimiz’in Mekke’den ayrılacağı sıralarda Mekke’ye söyledikleri, Medine’ye yaklaşırken Medine için ettikleri dualar dikkat çekicidir. Şehirle konuşulur mu, ya dağ ile? Efendimiz konuşmuş. Dışarıdan dağ, taş dediğimiz Uhud’a muhabbetini “Biz Uhud’u severiz, Uhud da bizi” diyerek belirten Hz. Peygamber doğduğu ve Kâbe’nin olduğu şehre “Ey Mekke! Sen yeryüzünün en hayırlı ve bana en sevimli yerisin. Eğer çıkmak zorunda bırakılmasaydım, senden ayrılmazdım” demiştir. Şehre muhabbet önemli ki bununla kalmamış, hicret yurdu için de “Allah’ım, beni beldelerin bana en sevgili olanına götür. Beni beldelerin Sana en sevgili olanına yerleştir” diye dua etmiştir.
Demek ki doğduğumuz yere karşı da, gittiğimiz yere karşı da muhabbetimiz olmalı. Bırakın canlıları, bize cansız gözüken şeylere bile muhabbetle yaklaşmak gerekiyor. Günümüz için ne kadar uzak bir hâl!..
Efendimiz’in hayatının bu bölümünden daha nice incelikler çıkabilir ancak bu kadarı bile çok önemli mesajlar veriyor. İlk ders adalet; adalet yoksa o yurt ne ev sahipleri için ne misafirleri için güzel, huzurlu bir yurt oluyor. Günümüze bakınca, en çok eksikliğini hissettiğimiz şey adalet değil mi? Trafikte takıştığınız kişi savcı ise akşamında kodeste bulursunuz kendinizi ama bir doktora fiziksel şiddet uygulayan biri iseniz salıverilirsiniz. Bu ülkede bir bakan dahi kendisine ve annesine küfürler eden birinin salıverilmesini, kabine arkadaşı olan Adalet Bakanına şikâyet etmişti. Bu konuda alacak çok yolumuz olduğu açık. Âdil bir ülke, adaletli yöneticiler olmayınca yurdumuzun tam bir ensar yurdu olması mümkün değil.
İkinci konu kardeşlik. Bu konuda iyi örnekler yanında, kötü örneklerimiz de var. Suriye, Afganistan gibi ülkelerden gelen muhacirlere kardeşçe yaklaşanlar yanında, düşmanca yaklaşanlar da az değil. Göç politikasının net olmaması yanında, muhalif siyasilerin ve sosyal medyanın kışkırtmaları bu kardeşliğe engel oluyor.
Üçüncüsü de muhabbet. En büyük eksiğimiz. İnsanların birbirlerine tahammülü kalmadı. Doğdukları topraklardan nefret eden, kendimi nasıl Avrupa’ya, Amerika’ya atarım diyen gençlerin sayısı hiç az değil. Bu şekilde düşünenler için muhacirler bu durumun en önemli sebeplerinden biri, bu yüzden onlardan da bir o kadar nefret ediyorlar. Yanlış düşünüyorlar demek sorunu çözmüyor, net bir göç ve göçmen yasası şart, yasanın olması da yetmiyor, net olarak uygulanması da şart. Hukukun uygulanmasındaki eksiklerimiz her sorunu olduğundan büyük hale getiriyor.
Hicret muhacir olan için de ev sahibi olan için de zorluklar barındırıyor. Allah zor durumda kalarak hicrete ihtiyaç duydurmasın. Günümüz muhacirlerine, mültecilerine de evlerine dönme fırsatı versin inşallah.
|