Musikide Asalet Halis Arlıoğlu Sayı:
114 -
Ruh dünyamızı etkileyen musikimiz hakkında bu işin otoriteleri çeşitli tarifler yapmış, çeşitli yorumlar getirmiştir. Türk halk musikimizle klâsik Türk musikisi bugün gayretli üstadlarının elinde zirveye yükselmiştir. Halkımız ve devletimiz tarafından gerekli ilgi ve itibar sağlanmış, şanlı mazimizdeki muhteşem yerini tekrar almıştır. Hiçbir ülkenin musikisinde görülmeyen ulviyetle gönüllerimizi doldurmaktadır.
CHP nin bir sam yeli gibi bütün mazi değerlerimizin inkârı devrinde klâsik Türk musikimiz de payına düşen nisyana gömülme düşmanlığını almıştır. ‘’Öyle ki; millî sanat ve musikimizi, ölü sanat, uyuşturan musiki, iptidai sanat diye damgalayıp inkâr ederek yasaklanma gafleti CHP devrine ait bir sorumsuzluktur. Onun için o devirde yetişen genç kuşaklarda ‘bizim musikimiz yok’ kuruntusu onlarda aşağılık duygusunu derinleştirmiştir.’’ (Tahsin Banguoğlu – Kendimize Geleceğiz – Sahife 91-92)
Sakın bunları CHP fikriyatının artığı olan günümüzdeki materyalist, bozguncu basının millî ve mânevî değerlerimizi inkâr için uydurdukları gibi ‘atmalar’dan sanmayınız. Bilakis bir zamanlar içinde bulunma bahtsızlığına uğramış bulunduğu sakavet kumkumasındaki acı itiraflardır.
Şimdi radyolarımızın, televizyonlarımızın hristiyan kültürü propagandalarının boğucu havası dışında bizi teselli eden tek değerlerimizin bu Klâsik Türk Musikisi ile “Gönülden Gönüle’’ programlarıdır. Hele ünlü bestecimiz Avni Anıl Beyin “Güfteler ve Besteler’’ programı gerçekten gönüllerimizi dolduran bir gurur kaynağımızdır. Böylece de büyük ve asil musikimize değerli hizmetleri geçtiği halde kıyıda köşede unutulup gitmelerini önlediği için takdire şayan bir kadirşinaslık örneği verilmektedir.
Makam ve besteden pek anlamam. Fakat bana mı öyle geliyor yoksa gerçekten öyle midir bilmem, “mahur’’, “hicaz’’, “hüseyni’’ ve “karcıhar’’ makamları hem hicran, hem de mazi ve hali birleştiren, insanın iliklerine kadar duygu ve hüzün yükleyen bir güzelliğe sahiptir. Bu güzel makam ve besteleri ile çok engin mânâları olan güfteleri dinleyenler hiçbir şeyden anlamasa bile gönlünde ve ruhunda derin bir sızı, ılık bir hava hissedecekleri kesindir. Orada her dinleyici kendine göre bir güzellik, tazelik, duygu ve his ikliminde bir yücelme bulacaktır. Eğer oraya musikinin “müziği’’ girip insanın kalbine paslı bir hançer gibi saplanmazsa, o ulviyetsizleri taa bulutlara kadar yükseltir. Cesetten ruha döner, bir mânevî âlem seyredersiniz. Fakat ille de musikinin “kazurat’’ı olan, adı bile pıtırak gibi gönlümüzü ve ruhumuzu tırmalayan “aranjman’’mı “arabesk’’mi ne karın ağrısı ise olmasa. Bence her şeyin eski deyimle bir neseb-i gayri sahihi vardır. Musikimizin neseb-i gayri sahihi de, hiçbir sanat değeri olmayan, estetikten yoksun, zevksizliğin, derbederliğin, çaresizliğin, perişanlığın ve zavallılığın dökülen bir gıcırtı ve ciyaklamasıdır. Belki de ona uygun olan ifadesiyle simgesi de ülkeyi saran bir pıtırak harmanıdır.
Bizim tarihimizde, aile yapımızda, kültürümüzde ve musikimizde bir şahsiyet, bir vakar ve asalet vardır. Tahsin Banguoğlu’nun örneğini verdiği zihniyet millî ve mânevî değerlerimize ait birçok şeylerin asaletini silmiştir, ama din duygu ve yaşantımızla musikimizdeki asalet hala ayakta dimdik durarak bizi kendine çağımaktadır. CHP devrinde bir “fetret’’ anı geçirmesine rağmen…
Musikimizin milletimizi yaşatan kan damarları gibi hayatiyete sahip olduğunu millî benliğini yitirmeyen herkes anlayabilir. Nitekim Yahya Kemal:
“Çok insan anlayamaz eski musikimizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden…’’
Diyerek millî kültürden kopuşun takendi devriyle beraber başladığını bağrı yanık bir şekilde dile getirmektedir.
Kültür emperyalizminin en çarpıcı şekli mânevî değerleri yıkılmış toplumlarda görülmektedir. Öldürülen Prof. Muammer Aksoy’un cenazesi camiye götürülürken atılan sloganlar beni geleceğimiz adına dehşete düşürdü. “Kahrolsun Şeriat’’, “Kahrolsun çağı geçmiş dinsel kurallar’’, “Dine hayır’’ diyerek hem bağırıyor, hem de taşıdıkları insanı bir sel gibi camiye, cemaate, İslâm’a, onun kuralına, şeriatın merkezine doğru götürüyorlardı… O gün tezatın, garabetin, insanlık adına utanmayı utandıracak rezaletin bir resmi geçidini sergilediler. Aslında hayalin, acıkmanın, acının, sevincin, kinin, inadın mahiyetini bile bilmeyen insan, güven duygusunun da ne olduğunu bilemez. Ama güvenini yitirdiğini bilir. Fakat ben cenazedeki İslâm Dini aleyhine atılan sloganları görünce onların bunu da bilmediklerini anladım.
İnsan bir sistem ve ideolojiye inanmıyor, onu düşman görüyorsa hayatında olduğu gibi ölümden sonra da o kuralın dışında bir prensibe, ekole, ideye –her neyse- bağlanması, uyması gerekir. Asgari bir fikri haysiyete sahip olan kimsenin yapacağı bu olmalıdır. DİN, NAMAZ, DUA, CENAZE, CAMİ İslâm’a ve Müslümanlara ait mefhumlardır. Bunlara düşman olan bir kimsenin her şey den evvel kendisine bunların karşıtı, zıddı bir kuralı, ismi, inandığı ya da inanamadığı bir sistemin adını bulması lâzımdır.
İşte kendi din ve kültür değerlerinden kopuşun korkunç ve iğrenç sonuçlarıdır bunlar… Bu elem verici ve küçültücü durumdan bahseden Akif;
“Uzaklaşmak İslâmdan, uzaklaşmaktır insanlıktan’’ diyerek bir insanın insanlığının yok olmasının dinî ve millî duygularını yitirmesiyle eşdeğer olduğunu anlatmaktadır.
“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz.
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız, ta sinesinden zulmetin.
Biz neyiz? Seyreyle artık, bir de fikr et neymişiz,
Dinde kürkün aynı olmuş, ters çevirmiş giymişiz
Göster ALLAHIM, bu millet kurtulur, tek mucize,
Bir “utanmak hissi’’ ver gaib hazinenden bize.’’ ( Safahat-S-221)
Ama okullarımızdaki edebiyatçılara varıncaya dek M.Akif’e “gerici’’ damgası ile düşman olacak kadar seviyesizleşen aydınlar (!) grubuna sahip bir ülkede bu garabetler, bu tenakuzlar yadırganamaz. Fakat biz bütün bu çarpıklıklara, çarpılmışlara, sapıklıklara ve sapıtmışlara rağmen kurtuluşumuzun dinî ve millî benliğimize bağlı kalmakta olduğunu inat ve ısrarla haykırmaya devam edeceğiz. Onun için de Yahya Kemal’in dilinden;
“Öyle sinmiş, bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan yalnız biziz’’
Diyoruz. Musikimizin ruhlarımıza verdiği sihirli güzelliği en iyi anlatanlar, onu en derin en içten duyan ve hissedenlerdir. Tabiatıyla ondan bir şey anlamayanlar da köksüzler ve kültür emperyalizmi altında eriyip toz olanlardır. “Musikimizden bir taraftan din bir taraftan hayat akmış’’ sözü gerçeğin ta kendisidir.
Şu tevafuka bakınız ki ben bu satırları yazarken radyoda İsmail Dede Efendinin “Lütfundur benim bahtı siyahım’’ söyleniyor, bir sanatçı da Hüseynî makamının o insanı engin hayal âlemine götüren güzellikteki;
“Hayal dünyasına ben bazı bazı,
Dalmasam bir türlü dalsam bir türlü
Derdime aşina olan bu sazı,
Çalmasam bir türlü çalsam bir türlü
Âşıkım ben dahi mecnun misali,
İsterim son demde bile visali
Güzeller yüzünden bunca vebali,
Almasam bir türlü alsam bir türlü.”
Şarkısı söyleniyordu. Hemen arkasından Âşık Ömer’in,
“Ela gözlerine kurban olduğum,
Yüzüne bakmaya doyamadım ben
İbret için gelmiş derler cihana,
Noktadır benleri sayamadım ben’’
Şarkısı okundu. Onun için herkes hissettiği kadar anlatabilir.
“Eviç’’le çıkar ruhum evci balaya
İner enginlere gönlüm, “rast’’la vaveylâ
Ne lâhutî bir sestir çıkar kemandan
“Tanbur’’un ‘’Hüzzam’’ı kalır mı ondan…
Dünyada tektir makamla musikimiz
Çıkan nağmelerden duyulan sade biz.
Anlamaz çoğu bu duygulu sesten
Bilenler şanlı mazimizi hisseder herkesten.
Şiirle nazmın ehli değil yadıyım
“Hüseyni’’den çıkan sesi dinlemek mutadıyım.
Çalmasam, bilmesem amma bu sazı
Ne zaman gelse yâdıma, kopar içimde bir sızı.
Gönlüm ne zaman uğrarsa dara
Açıllır giderim musikimizle ufuklarla
Değildir yabancı o güzel nağmeleri
Dinledikçe ruhum dolaşır ülkeleri.
Diğer millî ve mânevî değerlerimiz gibi kültür mirasımızın bir parçası olan musikimizin ayakta kalması için bir derviş çilesi içinde mücadele veren büyük ve değerli musikişinaslarımıza (gönül sazımızın)güfte ve beste fatihlerimize minnet ve şükran borçluyuz. Millî kültürümüzün özü olan bu dünyalar güzeli musikimiz milletimizle birlikte ebediyen yaşasın…
|