Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     898 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Veliler Ordusundan 333
Ali Erdal

  Sayı: 115 -

(Kardelen kitap okuma faaliyetimizin 124.sünde, okuma programlarımızın 4. kitabı Veliler Ordusundan 333 isimli eseri bitirdik. 126. toplantıda eseri değerlendirdik. Bu toplantıdaki sunumum)

Okuduğumuz Veliler Ordusundan 333 isimli eseri değerlendirme… Bir eseri okumanın tabiî sonucu olarak yapılacak bir faaliyetin adı. Ama ben kendimde “değerlendirme” yapacak gücü bulamıyorum. Bu sebeple eser üzerine tefekkür diyeceğim. Hattâ, kendi yönümden, eser hakkında düşünceler veya eserin düşündürdükleri demek daha münasip.

Niçin değerlendirme yerine tefekkür? Bir misalle arzedeyim. Suyu tahlil edelim. Batıdan aldığımız kelime ile analiz edelim. Su eşittir, 2 molekül hidrojen 1 molekül oksijen. Bu laboratuvar sonucu ile suyu değerlendirmiş olduk mu; olmadık. Tahlil ettik ve fikirden mahrum kuru bir tespitte bulunduk… Şöyle desek: 2 molekül yanıcı gaz ile (hidrojen) 1 molekül yakıcı gaz (oksijen). Sonuç söndürücü, hararet giderici, hayat kaynağı su… Mucize… Müthiş!.. Yanıcı ve yakıcıdan yaratılan şaşırtıcı bir sürpriz ve hayran olunacak büyük bir nimet… Su… Kendi çapımızda bir değerlendirme yaptık. Eseri böyle değerlendirebilsek keşke…

Üstad’ın;

“Benim efendim,/ Ben sana bendim” dediği şeyhi Abdülhakim Arvâsî hazretleri buyuruyorlar. Torunu Taha Üçışık’ın tespitini, Ekrem Yılmaz’dan öğreniyoruz: “İmam-ı Rabbânî’nin Mektubat kitabını herkes anlayamaz; Mektubat, ne Hafız-ı Şirazî’nin yazılarına ne Hamse’ye benzer. Biz onu anlamak için değil, bereketlenmek için okuyoruz.”

Mesnevî, uzun konuları şiir halinde hikâye eden hacimli eser. Meselâ Süleyman Çelebi’nin meşhur Mevlid’i, Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ı. Mevlâna’nın meşhur mesnevisi, 25618 beyit. İşte böyle hacimli 5 eserden meydana gelen külliyata hamse deniyor.

Veliler Ordusundan 333’ü; anladık, anlamadık bir yana; ama en azından kabiliyetimiz nispetinde bereketlendiğimizi ümit edebiliriz.

İsminden başlayalım. Asker milletiz ya, aklımıza hemen ona uygun isimler geliyor. Veliler, “ordu” diye vasıflandıracak kadar çok. 333 de bu ordudan, onlar hakkında fikir vermek için birazı. Veliliği ve velileri idrak edebilmek için… Bir dev düşünün… Ayaklarının dibinde bir insan… İnsan, devin çizmesinin yarısı kadar… Devin büyüklüğünü hayal edelim.

Nasrettin Hoca, sepetindeki üzümlerden kendisine de verilmesini bekleyen kişiye bir üzüm tanesi verir ve sorar, “nasıl?” adam beğendiğini söyler. Hoca da sepeti göstererek “hepsi böyle” der. Bizim eserden aktardığımız örnekler de üzüm tanesi mesabesinde.

Kitap sadece bilgi vermez; alnımıza, aklımıza, hislerimize, gözümüze, gönlümüze, kulağımıza tesir ve telkin üfler. Ufkumuzu genişletir. Anlayışımızı arttırır. Güneşten tesirini bilen de bilmeyen de faydalanır. Kitaptan okuyan ve dinleyen faydalanır. Kitap, yanlış bakış açılarını düzeltir, eksikleri tamamlar, arızaları giderir. Meselâ Ebüledyan lâkaplı Ali’nin şu sözü, ateşe ve ateşin şahsında bütün eşyaya bakışı değiştirir: “Ateşe yakma tabiatını veren Allah olduğu gibi ateşin her defa yakmak hassası Allah’ın izniyledir. Kendi tabiatının müstakil hassasıyle değil.”

Ateş, kendisine yakma vazifesi verildikten sonra, artık kendi başına hareket eden irade sahibi bir tabiat kuvveti değil. Hâşâ yakma tanrısı değil. Bu sözle, rızık için falan puta, başarılı olmak için filân puta, kurtarıcı için feşmekân puta tapınmanın abesini ve gülünçlüğü de anlıyoruz. Ayrıca, evrene kudret, hattâ tanrılık izafe edenlerin ahmaklığını da bir çırpıda anlıyoruz. “Tabiat ana cömerttir, emeğinizin semeresini verir” demenin meselâ… Biz bunları bildiğimiz ve inandığımız halde, bu sözle yeniden anladık ve bir ufuk açıldı.

Bir Üstad’ı anma toplantısında bir konuşmacı İman ve İslâm Atlası için şöyle diyor: “Abdest bahsini okusanız, abdest alacağınız gelir; namazı okusanız, namaz kılmak istersiniz.” Böyle bir tesirin örneğinden Kütahya’da haberdar oldum. Ekrem Yılmaz ve yakın zamanda rahmetli olan Muzaffer Tanrıkulu anlattı. O zaman ortaokul öğrencisidirler… Ahbabım bir marangoz, her gün o günün İslâmî hassasiyet taşıyan gazetesi “Bugün” alıyor. Üstadın Vatan Dostu Sultan Vahidüddin isimli eseri tefrika ediliyor. Her gün işyerine akrabaları bir ihtiyar geliyor, ikram edilen çayı içiyor ve sadece o tefrikayı okuyup gidiyor. Fötr şapkalı, takım elbiseli, kravatlı klâsik bir CHP’li. Bir gün diyor ki, ben namaza başlamaya karar verdim. Tefrikayı okudukça namaz kılmam gerektiğini idrak ettim. Biliyorsunuz o eserde, bırakın ibadeti, dinden bahis bile yok.

Veliler Ordusundan 333 isimli eserde ilk dikkati çeken… Derin bir hürmet ve edep… Malûm çoğul eki, hem mensubiyet, hem saygı ve nezaket de ifade eder. Eserde velilerin en basit istekleri için bile “emrettiler” deniyor... Onların, emretme makamında ve hürmete lâyık olduklarını telkin. Hürmet edin, en basit isteklerini bile emir telâkki edin demeden…

Eserde telkin ağırlıkta; verilen bilgiler bile telkin için. Hepimiz hissetmişizdir… Fertler siliniyor, âdetâ… Sanki baştan sona bir kişinin yaptıkları, söyledikleri… Bir olaydan, bir sözden bahis açılsa, herkes olayı ve sözü hatırlar, ama ilgili kişiyi hatırlamaz. Kim olduğu üzerinde fazla durmaz. Kitabı okurken Mesut da buna işaret etmişti. Çünkü hepsi aynı bütünün parçaları… Hepsi bir büyük orkestrada vazifeli… Bir ORTAK ESER icra ediyorlar. Baş virtüöz bile ESER ve ŞEFte erimiştir. Daha doğrusu asıl baş virtüöz… Bütün dikkatler, eserin en iyi şekilde icrası için şefin değneğinde.

İşte bu sebeple tasavvuf erbabı tasnife tâbi tutulamaz. Kategoriler halinde kümelendirilemez. Çünkü her biri orijinal. Her ferdi bir küme… Ne kadar mutasavvıf, o kadar küme. Bunu, Ebülhasan (Müzeyyenoğlu) şöyle ifade ediyor: “Allah’a yol, gökteki yıldız sayısından fazladır.” O yoldakilerin de her biri müstakil ve orijinal birer yıldız.

Ressamları meselâ sınıflandırabilirsiniz, klâsik, modern, soyut, gerçekçi, gerçeküstücü, kübist; manzara, portre, minyatür ressamları vs… Romancıları sınıflandırabiliriz… Klâsik, romantik, realist, natüralist, sembolist vs… Evliyaları şöyle şöyle olanları bir kümeye, böyle böyle olanları bir kümeye diyemezsiniz. Bunu ve kitabı en güzel şu cümle ifade ediyor. 4 sayfalık girişten bir cümle: “Bütün hakikat İslâm’da, onun bütün ruhu da tasavvufta, yani en büyük insan ve Peygamberin bâtınında… Buradakiler de o bâtının cezbelileri.” Yavuz’un ifadesiyle, “Tasavvuf ince Müslümanlık”; her biri İslâm’ın en az bir inceliğini yaşıyor ve ifade ediyor.

Şöyle bir tasnif var demek akla gelebilir. 1-Veliler, 2-ebdallar, 3-cezbe haline girince şaşıranlar… 4-Müfretler… Ama bu onların vasıfları üzerinden tasnif değil… Yine her biri orijinal. Bunun en bariz ispatı, her tasavvuf ehlinin tasavvuf tarifi ayrı… Neden? Kendini tarif ediyor. Kendisinin tasavvufla nasıl hemhal olduğunu tarif ediyor... Yani kişi sayısı kadar tarif… Her şeyi orijinal yaratan Allah’ın, dostlarının da her biri orijinal… Hattâ her insan, her yaratılan, kümeler içinde yer aldığı halde orijinal. Eserini okuduğumuz şairin ifadesiyle “Tekten de tek, bir tek, tek başına tek” Allah’ın dostları haydi haydi… Ve İmam-ı Rabbânî’nin buyurdukları gibi, içindeki her şeyiyle beraber, her an kâinatı yeniden yaratan Allah’ın; yani her şeyi her an orijinal olarak yaratan Allah’ın, dostlarının da her biri elbette orijinal. Öyleyse zaten her şey her an orijinalse, onların farkı ne? Diğerleri kimbilir kaç küme içinde yer alır, tasnife tâbi olur; tasavvuf ehli, kümeler içinde olmadan orijinal. Onlar müstesna insanlar…

Böyle şahsiyetli bir topluluk; özgün diyorlar ya şimdi, başka kaynaktan alınmış öğretilerle meydana gelmiş olabilir mi? Nitekim Hint veya Uzakdoğu mistisizminden, Yunan sofizminden alındı diyenler, oralardan müşahhas benzer örnek, önder kişiler söyleyemiyorlar. Zaten onların cezbelileri yok… Allah’a erme gayreti ve yolu ancak O’nun dini ile olur. Tasavvufun kaynağını Ebu Cafer (Maaz) ne güzel ifade ediyor: “Tasavvuf O’nun eseridir. O’nun, yeryüzünde kâh açığa vurduğu, kâh gizlediği eseri.” İslâm’dan başka bir şeye dayanan bunu söyleyemez. O’nun dostları, her biri ayrı bir değer… Her biri alâmet-i farika… Farkedilen alâmet… Başkalarından ayırt edilen özellik… La teşbih, marka diyorlar ya bugün… Meramımı ifade için söylüyorum; her biri marka…

Tasavvufun, başka yerlerden ne alınması! Başka inanışlarda onun kırıntısı bile yok. Düştükleri gülünçlüğü görüyor musunuz? Olmayanı almak… Olmayandan almak… İslâm dışındakilerin güç belâ birkaç kişi gösterebilmelerine, daha doğrusu uydurabilmelerine mukabil, İslâm’ın her devirde sayılamayacak kadar tasavvuf erbabının olması; onlardan sayılamayacak kadar menkıbe ve hikmet anlatılması ve hemen hemen her sahada ciltler dolusu eserler vermiş olmaları, onlar hakkında verilen eserler, çevrilen filimler; yazılan hikâyeler, romanlar, şiirler, bunların bütün dünya kütüphanelerinde var olmaları; bu sahadaki büyüklerin sadece İslâm dünyasında değil, dünya çapında rağbet görmeleri, meselâ Mevlânâ, tasavvufun ne üstün bir realite olduğunu ispat eder. Ve bazılarının kendi topluluklarını aşıp İslâm dünyasında birleştirici olmaları. Eğer tasavvuf başka kaynaktan aparıldıysa, aslında bunların misillercesinin olması lâzım değil mi?

Başka inanışların evliyaları yok ki keramet olsun ve mucize ile farkını belirtsin. Yani peygamberle, ermişlerinin farkını söylesin. Bunun belgesi olarak şu sözü başka inanışlar söyleyemez. Ebu Amr (Dımışkî): “Peygamberlere âyet ve mucize göstermek farz olduğu kadar, velilere kerametlerini göstermemek ve saklamak farzdır.” Bütünlüğü görüyor musunuz?

Asıl bütünlüğü şimdi göreceğiz, Allah, kendisine hakarete yeltenenlere mühlet verir. Ama sevdiklerine sataşanları hemen cezalandırır. Onlara dil uzatmaya gelmez. Emir Ömer, Allah’ın sevdiklerine sataşanların akıbetlerini söylüyor: “Ulular demiştir ki: Başın kesilmesi zamanı gelince, onu bu taifenin harmanına salın! Merdivenin yanması gerekti mi, onu bu taifenin duvarına dayayın! Birini yıkıp altını üstüne getirmek isterseniz, onu bu taifeye düşman ediniz.”

Kaynağının İslâm olduğuna en büyük bir delil de, yolun rehbersiz olamayacağı hususu. Eğer başka kaynaktan alınsaydı, şeyhe lüzum kalmazdı. Veya şeyh dışardan aldığımız kaynaktan olurdu. Şeyh de öyle sıradan bir büyük değil; şahsiyetinin hakikatle yoğurulması gerekiyor. Fenafillah… Allah’ta fena olmak. Çay bardağının içinde; çayın, suyun, şekerin ayrılamayacak biçimde kaynaşmaları, buna rağmen şahsiyetlerini korumaları gibi Şeyh fenafillah, mürit de Fenafişşeyh. Yunus bunu söylüyor: “Taptuğun tapusunda/ Kul olduk kapısında/ Yunus miskin çiy idik/ Piştik elhamdülillah!”

Üstat da onu söylüyor Şeyhine hitap eden Benim Efendim başlıklı şiirinde: “Kayboldum sende,/ Sende tükendim!/ Sordum aynaya:/ Hani ya kendim?”

Tasavvuf erbabı, Allah’ta fena olanların yetiştirdikleri. Allah’ta kaybolanların, yok olanların, heba olanların, yitenlerin değil; kapasitelerinin en yükseği, en üstünü ile yükselmiş şahsiyetlerin…

Bu yolun mensuplarının söyledikleri, şahsiyetleri, mizaçları sebebiyle ayrı… Yoksa söyledikleri hep aynı… Hoca Hayirce: “Allahım, kim gümüş isterse ona gümüş ver! Kim altın isterse altın… Mal, mülk, köle, toprak isteyenlere de bunlardan lütfet! Kulun Hayirce’ye gelince ona sen yetersin.” Türk milletini yoğuran Yunus’u hatırladınız: “Cennet Cennet dedikleri/ Birkaç köşkle birkaç huri/ İsteyene ver onları,/ Bana seni gerek seni”

Üstat O ERLER Kİ başlıklı şiirinde hepsine ait teşhisi koyuyor:

“Ne cennet tasası ve ne cehennem;

Sadece Allah'ın rızasındalar.”

Evet… Her biri orkestrada bir görev icra ediyor. Ayrı ton, ayrı zevk, ayrı şevk, ayrı renk, ayrı şekil, ayrı his… İcra ettikleri eser tek… Tevhit… Biri tevhidin ne olduğunu anlatır, biri derinliğine iner, biri sathî anlatır, biri tefsirini yapar, biri tefekkürünü yapar, biri anlatılana örnek verir. Ali Necibüddin (Şirazî)’ye tevhit sırrına ait bir misal getir diyorlar. “İki ayna ve bir elma” diyor. Karşılıklı iki ayna ve aralarında bir elma… Fizik ders kitaplarındaki karşılıklı ayna bahsini hatırlıyoruz. Bir başkası, Tefsirci, bu misali övüyor: “Dünyada hiçbir misal bu kuvvetle tevhit sırrını kucaklayamaz.”.

Biri tarif ediyor, biri misal veriyor, biri onun hakkını teslim ediyor, biri tefsir ediyor; birisi de insanlara yayıyor.

Koskoca İmamı Azam İbrahim Ethem’in şahsında o yoldakileri övüyor. İbrahim Ethem’e saygı göstermesinin sebebini izah ediyor: “O ara vermeden Allah’la, Allah’ın zatıyle meşgul, bizse işin dedikodusuyla” Abdestin nasıl alınacağını, namazın nasıl kılınacağını anlatmak, onların ahlâkının, yaşayışının yanında dedikodu…

İslâm kurtuluş kapısı, şeriatı ile herkes mükellef, ruhu yani tasavvuf, Allah’a erme yolu tercih. Kahramanlara has. Kitap baştan sona onları sevmeyi telkin ediyor. Sevin demeden… Tefsirci: “Senin öz dostlarının yüzüne bakmak, bu yolun yolcularına farzdır. O yüzlerden erişen nura hiçbir taraftan erişilemez. İlâhî, onları bulanlar seni bulmuş olurlar.” Yine Tefsirci’nin dediği gibi, zaten “Müslümanlık, sadece sevgi iyilik temennisinden ibarettir.” Bu yoldakiler de bu ahlâkın en ileri örnekleri. Kevşenci lâkaplı Ebülhasan ne güzel söylüyor: “Dünyada bir menfaat için sevgi gösteren insandan daha aşağısı yoktur”

Dünyada hiçbir inanışta onların benzerleri yok. Böyle bir sözün göstermelik olanını söyleyebilen bile yok, bu ahlâkı yaşadığını iddia eden bile yok. Tasavvuf nasıl taklitçi olabilir? Her şeyi sahte mistisizme bağlı doğudan mı alınacak, her şeyi kazanma hırsına bağlayan batıdan mı? Öyle söz söylüyorlar, tavır ve davranış gösteriyorlar ki, sadece şahsiyetli kişilerden, rey sahiplerinden sadır olabilir. Öyle söz söylüyorlar, bir söz ve davranıştan, bütün hakikatlere yol açılıyor. Basit, sade, süssüz, sıradan gibi görünen sözler… Küçük bir sözün içinde umman bulunuyor. Açıl susam açıl, kapılar açılıyor. Türkçe’nin ayakta kalmasını sağlayan Yunus’tan bir misal: “Bir avuç toprak ve biraz suyum ben./ Neye övüneyim, işte buyum ben.”

Meselâ Alâüddevle lâkabı ile meşhur Ebülmekârim’in şu sözünü; tarım, ekonomi, siyaset, çevrecilik, israf, vazifesini doğru yapma, imar, kul hakkı; kısaca her alana teşmil edebilirsiniz. Ayrıca “İki gününü eş geçiren aldanmıştır” ve “İşini iyi, güzel ve doğru yapanı Allah sever” hadislerinin ve “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, hemen ölecekmiş gibi âhiret” sözünün de izahı: “Allah bu yeryüzünü ve istihsal sahalarını hikmetle yaratmıştır; mamur, semereli ve faydalı kılınması hikmetiyle… Eğer halk dünya mamurluğundan ne fayda erişeceğini ve yeryüzünü kupkuru bırakmaktan ne günah doğacağını bilseydi, gayesini ve vücut hikmetini tamamiyle anlamış olurdu. Toprağından bin batman mahsul çıkacak bir insan, eğer ihmal ve isteksizlik yüzünden dokuz yüz batman mal elde edecek olur ve aradaki yüz batman fark insanların istifadesinden uzak kalırsa biliriz ki, bunun hesabı kendisinden sorulacaktır. İnsanların faydasına sarfedecek bir vaziyeti bulunduğu halde bundan kaçan yeryüzünün umranında pay sahibi olmak istemeyen ve üstelik bunun ismini, dünyayı terk, züht ve takva koyan insan, şeytandan başka kimseye tâbi değildir.”

İslâm’ın; bütün mahlûkatı, bütün zaman ve mekânı kapsadığını bildiğimiz halde bu nasihatle yeniden öğrendik. Aynı zamanda enflâsyona, pahalılığa çözümü de gördük. Belhî lâkaplı veli elimize bir kriter, ölçek tutuşturuyor. Doğruyu-yanlışı, güzeli-çirkini, iyiyi-kötüyü ayırdettirecek bir mihenk taşı: “O şey ki, vücuduyla herşey güzelleşir, yokluğu ile de her şey çirkinleşir; o şey doğrudur.” Taklitle her şey güzelleşir mi ve taklitçi bu sözü söyler mi, söyleyebilir mi?

Sevginin ve her iyi şeyin kaynağını öğreniyoruz Ebülhasan’dan: “Allah’a sevgi, yalnız O’nun Sevgilisine sevgi ile olur. Allah başka türlü sevilemez.”

Bugün içimize Truva atı olarak sahtekârlar, hainler bir zaman için de olsa sokulabiliyor. Bir aptal bakış hikmet sanılıyor, teknik imkânlarla kazanılan bilgiler keramet diye yutturulabiliyor. Yobazlar, sahtekârlar, evliya ve mürit geçinenler günah keçisi ve şamar oğlanı olarak kullanılarak İslâm suçlanabiliyor. İyi ki bu eser ve benzerleri yazılmış. Bugün küfür, tarikat mensubu diye provokatörlerle İslâm’ı; terörün, kötülüğün, ahlâksızlığın, ahmaklığın, nefsi azgınlaştırmanın tarlası olarak gösteriyor. Halbuki sahteye bakarak bir şey hakkında hüküm vermek, her şeyden önce fikir haysiyetine yakışmaz. Sahte altına bakarak, demek ki altın değersiz bir madde imiş denemeyeceği gibi velilik iddiasındaki sahtekârlara bakarak tasavvuf hakkında, dolayısıyla İslâm hakkında hüküm verilemez. Bir şeyin sahteleri ortalığı sardıysa, hakikilere bir hasret ve ihtiyaç vardır. Daha da değerleri artmalı. Rağbet gören kitabı piyasaya sürmezseniz, korsan kitap basanlara gün doğar. Sahte paradan dert yanan, hakikisinin hâkimiyetini istiyordur, istemelidir. Şüpheli parayı makineye koyarsınız ve neticeyi alırsınız. Sahteler çöpe, hakikiler tedavüle… Sahte para imal edenler adalete…

Sahteleri üreten nefs… Üstün olma hırsı… Daha doğrusu, üstün görünme hırsı... Zengin olma, kudretli olma hırsı… Sahteleri doğuran ve üreten velilik değil… Sahte para imali, hakiki paranın suçu değil; suç, insandaki kısa yoldan zengin olma hırsı… Sahteden asıl şikâyet hakkı, hakikinin... Ceremesini o çekiyor. Velilik iddia eden sahtekârlara rağbet ediliyorsa; insanımız, hakiki ile sahteyi birbirinden ayırdedecek eğitimden mahrum edildiği içindir. İslâm’ı, dolayısıyle de tasavvufu bilmemenin bildirmemenin tabiî sonucu… Hakikatten mahrum olmanın akıbeti… Hakikatten mahrum edilen cemiyetin hali… Suçlanması gereken tasavvuf değil; onu bilmeyen ve hakikatin cemiyete ulaşmasını engelleyenlerdir.

Bu yol her ferde emir değil ama cemiyette onların bulunması, cemiyetin selâmeti için şart… İslâm, dünya ve âhiret için selâmet yolu, kurtuluş yolu… Şeriat herkese, tarikat kahramanlara ve fedakârlara… Üstad’ın Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu isimli eserinde dediği gibi:

“Tasavvufa dinin esası olmak bakımından esasın ruhu diyebiliriz. Dinin esası, ancak Resulün tebliğ ettiğidir. Ve Şeriattır. Onun içi, mahremi, ruhu, özü tasavvuf... Tebliğ mevzuu olmayan, yani bütün beşeriyete mecburi rejim ifade etmeyen hususi eriş noktası ise tasavvuftur. Dinin esasına bağlı tamamlayıcı nokta... (…) Şeriat, mutlak ölçüler ve ebediyet sırlarının gömülü olduğu hazine kapısını açıcı şifreler manzumesidir ki, o olmaksızın hiçbir şey olamaz. Bu şifreler manzumesi dış ifadesiyle her ferde emir ve farz... Esrarına inilmesi ise emir ve farz değil... Tebliğ ve tatbik maddeleri esas olan... Böyle olunca umumî mânâda tebliğ ve tatbik mevzuu olmayan hiçbir şey dinin esası olamaz. Ama esasa bağlı ve esas yolunda hususî bir varış noktası olabilir. İşte şeriatle tasavvuf arasında, kalıpla, kalıpta dökülen anahtarı andırıcı mahrem münasebet!.. Ruh ile beden arasındaki münasebeti sezenler, şeriat ve tasavvuf arası taallûku kestirirler...”

Tasavvuftan mahrum cemiyetin ufku dar olur. Ufku dar olan, derin düşünemeyeceği için incelikleri göremez. İncelikleri göremeyen kolayca aldatılır. Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri buyuruyorlar: “Ahirette en büyük azap, bu dünyada mürşitlik taslayarak Allah’ın yolunu kesenleredir. Bunların cezasına dünya mütehammil değildir. Bunların cezası yevmul cezada verilecektir”

Onlar cemiyetin hocaları… Bir derslik, bir yıllık, bir okulluk değil… Bir ömürlük bile değil… Nesiller boyu… Hattâ ölümlerinden sonra da...

Bu yol için sultanlığı terkedenleri, şakilikten evliyalığa yükselenleri, eserleriyle ve tesirleriyle yaşayanları, ölmüşken ölmeyenleri okuduk nasihatlerini dinledik. Marifet kıymetlerini bilmekte. Abdülhakim Arvâsî hazretleri buyuruyorlar: “Kişinin kıymeti, büyükleri tanıdığı ve sevdiği kadardır.”

Allah büyükleri sevdirsin, sevgilerine lâyık etsin, sevgilerine, şefkatlerine, şefaatlerine muhatap etsin, sevilecekleri sevdirenlerden razı olsun… Ve sahtekârları farkettirsin.

Her ne sürç-i lisan ettikse affola…


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
İranın neye ihtiyacı var?... - Sayı 122
Kırk... - Sayı 121
Kırk gün bir ölüyü bekley... - Sayı 121
Sıradan bir filme bu alâk... - Sayı 121
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (122):
Tarih boyunca izlediği politikalar, güncel meselelerde takındığı tavır çerçevesinde, doğu medeniyetinin aslî unsurlarından İran'a bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 sağlık dileklerimizle, hürmetle...... naci eroğlu

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu


ACIYORUM

Millet, Meclis’i seçiyor...

Meclis, millet namına kanun yapıyor...

Anayasa Mahkemesi de bu kanunları bozabiliyor...

 

Şimdi söyleyin:

Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla mı milletin?

Hâkimiyet kayıtsız şartsız Anayasa Mahkemesi’nin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla Anayasa Mahkemesi’nin mi?..

(Kardelen; 13; Mart 1997)

 

ACIYORUM

Bir takım kimselerin, yetkilerini aşarak, kanun dışı teşkilâtlar kurduğu ve kanun dışı faaliyetlerde bulunduğu artık kimsenin yok diyemeyeceği bir gerçek halinde ortaya çıktı.

Bunlar, başlangıçta en azından, kanunların kötülerle ve kötülükle mücadelede yetersiz kaldığını düşünüyor.

Böyle örgütlere karşı çıkanlar da, gizli ve kanun dışı teşkilât kurulacağına falan falan kanunlara ve filân filân mekanizmalara dayanarak şöyle şöyle mücadele mümkündür, demiyorlar...

 

Öyleyse...

Ya bu ülkede kanunlar ve işleyen mekanizma yetersizdir... Ya devleti idare edenler...

Bu işin (ya)sı, (ma)sı yok... Hem kanunlar ve işleyen mekanizma, hem idareciler yetersiz...

(Kardelen; 13; Mart 1997)
66
Anlam peşinde
Bizim olmayan gemide kaptan olmak
Parlamenter sistem ve mağdurları
Kırk gün bir ölüyü bekleyeceksin
Niye döktün gözyaşımı


Ali Erdal - Anonim eserlerin kıy...
Ali Erdal - Sıradan bir filme bu...
Ali Erdal - Kırk gün bir ölüyü b...
Ali Erdal - Kırk
Necip Fazıl Kısakürek - Kıraat kitabı
Ekrem Yılmaz - Derinlik
Ekrem Yılmaz - Yapamıyorsan hayal e...
Ekrem Yılmaz - Kürtlerin PKK ile im...
Dergi Editörü - Çare
Site Editörü - Anlam peşinde
Necdet Uçak - Niye döktün gözyaşım...
Necdet Uçak - Olacak
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Malazgirtin aslanlar...
M. Nihat Malkoç - Anadolu Türk masalla...
Ayhan Aslan - Yamyam
Mehmet Balcı - Şimdi
Mehmet Balcı - Dönemem
Ahmet Çelebi - Gazzeli çocuğa
Halis Arlıoğlu - Parlamenter sistem v...
Halis Arlıoğlu - İçimde bir yara var
Murat Yaramaz - Artık yeter
Murat Yaramaz - Masal
Mevlüt Yavuz - Sanma ha!
Cemal Karsavan - Seni düşünürüm
Heybet Akdoğan - Gülsema
Emine Öztürk - Hapis
Zekeriya Yılmaz - Bıraktın
Mehmet Ali Metin - Doğu ve Batı’nın hik...
Yaşar Akyay - Bizim olmayan gemide...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14443875
 Bugün : 2736
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 627615
 Bugün : 335
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 72
 121. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim