Teşhis Ali Erdal Sayı:
117 -
Uzun bir bekleyiş… Tavana dikili gözleri şimşeği, kulakları göklerin sesini kolluyor… Bu bekleyişle, vücudu taş kesilmiş gibi oldu…
Oda bir anda ışık çağlayanı içinde kaldı ve arkasından gökler gürledi. Karanlıkta mumya gibi yatıyor... Göklerin gürlemesinden, evinin kenarındaki bir Çin ejderhası gibi uzanan denizin homurtusundan mânâlar çıkarmaya çabalıyor. Birden yanı başında beklenmedik bir ses… Karısının sivri tırnakları yorgan üzerinde geziniyor ve tüyler ürpertici bir ses çıkarıyor. Dayanamadı, yataktan fırladı. Açık kapıdan süzüldü. Bir sigara aradı ve buldu. Titreyen elleri, kibriti düşürdü. Yerlere saçılan kibritlerden birkaç tanesini el yordamıyla buldu.
O an şimşeğin kırbacı camda şakladı. Parıltıda karısının yatakta dönüşünü görmesi tırnak cızırtısını hatırlattı. Kibrit sesine tahammül edemeyeceğini anladı. Gök gürültüsünü dinlemek için can atıyor da, onun bir çeşit maketi, yanan kibritin sesine tahammül edemiyor. Elinde sigara ile en yakın koltuğa kendini bırakıverdi. Denizin homurtusunu dinliyor ve gök gürültüsünün orkestraya katılma anını kolluyor. Üstün bir besteyi başarılı icracılardan dinliyor sanki. Her notasına mıknatısa kapılan iğne gibi kendini teslim ediyor…
Bir zaman sonra, sigaranın hatırına, kibrit sesine katlanma gücünü buldu kendinde. Baktı ki, elleri bomboş… Gök gürültüsü, kollamayı ihmal ettiği bir anda orkestraya katılıverdi. Bunun üzüntüsüyle daha çok titreyen elleri, sehpanın üstündeki vazoyu deviriverdi. Bütün sesler, incecik kulak zarlarına insafsızca saldırıyor. Vahşi hayvan sürülerine, incecik kulak zarları ne yapsın?.. Seslerden çektiği ıstırap sebebiyle, yatak odasındaki karaltıyı fark edecek halde değil…
●
Güzelliğinden ve makyajından lüzumundan fazla emin genç kadına, televizyon kameraları karşısında soruluyor:
–Başarılı bir besteci olan kocanızın, bir psikiyatri kliniğine yatırılması durumu nasıl ortaya çıktı?
Makyajı kadar sesinden ve konuşmasından emin genç kadın tane tane anlatıyor. Kelimeler bir âhenk çağlayanı halinde dökülüyor, nar gibi boyalı dudaklarının arasından:
–Eskiden… Sıhhatli olduğu zaman yani… Her işin bir sesle sonuçlanmasını isterdi. Meselâ sessizce konmuş bardak, onu rahatsız ederdi. Koyarken (tık) dedirtmeliydi. Son bir ay içinde… Tam tersi bir hal içine girdi… Seslerden ürker oldu… Yakın zamanlarda, seslerden mânâlar çıkarmaya başladı. Çatal kaşık seslerinden, yemek yiyenlerin düşüncelerini anlamak, ayak seslerinden görmediği insanların kişiliklerini bilmek… Kapı zilinin çalınışından gelenin maksadını anlamak gibi…
–Sizi de aynı şekilde değerlendirdiği olur muydu?
–Duyduğu her sesi…
–Bu değerlendirmeler, isabetli olur muydu?
–Hem de ne isabet… Bir keresinde bir misafirimize, yalan söylüyorsun, diye çıkıştı. Yalan söylediği, sonradan ortaya çıktı. Bunları sözlerden ve onların mânâlarından değil, seslerin tahlilinden anlıyordu. O tahlil demiyor, ben öyle ifade ettim. O, bu yaptığımın dilimizde karşılığını yok, diğer dilleri bilmiyorum, diyordu. Son günlerde dayanılmaz bir hal aldı. Hani, kızılötesi, morötesi tabirleri vardır ya… Kocam da “ses ötesi” diyordu…
–Ne demek oluyor bu?
–Her sesin, duyulanın dışında, onun tabiriyle “ötesinde” bir mânâsı var… Görülenin ötesini, birtakım âletlerle bilmek mümkün oluşu gibi… Gözü daha keskin olanın, az görenden daha ilerisini gördüğü gibi… Sesleri de aynı şekilde değerlendirmek mümkün…
–Sanki o konuşuyor…
–Bir gün, sigara dumanının bile sesi var ve ben onu duyuyorum, dedi. Bir sanığa karşımda sigara içirsinler, suçlu olup olmadığını söyleyeyim…
–Sigara dumanı mı ona söyleyecek?..
–Öyle değil… Bandlara, kasetlere, disketlere nasıl bilgi kaydedilebiliyor ve okunup anlaşılabiliyorsa, sadece sigara dumanına değil, Allah her yere ve her şeye büyüklüğünün alâmeti olarak, bilgi kaydetme imkânı veriyor… Öyle diyordu… Görebilen görüyor, duyabilen duyuyor… Bunun konuşma ile ve dille ilgisi yok… Sigara dumanı ona ayrıca söylemiyor… Son zamanlarda hiçbir sese tahammülü kalmamıştı. Kibrit çakamaz, çakmak kullanamaz olmuştu… Sigara içemiyordu… Bir gün, sükûtun bile sesi var, demişti… Bir büyük zatın sükûtu ile, benim suskunluğum, bir mi?.. Hiçbir sese tahammül edememek nedir; çeken bilir… Biz lâfını ederiz sadece…
–Bir kliniğe yatırılması konusunda ne diyordu?
–Bir gün yemek yerken, intihar etmemden korkuyorsun değil mi, demişti…
–Öyle miydi?
–Evet… Şöyle dedi: Şu ana kadar, aklımın ucundan bile geçmedi… Yarını kim bilebilir? Bu halimde, çilemden hoşnudum… Yaratan’dan bir hediyedir bu bana… Bir zulüm değil, bir lütuf olduğunu hissediyorum. Ve, “öyle sermestim ki” diye bir şiir okudu…
–Sokağa çıkmak bir dert olmuştur, onun için?
–Hem de nasıl… Bir gün evde… Radyodan bir eseri çalınıyor… Bir komalık bir yanlış ses söyledi, sanatçı… Daha doğrusu söylemiş… Düştü bayıldı… Son günlerde bayılmak sıklaşmıştı…
–Beste yapıyor muydu?
–Beste yapmak kim, ben kim… Sık sık böyle söylüyordu… Elinden gelse, bütün bestelerini imha etmek istediğini söylüyordu. Ses bir defa çıktı mı, geri dönmüyor, diyordu. Bir gün, eroin krizi gibi bir hal içinde çığlık çığlığa… Haykırıyor… Seslerin ideal terkibi nerdesin!.. Nerdesin, ey üstün beste?..
–Peki efendim, sizi bir de biz üzdük… Fakat dahi sanatçımızın halini, -bunun soylu bir sanatçı hafakanı olduğuna kaniyim- halkımız öğrenmek istiyor; haklıdır… Bir bestesini hep birlikte dinleyelim…
●
Kliniğin favorileri kırlaşmış ince bıyıklı baştabibi, ağızlıklı sigarasını kül tablasına koydu, ellerini önündeki lüks sümene dayadı; döner koltuğuna yaslandı:
–Ender bir vak’a… Hastamızı ses geçirmez odaya aldıktan sonra, sakinleşeceğini umuyorduk… Orada bile duyduğu seslerden dolayı çığlıklar atarak bayıldı…
Kalın enseli ve göbekli profesör:
–Bir ara sakinleşti… Dünyadaki tüm müzik türlerinden örnekler istedi…
Aralara sıkıştırdığı kelimeler dışında konuşmayan biri:
–Listeyi kendisi hazırladı…
Anlatma zevkine engel olunmasına canı sıkılan baştabip:
–Hepsini kısa dinlemelerden sonra, fırlatıp attı…
Bilmem ne üniversitesinden, özel olarak getirtilen bol unvanlı “uzman” mübalağalı bir ciddiyet içinde.
–İçki, kadın, uyuşturucu gibi şeylerle alâkası?..
Değişik kelimelerle hepsinden aynı cevap:
–Önceden olduğu gibi katiyen meyletmedi…
–İntihar teşebbüsü?..
Koro:
–Asla!
Koronun, pırıldayan şahsiyeti ile “ben bu sıradan insanlardan farklıyım” diye âdeta haykıran genç doktor:
–İntiharı, kutsal olduğuna inandığı çilesine karşı bir kaçaklık, bir vefasızlık görüyor… Bayılmak için de, idrak firarı, diyor… Bayılmasını, önleyemediği için, ne kadar üzüldüğünü, ifade mümkün değil…
●
Beyaz saçları ve bal rengi gözleri nurla yıkanmış ihtiyarın, ağzından da nur dökülüyor. Tek kelimesini bile kaçırmamak için dikkatle dinleyenlerin arasında, tam karşısında bulunan “sıra dışı” doktora bakarak konuşuyor:
–Tıkacını çıkarınca, her yanı fışkıran sularla ıslanan Nasrettin Hoca çeşmeye, meğer senin ağzını tıkayanın bir bildiği varmış, diyor… Ses idrak sınırı birazcık genişletiliveren insan, bakın ne hale geliyor… Demek Allah’ın ses idrakimize bir sınır çizmesi bir merhametmiş… Sadece sınır çizmesi değil, birazcık çizgiye dokunuvermesi ve sınırı hafif açıvermesi bile bir merhamet…
Sustu… “Sükûtun da sesi vardır” diyene hak verdi, genç doktor… Nur yüzlü ihtiyar, ona bakarak tane tane:
–Demek o kadar, uzman bir araya geldiniz… Bir teşhis koyamadınız… Bir de ben çalayım diye eline aldığı saza Hoca, hep aynı sesi verdirmiş… Bu işin uzayıp gitmesi üzerine sebebini soranlara, herkesin arayıp da bulamadığı ses işte bu; onu ben buldum; diye cevap vermiş… Büyük sanatkâr o adam… Herkesin muhtaç olduğu sesi arıyor… Güzel seslerden, Allah kelâmını duymaya muhtaç!.. Şifası o… İnsanlığın şifası o… Ne mutlu o sanatkâra ki; gerçek, üzerinde tecelli ediyor!..
|