Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     452 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Hem şahin, hem güvercin-2
Ali Erdal

  Sayı: 120 -

(Hem şahin, hem güvercin-1 yazısının devamı...)

Tiyatro sanatçısı Mehmet Tahir İKİLER:

“Sahneye koyduğum oyunların çoğunda rol aldım ve sahnedeyken söylediğim her cümleyi pür dikkat dinleyen ve soluksuz takip eden seyircilerimin oyun bittikten sonra dahi oyunun etkisinden kurtulamadıkları için uzun süre yerlerinden kalkamadıklarını çok gördüm. Bu seyircilerin çoğunun düşünmekten dolayı yoğun bir başağrısı çektiklerini, buna rağmen oyunda anlayamadıkları bazı bölümleri izlemek için tekrar tekrar geldiklerine şahit oldum. (...) Bu oyunu (Bir Adam Yaratmak) dinî anlayışı farklı olsa da Allah’ın varlığına inanan her hangi bir ülkede onların diline çevirerek oynayalım emin olun o ülkede kapalı gişe oynar. Çünkü oyunun tek dayanağı iman noktasındaki arayıştır ve Allah sevgisine bağlılıktır.” (30 N. Fazıl, Sakarya Val İl Kül. ve Tur. Md.lüğü, Mayıs 2013, s 329, 333)

Tiyatro sanatçısı Sedat Bora SEÇKİN:

“Bir Adam Yaratmak oyunu sahneye konuş edimiyle ele alındığında hem konu hem kişileri hem de kurgusu açısından dün, bugün ve yarını içinde barındıran özelliklerle doludur ve bütün zamanlara hitap eden bir ruhu taşır.” (30 N. Fazıl, Sakarya Val İl Kül. ve Tur. Md.lüğü, Mayıs 2013, s 329, 337)

Onun her eseri büyük seferdir... En katı fikirleri ifade ettiği, en sert tenkitleri yaptığı nesirleri bile… Hattâ polemikleri ve kavgaları bile… Dost düşman bunda müttefik… O “fildişi kuleden” ahkâm kesen bir ukalâ değil, sefere çıkan kervandaki fertlerden biri. Siz kervanın neresindesiniz, ona karar verin…

Bildirmek istediği gerçekle, duyurmak istediği hisle, ikna etmek istediği fikirle, teslim olunması gereken imanla; sizi, öyle bir karşı karşıya getirir ki…

“Al sana hakikat, al sana rüya!

İşte akıllılık, işte sarhoşluk!”

Her şey silinir, o meseleden başka… Her şey aradan çıkar… Neredeyse değil kendisi, elinizdeki eseri bile aradan çıkar…

Dâvetle karşı karşıyasınız!.. Dâvetle, dâvetle:

“Haykırsam geçenlere kavşağında her yolun,

Aman müslüman olun, aman müslüman olun!”

Bu insanı gözyaşlarına boğacak dâvetin dışında tutamazsınız kendinizi… Dâveti kabul etseniz de etmeseniz de...

Şu hassasiyete “âmenna” denmez mi:

“Allah’ım eşyanın hicabındasın!

Sensin suda, kuşta, telde ses veren.

Nice hasret varsa gıyabındasın;

Aynalarda sensin seni gösteren…”

Diğer başarılarından ayrı… Fikirlerine katılmasanız bile… Sadece sanat cephesi, Türkçe’nin âbidesi; Türkçe’ye hayat garantisi... Bu konuda Prof. Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU’nun tespitleri dikkate değer:

“Esasen merhumun tefekkür iklimini görebilmek de, Türkçe’yi kullanırken gösterdiği yüksek dehâyı kavramaya bağlıdır. (…) Rahmetli Üstad bu vâdinin yirminci asırdaki zirvesidir. O, Türkçe’nin kimse tarafından bilinmeyen sihirli hazinesine âdetâ, tek başına girmişti. Onun için, her mısra ve cümlesi yepyeni bir mücevher dizisine benziyordu. Aynı kelimelerle bir başkasının öyle mısralar söylemesi mümkün değildi. (…) Necip Fazıl’ın, bu açıdan incelendiği zaman, hakiki bir dâhi olduğu görülmektedir. Çünki, üstad, seçtiği her kelimeye, hiç kimsenin tasavvur edemeyeceği mânâ ve nüanslar kazandırmıştır. (…) O, kaidelere bağlı klâsik söz san’atları ile süslenmiş sun’i bir üslûba sahip değildi. Şiir ve nesirlerindeki müstesna güzellik, doğrudan doğruya kelimelere verdiği ‘hüviyet’ ile onları istif etmekle gösterdiği dehâdan gelmekteydi. Bütün mimarî eserlerinin malzemesi taş ve mermer olduğu halde, nasıl, Süleymaniye Camiini yapmak Koca Sinan’dan başkasına nasib olmamışsa, aynı Türkçe ile Necip Fazıl gibi yazmak ve konuşmak da, öyle, kimseye nasib olmayacaktır. (…) Bunu ispat için eserlerinden örnekler vermek kolay fakat seçmek zordur. Çünki O, her şiirinde hattâ aynı şiirin her kıt’asında kendi kendini aşmış gibidir. Üstelik çok defa, bütün kelimeleri mecâzî değil, asli mânâsında kullandığı halde durum böyledir. (…) Üstad düz bir ifade tarzını seçmiştir. Fakat kullandığı kelimelere yüklediği mânâ, onlara alışılmışın dışında yeni bir ‘şahsiyet’ getirmektedir. Böylece, Necip Fazıl’ın, Türkçe’nin ‘sırlarını’ ve imkânlarını isabetle keşfedip en iyi şekilde değerlendiren bir sanatkâr olduğu görülmektedir. O, derin tefekkürünü ve coşkun duygularını bu sayede hiç eksiksiz anlatabilmiştir. Tanzimattan beri geçirdiğimiz ihtilâl ve inkılâpların, nesiller ve devirler arasında her bakımdan nasıl uçurumlar açtığı mâlumdur. Bu durumu anlatan bir çok kitaplar yazılmıştır. Üstad ise meseleyi tek mısra ile ifade etmiştir. Benim adım bay Necib, babamınki Fazıl Bey! Demek ki dilimiz erbabının elinde her duygu ve düşünceyi ifadeye kadirdir.” (Türk Ed., Özel Sayı 1983)

Konuşurken kelime seçmede sıkıntı çekince veya daha sonraki kelimeyi hatırlayamayınca, batılıların son heceyi uzattıkları gibi, biz de, kelime ve ifade sıkıntısı çektiğimiz zaman “şey” deriz. Yadırganmayan bir küçük aksaklık... Türkçe’nin bu özelliğini bile, kelime ve ifade sıkıntısı çekmediği halde, “şey”i; bakın ne güzel kullanıyor… Bir mısrada dört defa “şey” diyerek hanesi perişan, evi viran olmuş, yuvası dağılmış Türk’ün ıstırabını, heyecanını, helecanını, üzüntüsünü, buhranını ifade ediyor. Bir arızadan, fikir üstünlüğünden ayrı olarak, ifade kudreti meydana getiriyor:

“Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,

Benim adım bay Necib, babamınki Fazıl Bey!”

Bufon isimli bir Batılı: “Üslûp, insanın ta ciğerinden kopup gelendir!” diyor. Üslûp, insanın ta kendisi… Hz. Ali’nin buyurduğu gibi; “İnsan, dilinin altında gizlidir”. Nice bir şey zannedilen kişinin bir cümlesi duyulunca veya okununca bir değer olmadığı görülmüştür. Halbuki Necip Fazıl’a ait en küçük ibare bile, kendini hemen belli eder, cevherini gösterir. Üslûbu o kadar açık ve nettir. O kadar şahsiyetlidir. “Yüzlerce, hattâ binlerce cümle arasında bir Necip Fazıl cümlesini fark etmek, sıradan bir okuyucu için çocuk oyuncağıdır; bu meziyete sahip pek az üslupçuya sahibiz. Ona ait metinlerin siyak u sibakı içinde değil tek tek kelimeler, ünlem işaretleri bile kendi başlarına Necip Fazıl markası taşırlar. Kendisi gibi üslubu da şıktır ve şahsi aksesuarını hatırlatan bir pırıltı içinde, şuurla nisbet olunmuş bir asalet hissinin temsilcileri gibi görünürler; birilerini yereceği zaman istihzâ, Necip Fazıl’ın kaleminde keskin ve sanatkârane nakışlarla süslenmiş bir ameliyat neşteri gibi işler; hakaret kastında bile orijinalliğe mahkûm bir yazardır. Kendisiyle barışıklığı, cümlelerin tereddütten mahrum birer hüküm kesinliğine bürünmesine yol açar. Tasvirleri daima orijinal, teşbihleri şaşırtıcı ve tatminkârdır. Ezcümle şahsiyeti gibi üslûbu da halefsiz ve selefsiz.” (30 N. Fazıl, Sakarya Val İl Kül. ve Tur. Md.lüğü, Mayıs 2013, s 329, 72)

Daha önce ifade ettiğim gibi, “Adıdeğmez” mahlâslı yazılarına rastlamıştım önce... İsmini taşıyan ilk yazısını okuyunca, üslûptan aynı kişi olduğunu anlamıştım.

Üslûb-u beyan, aynıyle insan:

“Yolda yürüyorum.. Gözüme bir kâğıt parçası ilişti. Baktım, basılı bir kâğıt. Yerde öylece duruyor tertemiz. Nedense yüzüme gülüyor. Eğilip aldım, kâğıdı. Bir küçük boy kitap sayfasıydı. Sayfanın altı üstü koparılmış, el ayası kadar bir kâğıt. Üzerindeki matbaa harflerine kanım kaynıyor nedensiz. Neyse.. Yazıyı okumaya başladım. İlk kelimeden tanıdım yazarı. Emin olmak için cümleyi noktasına kadar okudum. Evet onun kitabından bir yaprak parçasıydı bu. Ne zaman bir yerde bir cümlesiyle karşılaşsam, daha ilk kelimede “İşte bu üstadın sözü.” derim, hemen tanırım onu: Sevgili üstadım, Necip Fazıl Kısakürek.” (Mustafa YÜREKLİ, 02.08.2012, https://www.haber7.com/yazarlar/mustafa-yurekli/909985-necip-fazil-ve-demirelin-dindarlik-maskesi).

Sanat ve fikri, kolay erişilmez bir terkipte ve kıvamda kaynaştırmakla, un, şeker ve yağdan hiçbirine benzemeyen helva yapmak gibi, ‘sanat toplum için mi, sanat için mi?’ tartışmalarının abesini ve tartışanların gülünçlüğünü, söylemeden göstermekle, fikirleriyle kazandırdıklarından ayrı olarak, sanatındaki başarısı ile müslümanları sanattan anlamaz, hattâ sanat düşmanı yobazlar olarak görmek ve göstermek isteyenleri, bu yolla İslâm düşmanlığı yapanları, cemiyet önünde mat ederek, ellerinden en büyük istismarlarını almıştır. Kendi ifadesiyle o, “küfrü faka bastıran adamdır”.

İslâmî kimliği ortaya çıkınca, Müslümanlığı sanatı öldüren örümcekli inanış, müslümanları da bu ‘mistik’ hastalığa yakalanmış zavallılar sandıkları için veya öyle görmek ve göstermekten başka bir hücum yolu bulamadıkları için, “sanatına yazık etti” demişlerdi.

Baki Süha EDİBOĞLU; 05.02.1968 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde şöyle yazmıştı:

“Büyük Doğu, büyük şair Necip Fazıl’ın mezarlığı olmuştur. Türk edebiyatına Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi gibi ölümsüz şiir kitapları, Tohum, Bir Adam Yaratmak, Künye, Sabır Taşı, Para, Namı Diğer Parmaksız Salih gibi güzel ve unutulmaz piyesler kazandıran Necip Fazıl Kısakürek, ne yazık ki, sanki adlarını saydığım o şiir kitaplarını, o güzelim piyeslerini kendisi yazmamış gibi, siyasî, mistik akıntılara kapılmış ve bizi şair Necip Fazıl’dan mahrum bırakmıştır.”

Onun şahsında, Müslümanlığa şiiri ve kaliteyi yakıştıramayanlara, müslümanlar ve Müslümanlık adına bir cevap gerekiyordu:

“(…) Bense, daha önce yaşadığım ve sürüklendiğim mürde hayattan kurtuluşumu, yâni sonsuzluk basamağını buluşumu Büyük Doğu’dan sonraya bağlamakla kalmıyor; sanat ve fikirde ulaşabildiğim en üstün dereceyi Çile, Sakarya Destanı, Zindandan Mehmet’e Mektup şiirlerini ve Bir Adam Yaratmak, Ahşap Konak, Reis Bey piyeslerini ve İdeolocya Örgüsü, Halkadan Pırıltılar, Büyük Kapı eserlerini ve daha nicelerini yazan kalem olarak yine ondan sonraya bağlıyorum.

Sana Bâki Süha, mezar görünen şeyin bizzat hayat olduğunu, sanat ve sanatkârın da ölümsüzü ve ölümsüzlüğü bulmaktan başka gayesi olmadığını anlatabilmek çok zor… Müslümanlar anlasın, yeter!..” (Bugün, 21.02.1968).

Evet, “Müslümanlar anlasın yeter!..”

Şiirin, şairin ve cemiyetin birbirlerine karşı yerini ve şairlerini, “müslümanlar anlasın yeter!..”:

“O halde şiir, bir cemiyetin topyekûn his ve fikir hayatını tefahhus ve murakabe eden başlıca rasat merkezidir; ve ışıkları daima tam ve müstakil bir fert menşurundan süzüldüğü halde ferdîlikle hiçbir alâkası yoktur.”

Necip Fazıl, tek tek fertlerin şahsında cemiyeti, bazan da cemiyete hitap ederek fertleri sefere dâvet etmektedir. Her şeyi toptan değiştirecek, yenileyecek bir sefere...

“Bir güzel ki, en güzeli güzelin;

Gönüller gelin!”

 

 

Bu yazılardan sadece birini okuyan, diğerinde ifade edilenlerden haberdar değilse, Necip Fazıl’ın kabiliyet ve kapasitesini tam tespit edememiş olur.

“Dâvâ adamlığının ana vasıflarından biri gözükara olmak... Gözükara olmak, dâvâ adamının, inandığı şeyi hayata ve eşyaya nakşetmesi için biricik vasıta… Her tedbir alındıktan ve basiret plânında her şey pişirildikten sonra mutlaka cür'ete, gözükaralığa ihtiyaç var.” (İmân ve Aksiyon) İşte gözükaralık… “Koca Arap, hattâ İslâm âleminde birkaç fedaî yok mudur ki, içi dinamit dolu bir uçakla (pike) şeklinde İsrail'in başlıca hava üssüne çivi gibi saplansın ve yalınız oradaki uçakları değil, yüzlerce insanı da kendileriyle beraber havaya uçursun? Ya herrû, ya merrû! Ya gerçek müslüman olmayı bilmek, yahut hayat hakkına paydos demek...” (Çerçeve-4)

Şahin ve güvercin, bir arada… Bir uçta gözükaralık, diğer uçta, bir kuş ötüşüne ağlama hassasiyeti… Şu tevekküle, rızaya, teslimiyete bakın… Sonuçta kazanç, büyük…

“Garip geldik gideriz, rafa koy evi barkı,

Tek, dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı.”

Üstad’ın bir sevincine şahit oldum. Ziyaretçisinin, yıllar sonra kefaret borcu için oruçlu olduğunu öğrenince –kelimenin tam mânâsıyla söylüyorum– çocuklar gibi sevindi. Şiir okur gibi, yüksek sesle: “İşte bu!..” Elini masaya vurdu… “Şeriat, emri yerine getirilecek bir manzumedir!”. Sevinçten uçuyor… Çay getiren dâhil, herkese, oradakilere ve ne maksatla olursa olsun her gelene, onların şaşkınlıklarına aldırmadan, bunu sevinçle haber verdi.

Pek çok kişinin ifade ettiğini bir de ben dile getireyim. Necip Fazıl’ın eserlerini birbirinden bağımsız ve bağlantısız ele alamazsınız… Bir eserini incelemeye kalkarsanız, vazifenizi tam olarak yapmak istiyorsanız, bütün eserlerini incelemek mecburiyetinde kalırsınız. Türk fikir hayatına kabul ettirdiği ifade ile “Ya hep, ya hiç!” Şahin ve güvercin ahlâkında olduğu gibi her sahada ve her türdeki eserlerinde de, öyle bir bütünlük vardır. Ve… Türk edebiyatı… Şiiri, romanı, hikâyesi, senaryosu, tiyatrosu, tarihi, siyaseti, hatırası tefekkürü, hitabeti, röportajı, görüntü sanatları, basını, ahlâkı, kimliği vesairesi… Hangi sahada değerlendirme yapmayı düşünürseniz düşünün, ondan, edebiyatımızda şahin karakterinin en ileri örneği Köroğlu için ve güvercin karakterinin en ileri örneği Yunus için şiir yazmış olan o dehadan bahsetmezseniz eseriniz tamam olmayacaktır.

Bugün sadece şairliği tebârüz ediyor… Uzaklaştıkça haşmeti ve zarafeti daha iyi temaşa edilen minare gibi her gün ne büyük bir mütefekkir ve yol gösterici –günün teknik tabiri ile (navigatör)– olduğu daha iyi anlaşılmaktadır; anlaşılacaktır.

 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
İranın neye ihtiyacı var?... - Sayı 122
Kırk... - Sayı 121
Kırk gün bir ölüyü bekley... - Sayı 121
Sıradan bir filme bu alâk... - Sayı 121
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (122):
Tarih boyunca izlediği politikalar, güncel meselelerde takındığı tavır çerçevesinde, doğu medeniyetinin aslî unsurlarından İran'a bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 sağlık dileklerimizle, hürmetle...... naci eroğlu

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu


Devekuşunun kafasını kuma gömmesi misali kafasını toprağa gömen Avrupa bilmez mi ki, nefesi kesilince kafasını (soktuğu yerden) çıkarmak zorunda kalacak ve pişman olacaktır(pişmanlık duyacaktır).
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Anlam peşinde
Bizim olmayan gemide kaptan olmak
Parlamenter sistem ve mağdurları
Kırk gün bir ölüyü bekleyeceksin
Niye döktün gözyaşımı


Ali Erdal - Anonim eserlerin kıy...
Ali Erdal - Sıradan bir filme bu...
Ali Erdal - Kırk gün bir ölüyü b...
Ali Erdal - Kırk
Necip Fazıl Kısakürek - Kıraat kitabı
Ekrem Yılmaz - Derinlik
Ekrem Yılmaz - Yapamıyorsan hayal e...
Ekrem Yılmaz - Kürtlerin PKK ile im...
Dergi Editörü - Çare
Site Editörü - Anlam peşinde
Necdet Uçak - Niye döktün gözyaşım...
Necdet Uçak - Olacak
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Malazgirtin aslanlar...
M. Nihat Malkoç - Anadolu Türk masalla...
Ayhan Aslan - Yamyam
Mehmet Balcı - Şimdi
Mehmet Balcı - Dönemem
Ahmet Çelebi - Gazzeli çocuğa
Halis Arlıoğlu - Parlamenter sistem v...
Halis Arlıoğlu - İçimde bir yara var
Murat Yaramaz - Artık yeter
Murat Yaramaz - Masal
Mevlüt Yavuz - Sanma ha!
Cemal Karsavan - Seni düşünürüm
Heybet Akdoğan - Gülsema
Emine Öztürk - Hapis
Zekeriya Yılmaz - Bıraktın
Mehmet Ali Metin - Doğu ve Batı’nın hik...
Yaşar Akyay - Bizim olmayan gemide...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14443903
 Bugün : 2764
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 627625
 Bugün : 346
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 72
 121. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim