Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     36 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Kırk
Ali Erdal

  Sayı: 121 -

Bir varmış, bir yokmuş; evvel zaman içinde, kalbur saman içinde memleketin birinde fakir bir karı koca yaşarmış. Bunların Ali adında bir oğulları varmış. Ben adına Ali dedim, söylemesi kolay olduğu için… Siz isterseniz, nasıl olsa masal bu, sevdiğiniz bir yakınınızın adı ile anlatabilirsiniz.

Bu aile fakir olmasına fakirmiş ama çocuklarını, yememişler, içmemişler okutmuşlar; terbiyeli, akıllı, düşünceli, ahlâklı olarak yetiştirmişler. Ali, annesini babasını, köyünü ocağını bırakmamak için köyünden ayrılmamış. Babası ile dağdan odun getirirler, bu odunları satıp geçinirlermiş. Bir gün dağa giderler, odun getirirlermiş, ertesi gün Ali onları kırarmış.

Bir gün evlerinin önünde odunları kırarken yoldan geçen biri Ali’yi görmüş, düşünceli hali dikkatini çekmiş. Kendi kendine, “bu delikanlının eli işte ama aklı kim bilir nerelerde. Becerikli birine benziyor. Şununla bir konuşayım. Belki kırk birincimiz olur” demiş. Selâm verdikten sonra sormuş:

–Sen iş yapıyorsun ama aklın başka yerlerde, ne düşünüyorsun? Bir hinlik peşinde misin, bir derdin mi var, hayırlı işler mi düşünüyorsun?

Ali gelenin kim olduğunu bilmiyor. Meğer gelen kişi Kırk Haramîler çetesinden imiş. Ali herkesi kendi gibi biliyor, Selâmı almış, işine ara vermiş, ona dönerek cevap vermiş:

–Şu herkesin şikâyetçi olduğu, herkesi tedirgin eden, hattâ korkutan, gittikçe cemiyetin belâsı haline gelen Kırk Haramîler çetesini düşünüyorum.

Haramî irkilmiş ama renk vermemiş:

–Sen asayişten mi sorumlusun? Önündeki işine baksana! Sana ne? Sana kadar bunu düşünecek yok mu?

Demiş. Ali, kiminle konuştuğunu bilmiyor. Baltasını bir kenara koyup, adama dönmüş ve demiş ki:

–Herkes bana ne derse halimiz nice olur? Böyle giderse, bir gün önümüzdeki işimizi de yapamayabiliriz. Cemiyeti “bana ne” yıkar. Zaten üç beş hırsızı, böyle çete haline getiren de bu!

–Devlet elbet bir gün onların da haddini bildirir. Sen bunu kafana takma… Her şeye burnunu sokma!

–Evet devlet eninde sonunda onların da hakkından gelir. Benim düşündüğüm, beni üzen, insan hırsızlık yapar; bir yapar, iki yapar… Asıl kötü olan, hırsızlığın meslek haline getirilmesi, müesseseleştirilmesi… Sanki bir iş kolu imiş gibi yapılması… Sanki iyi bir iş yapıyorlarmış gibi, sen de duymuşsundur çetelerine “Kırk Haramîler” diyorlarmış.

Haramî düşünmüş, bu genç tehlikeli biri. Bizi zor durumda bırakabilir. Söylediklerini yayabilir. En iyisi şunu kandırıp reise götüreyim… Böylelerini erken tespit edip etkisiz hale getirmek lâzım. Adam ikiyüzlü; demiş ki:

–Ben de senin gibi düşünüyorum aslında. Ama onlardan korkuma söyleyemiyorum kimseye. Bizim gibi düşünen arkadaşlarımız var. Ben şimdi onların yanına gidiyordum, gel sen de bize katıl!

Ali çok sevinmiş. Anneme babama haber vereyim demiş ama haramî onu hemen dönersin diye kandırmış. Maksadı Ali’yi ortadan kaldırmak olduğu için kimsenin nereye gittiğini bilmesini istemiyor. Ali de peşine takılmış. Az gitmişler, uz gitmişler, Haramîler’in saklandıkları mağaraya yaklaşmışlar. Adam Ali’ye demiş ki:

–Sen şimdi burada bekle, ben gidip arkadaşlarıma senden bahsedeyim. Belki tanımadıkları için istemeyebilirler. Sonra gelir sana haber veririm. Aramıza katılırsın veya döner gidersin.

Adamın maksadı, “açıl susam açıl” dediğini, yani kapının şifresini duyurmamak. Ali bir köşeye oturmuş, bekliyor. Az sonra haramî gelmiş ve sahte bir sevinçle:

–Arkadaşlarım çok sevindiler, haydi gidelim.

Haramî, tahmin edeceğiniz gibi durumu reislerine anlatmış. Ali’yi, kendine mahsus yerinde oturan reisin karşısına çıkarmışlar, Reis karşısında hiçbir şeyin farkında olmadan dikilen saf gence sormuş:

–Sen zengin misin? Çalınacak paran, alınacak malın, gasbedilecek köşklerin mi var?

Ali fakir olduklarını söyleyince reis çıkışmış:

–Eee sana ne? Âlemin parasının, malının, köşkünün bedava bekçisi misin? Durumdan vazife mi çıkardın?

Ali, onların kimler olduğunun hâlâ farkında değil:

–Haksızlık karşısında susup dilsiz şeytan mı olaydım? Herkes ‘bana ne’ derse, kötülüğün önüne geçilebilir mi? Kötüleri azdıran, herkesin bana ne deyip kenara çekilmesi… Onlar, güçlü oldukları için değil, biz gücümüzü göstermediğimiz için kötülük yapabiliyorlar.

Reis şaşkınlıkla baka kalmış. Ali devam emiş:

–Herkes susup kenara çekilirse, cemiyete kim merhamet edecek? Hattâ hırsızlara da merhamet etmek gerekmez mi?

Reis şaşkın; merakla sormuş:

–Hırsıza merhamet mi, nasıl olacak bu? Hırsızları af mı edeceğiz?

–Onu hırsızlıktan kurtarmakla… Daha fazla hırsızlık yapmalarına, daha fazla haram iş yapmalarına mâni olmakla…

–Nasıl olacak bu iş? Kim yapacak bunu?

Ali hâlâ durumun farkında değil. Çıkışarak cevap vermiş:

–Biz!.. Hepimiz bunu konuşmak ve bir çözüm bulmak için buradayız ya? Siz bunun için toplanmışsınız, ben de size katıldım.

Reis ne cevap vereceğini bilememiş. O sırada haramîlerden biri dışardan gelmiş ve reise seslenmiş:

–Reis, atlar hazır; soyguna çıkmak için emrettiğin gibi biz de hazırız.

Ali o zaman durumu kavramış, ama artık iş işten geçmiş. Reis, dışarıya çıkmaya hazırlanan adamlarına emretmiş:

–Şu işgüzarı, kendini bir şey sanan gayretkeşi bağlayın ve bir köşeye oturtun. Dönünce haddini bildiririz. Sen kimsin, Kırk Haramîler’e kafa tutacak?

Ali’nin ellerini ayaklarını bağlamışlar ve çekip gitmişler. Ali başlamış kara kara düşünmeye. Aldatılmışlığından çok, bir şey yapamayacak oluşuna üzülüyormuş. İnsan nasıl Allah’tan korkmadan harama el uzatır, üstelik bunu bir araya gelip çete halinde nasıl yapar, diye üzülüyor. Haramın binası olmaz, bilmiyorlar mı? Cemiyete de kendilerine yazık ediyorlar.

Giderken reisin emriyle kandiller söndürüldüğü için mağara karanlık. Bu iplerden kurtulması da imkânsız. Bu düşünceler ve üzüntüler içinde zaman geçip gidiyor. Öyle üzülüyor ki, derinden bir ah çekiyor. O anda ötelerden gök gürler gibi sesler gelmez mi? Sesler yaklaşıyor ve mağaranın içini dolduruyor ve kesiliyor. Ortalığı bir duman ve loş bir ışık kaplamış. Ne oluyor demeye kalmadan, bir dev belirivermez mi? Hani şu bir dudağı yerde bir dudağı gökte dedikleri cinsten… Ali korkmuş. Dev gülümseyerek demiş ki:

–Korkmayın efendim, endişelenmeyin. Beni çağırdınız geldim, emrinizdeyim?

Ali şaşkın:

–Ben mi çağırmışım seni?

Bir yandan da bakmış dev hiç de korkulacak gibi değil, gülümseyerek konuşuyor:

–Emrinizdeyim efendim!

Ali şaşkınlıkla soruyor:

–Emrimde misin; sen kimsin?

–Hani siz, kul sıkışmayınca Hızır yetişmez, dersiniz ya efendim… Ben Hızır değilim… Ama… Samimiyetle, menfaat gözetmeden, Allah rızası için merhamet edenlerin, ah diyenlerin yardımına koşarım. Siz işte öyle ah çektiniz beni çağırdınız; ben de geldim efendim.

–Ah çekmekle çağırmış mı oldum?

–Evet efendim. Şimdi siz emredin, ben yerine getireyim.

–Fakat ben şaşkınım ve ne isteyeceğimi bilemiyorum; biraz düşünebilir miyim?

–Özür dilerim efendim, ben böyle çok kalamam.

–Tekrar çağırabilir miyim?

–Elbette… Aynı şekilde ah çekerseniz, her seferinde gelirim.

–Öyle ha deyince ah çekilir mi?

–Sizi çaresiz de bırakamam. Size şu yüzüğü vereyim. Bunu bir sefer kullanabilirsiniz. Parmağınıza takmayın. İşaret parmağınızla taşına dokunduğunuz anda yanınızda olurum ve bir seferlik isteğinizi yerine getirebilirim. Ondan sonra yüzük kaybolur.

Sözünü bitirir bitirmez dev görünmez olur. Ali bakmış elinde, gerçekten bu zamana kadar görmediği güzellikte bir yüzük var. Karanlık mağarada par par parlıyor. Ne istemeli diye başlamış düşünmeye… İplerimin çözülmesini istesem diye düşünüyor önce, ama sonra vaz geçiyor. Böyle bir nimet, bu kadar ucuz bir istekle harcanamaz diye düşünmüş.

Ne kadar zaman geçti, ortalık gece mi, gündüz mü belli değil.

O sırada dışarıdan bir kadın sesi geliyor. Meğer sabah olmuş, hattâ kuşluk vakti olmuş, reisin kızı mağaraya geliyormuş. Dışardan gelen ses, reisin kızının “Açıl susam açıl!” diyen sesi..

Mağaranın kapısı, bugünkü büyük binaların raylı kapıları gibi açılmış. Ali, yoksa bunların arasında kadınlar da mı var, diye düşünürken içeriye, elinde torbalarla güzel mi güzel bir kız girmez mi? Ali onu görünce, yok bu kız eşkıya olamaz, diye düşünmüş. Bugün, iyi devler, sihirli yüzükler günü anlaşılan, bu da peri kızı olmalı. Kız elindeki torbaları bir kenara koymuş, kapıdan giren aydınlık sayesinde bir kandil bulup yakmış. Mağara aydınlanınca Ali’yi görmüş. Elleri ve ayakları bağlı bir delikanlı… Onu babasının cezalandırdığı bir çete mensubu sanıyor. Yanına gitmiş ve sormuş:

–Seni niye götürmediler? Niçin cezalısın?

Ali şaşkınlıkla cevap veriyor:

–Götürmek isteseler de ben gitmezdim.

–Hem çeteye dâhil olmuşsun, hem gitmeyeceksin öyle mi?

–Ben çeteden değilim! Hırsızlık yapmam…

Meğer kız getirdiği torbalar yiyecekle doluymuş. Babası eve çaldıkları paralarla aldığı yiyecekleri gönderirmiş. Annesi ve kızı haram yememek için, onlar soyguna gidince mağaraya geri getirirlermiş. Babası eve geldiği zaman, yiyecekleri göremeyince, onların yediğini zannedermiş. Kendileri de konu komşuya bir şeyler örüp satarak geçinirlermiş. Kız bunları söyleyince, Ali de başından geçenleri anlatmış. Bunun üzerine Kız, iplerini çözmüş ve gitmesini söylemiş. Ali’nin tereddüt ettiğini görünce demiş ki:

–Ben de gideceğim zaten, haydi çıkalım!

Ali kızın ahlâkına ve güzelliğine hayran olmuş, ona güvenmiş; devi ve aralarında geçen konuşmaları da anlatmış. Kız merakla sormuş:

–Devden ne isteyeceğine karar verdin mi?

Ali’den evet cevabını alınca tekrar sormuş:

–Ne isteyeceksin?

–Sadece benim emirlerimi yerine getirecek bir tokmak… Ben kimi istersem onu dövecek…

Kız, dövülecek olan ne de olsa babası, endişeyle sormuş:

–Kırkını da sinek gibi ezdirecek misin?

–Hayır. Endişe etme, kimsenin ölmesini istemem.

Meğer kız, her zaman geldiğinde yiyecekleri bir köşeye şüphelenmeyecekleri şekilde koyar ve hemen gidermiş. Bu sefer Ali ile konuşunca hemen gidememiş. Ali işaret parmağı ile yüzüğün taşına dokunmuş… Dokunur dokunmaz, aynı dev belirivermiş… Kız şaşkınlıkla bakıyor. Dev demiş ki:

–Emredin efendim, kararınızı hemen bildirin; fazla kalamam…

Ali:

–Bir tokmak istiyorum!.. Sadece benim isteğime göre hareket edecek bir tokmak…

Demesiyle beraber Ali’nin önüne bir tokmak düşüvermiş ve aynı anda da dev kayboluvermiş.

O sırada dışarıdan at kişnemeleri duyulmuş. Ve reisin sesi gök gibi gürlemiş:

–Açıl susam açıl!

Ali kıza bir köşeye çekilmesini ve endişe etmemesini söylemiş. İçeri girenler, birkaç kandil daha yakarak içerisini iyice aydınlatmışlar. Reis, Ali’yi ayakta ve elleri çözülmüş halde görünce öfkeyle sormuş:

–İplerini kim çözdü?

–Bir peri geldi ve iplerimi çözdü…

Reis, yakınındaki birkaç adamına Ali’nin ellerinin tekrar bağlamalarını emretmiş. Ali de tokmağa seslenmiş:

–Şu zalimin emriyle hareket edenlere, vur tokmağım vur!

Tokmak verilen emir üzerine Ali’ye yaklaşanları bir güzel dövmüş. Reis yanındaki iriyarı iki adamına dönmüş;

–Yakalayın şu haddini bilmezi ve getirin karşıma!

Demiş ve geçmiş postuna oturmuş. Ali de tokmağına emretmiş:

–Şu zalimden emir alanların ölmeyecek yerlerine vur tokmağım vur!

Bakmışlar pabuç pahalı, kenara süklüm püklüm çekilmişler. Reis adamlarını hareket geçirmenin imkânsızlığını anlamış. Ali reisin karşısına dikilmiş:

–Şimdi soracaklarıma cevap ver!

Reis yine de kuyruğu dik tutmaya çalışıyor, adamlarının önünde küçük düşmemek için diklenmiş:

–Ben reisim, kimseden emir almam!

Ali, tokmağa seslenmiş:

–Şu adama, sorulara cevap vereceğim diyene kadar, ölmeyecek şekilde vur tokmağım vur!

O arada birkaç kişi Ali’ye arkadan saldırmak istemiş. Tokmak onları da çaresiz bırakmış. Tekrar reise vurmaya devam edince çaresiz kalmış ve reis süt dökmüş kedi gibi büzülmüş:

–Sor bakalım, ne soracaksan. Gerçi ne soracağını tahmin etmek zor değil.

–Ne soracakmışım?

–Utanmıyor musun, çalıp çırpmaya; vurup kırmaya gibi bir şeyler...

Artık Ali ile reis güzel güzel konuşuyorlar:

–Onlara da sıra gelecek. Önce başka sorular var.

–Sor bakalım, merak ettim doğrusu

–Neden girer girmez doğru benim yanıma geldin?

–Ne var bunda? Bu da soru mu? Ben de bir şey söyleyeceksin sandım.

–Ben söyleyeyim sebebini…

–Bak sen! Neler de bilirmiş… Söyle bakalım…

–Benden korkuyorsun, o korku seni doğru bana gönderiyor. Gidip dönene kadar hep beni düşünmüşsün ki, gelir gelmez hemen bana yöneldin.

–Niçin korkayım, esir olan sensin.

–Ben haklıyım, doğruda olan benim. Ve doğru fikirden üstün güç yoktur. Bunu hissediyorsun, korkun bundan. Yani sen, benim şahsımda doğrudan korkuyorsun. Yaptıklarının yanlış olduğunu kimse söyleyememiş bu zamana kadar sana. Şimdi karşına biri çıkmış yüzüne hakikatleri haykırılacak diye korkuyorsun. Şimdi söyle bakalım!.. Dede Korkut hikâyelerinde cesur beylerin maiyetinde kaç yiğit vardır?

–Kırk…

–Hatunlarının emrinde kaç kız?

–Kırk…

–“Kırklar” nedir bilir misin?

–Duymuşluğumuz vardır…

–Nasıl kimselerdir?

Reis, itibarının zedelendiğini görünce, sorulardan kurtulmak için;

–Aramızda biraz mürekkep yalamış biri var, böyle soruların cevabını o daha iyi bilir.

Demiş ve reisin işaret ettiği bir genç öne çıkmış. Ali sormuş, o genç cevap vermiş:

–“Kırklara karışmak” ne demektir?

–Evliyalar, ermişler arasına dâhil olacak seviyeye yükselmek.

–Sen bunu bile bile, bu haramîlere nasıl katıldın? Sen de bunları bir seviye gördün öyle mi? Bunlarla olmayı, kırklara karışmak mı sandın?

–Şartlar öyle icabetti… Ben katıldığımda, kırk olmamştık.

–Kırk gün, kırk gece düğün ne demektir?

–Mutlu bir düğün demektir. Kırk, sevinçle hep birlikte düğün yapmanın mecazıdır. İsterse kırk gün olmasın, öyle söylenir.

–Kâinatın Efendisi, Efendimiz, peygamber olduğu zaman kaç yaşında idi?

–Kırk

–Bakıyorum reisiniz dâhil o yaşa gelenler var?

Ali reise tekrar sormuş:

–Söyle bakalım kırkına ulaşmış, belki de aşmış kişi, Efendimiz kırk yaş hakkında ne buyurmuş?

Burada Ali salâvat getirmiş, oradakiler de saygıyla salâvat getirmiş.

Reis başını eğmiş, kimseden cevap gelmeyince Ali açıklamış:

–“Kim kırk yaşını geçer de hayrı şerrine galip gelmezse cehenneme hazırlasın!” Hem Alah’a Peygamber’e inanıyor, hem hırsızlık yapıyorsunuz!

Reis başı yerde düşünüyor. Ali reisin işaret ettiği gence sormuş:

–İmam-ı Şafi Hazretleri, “Kırk müslüman bir araya gelebilirse, başka şart aranmaksızın cuma namazı kılınır” der. Bu içtihattan haberin var mı?

–Duymuşluğum var.

Ali herkese hitap etmiş:

–Çetenize “haramî” diyorsunuz, demek ki haram iş yaptığınızı biliyor ve kabul ediyorsunuz…  Bu kötü fiil ifade eden kelimenin başına, hep iyi, güzel ve doğru mânâlar taşıyan “kırk” sıfatını getirmeye utanmıyor musunuz? Haram yemeyi, kutsal mı görüyorsunuz? Övünür gibi Kırk Haramîler diyorsunuz? Allah’tan korkmuyor musunuz? Haramîlikle övünüyor musunuz?

Reis yerinde kalkarak, itiraz eder:

–Hayır!

–Niye Kırk Haramîler diyorsunuz?

–Bu mânâya geleceğini düşünmemiştik; düşünememiştik…

–Nasıl oldu?

–Biz 39 kişi olana kadar gizli çalıp çırpıyorduk ve kendimize haramîler diyorduk.

O sırada babayiğit bir genç adam ileri atıldı:

–Reis müsaade et, ben açıklayayım. Çünkü hata benim…

Reis başı yerde peki işareti yapınca babayiğit Ali’ye hitap etti:

–Aralarına katıldığım zaman, baktım epeyce çoğuz, kaç kişi olduğumuzu sordum, benimle kırk kişi olmuşuz… “Kırk kişilik bir topluluk, kimseden korkmaz, meydana çıkalım” dedim. Reis kabul etti, ben de “Kırk Haramî olduk” dedim.

Ali babayiğite sormuş:

–İlk Müslümanlar kaç kişi olunca cemiyet meydanına çıktı?

–Kırk!

Ali’nin bir şey sormasına zaman kalmadan ağlamaya başlamış ve demiş ki:

–Hz. Ömer kaçıncı müslüman diye soracaksın; cevap vereyim, kırkıncı! Ah ben ne edepsizlik etmişim; bu yaptığım haramilikten beter… Bunu şimdi anlıyorum. Şimdi gidip teslim olacağım ve devlet benim cezamı kessin! Tövbe edeceğim…

Reis dâhil herkes ağlamış. Reis dövünerek pişmanlığını söylemiş:

–Haramîliğin suç olduğunu bilirdim, ama yine de işlerdim; kendime göre mazeretler uydururdum ve onlara sığınırdım. Ama hırsızlığımızı meşru bir meslek gibi görmenin ve göstermenin hiçbir mazereti olamaz. Bundan sonra bize tövbe etmek bu yolu terk etmek şart olmuştur. Çeteyi dağıtıyorum. Bizi sen cezalandır ve ondan sonra devlete teslim et!

Hepsi de pişman olduklarını dile getirince Ali demiş ki:

–Tokmak, düşüncesizlikleriniz sebebiyle sizleri cezalandıracak. Masalların sonunda kırk katır mı istersin kırk satır mı, diye sorulduğunu bilirsiniz. Ben de size soruyorum… Ya içinizden birine kırk defa vuracak; bu onun ölümü demektir. Ya hepinize birer defa vuracak, bu da her birinizi belki sakat bırakacak. Ne yapalım karar verin!

Reis haykırdı:

Bana kırk sopa!.. Madem reisim, her şeyden mesulüm. Cezamı çekerken ölürsem belki Allah beni affeder.

Hepsi buna itiraz etmiş, hepimiz sopayı hak ettik demişler. Babayiğit öne çıkıp demiş ki:

–Kırk sopayı asıl ben hak ediyorum. Çünkü bu ismin verilmesine ben sebep oldum. Ben olmasaydım, sıradan gizli çalıp çırpan bir çete olacaktık.

Reis şiddetle itiraz etmiş:

–İşin başında olan asıl suçludur. Bunun üzerine yorum olamaz.

Ali’nin de gözleri yaşarmış ve demiş ki:

–Hepinize kırk bir kere maşallah! O kadar samimiyetle pişman oldunuz ki, bakın tokmak kayboldu. Demek ona ihtiyaç kalmamış…

Reis de ağlamaya başlamış ve demiş ki:

–Biz kimseyi öldürmedik, sadece çaldık. Ama kimlerden neler çaldık, bilmiyoruz. Bütün bunları nasıl telâfi edeceğiz. Ben ona yanıyorum.

Bir delikanlı elinde defterle ortaya çıkmış ve demiş ki:

–Bu zamana kadar çaldıklarımızın hepsini bu deftere yazmıştım. Çaldıklarımızın bir kısmı burada mağarada… Onları hemen geri verelim, harcadıklarımızı da hep birlikte çalışarak ödeyelim…

Herkes evet ödeyelim, deyince reis demiş ki:

–Bir vakıf kuralım… Pişman Kırklar Vakfı diyelim adına… Önce çaldıklarımızı ödeyelim, ondan sonra da bizim gibi yanlış yollara tevessül edenleri bulup kurtaralım…

Hepsi birbirine sarılmış ve reisin dediği gibi yapmaya karar vermişler. Kız saklandığı yerden çıkmış, babasına sarılmış ve elini öpmüş. Niçin geldiğini anlatmış. Reis böyle bir kızı ve ailesi olduğu için ağlaya ağlaya şükretmiş.

Ali evine dönmüş. Olanları, yokluğunda gözyaşları için oğlanlarını arayan anasına ve babasına anlatmış. Anlattıktan sonra da demiş ki:

–Ben reisin kızına âşık oldum. Onun da beni sevdiğini hissediyorum. Gidin kızı isteyin, kızın da gönlü varsa ve verirlerse şükrederim, vermezlerse kaderime razı olur, sabrederim.

Gitmişler… Onlar da kızlarına sorup müspet cevap alınca düğün hazırlıkları başlamış. Bunlar olurken padişah, olanları duymuş ve demiş ki:

–Pişman Kırklar Vakfı’na ilk yardım benden!.. Düğünlerini de ben yapacağım!.. Kırk gün kırk gece hem de!.. Çalsın davullar!..

Halk padişaha da, kız ve oğlan tarafına da, haramilikten dürüstlüğe geçenlere de, Pişman Kırklar Vakfı’nı kuranlara da kırk bir kere maşallah demiş… Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine… Gökten üç elma düşmüş… Birisi anlatanın, birisi dinleyenlerin, birisi de kırkın kadrini bilenlerin başına!..


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Kırk... - Sayı 121
Kırk gün bir ölüyü bekley... - Sayı 121
Sıradan bir filme bu alâk... - Sayı 121
Anonim eserlerin kıymeti... - Sayı 121
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (122):
Tarih boyunca izlediği politikalar, güncel meselelerde takındığı tavır çerçevesinde, doğu medeniyetinin aslî unsurlarından İran'a bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 sağlık dileklerimizle, hürmetle...... naci eroğlu

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu


Marksizm’in, her şeyin cevabını veremediği, “ilk insanı ve tabiatı kim yarattı” sorusuna “bunu ortaya atmakla tabiatı ve insanı yok farz etmiş oluyorsun. Bundan vazgeçersen, bu soruyu sormaktan da vazgeçersin” demesinden(diye karşılık vermesinden) anlaşılmaktadır. Ancak her şeyin cevabını verebilecek bir kriteryuma sahip olan “benim düzenimi kabul et, kurtulursun!” deme hakkına sahiptir.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Bizim olmayan gemide kaptan olmak
Malazgirtin aslanları
Anlam peşinde
Sıradan bir filme bu alâka niçin?
Çare


Ali Erdal - Anonim eserlerin kıy...
Ali Erdal - Sıradan bir filme bu...
Ali Erdal - Kırk gün bir ölüyü b...
Ali Erdal - Kırk
Necip Fazıl Kısakürek - Kıraat kitabı
Ekrem Yılmaz - Derinlik
Ekrem Yılmaz - Yapamıyorsan hayal e...
Ekrem Yılmaz - Kürtlerin PKK ile im...
Dergi Editörü - Çare
Site Editörü - Anlam peşinde
Necdet Uçak - Niye döktün gözyaşım...
Necdet Uçak - Olacak
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Malazgirtin aslanlar...
M. Nihat Malkoç - Anadolu Türk masalla...
Ayhan Aslan - Yamyam
Mehmet Balcı - Şimdi
Mehmet Balcı - Dönemem
Ahmet Çelebi - Gazzeli çocuğa
Halis Arlıoğlu - Parlamenter sistem v...
Halis Arlıoğlu - İçimde bir yara var
Murat Yaramaz - Artık yeter
Murat Yaramaz - Masal
Mevlüt Yavuz - Sanma ha!
Cemal Karsavan - Seni düşünürüm
Heybet Akdoğan - Gülsema
Emine Öztürk - Hapis
Zekeriya Yılmaz - Bıraktın
Mehmet Ali Metin - Doğu ve Batı’nın hik...
Yaşar Akyay - Bizim olmayan gemide...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14110878
 Bugün : 6378
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 620826
 Bugün : 98
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 220
 121. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim