İNAN ve KURTUL Ali Hasan Güner Sayı:
40 -
Bunca yıldır üzerinde en fazla tartışılan ve (Allah korusun) insanı küfre götürebilecek kavranılması en zor inancı sorsak, alacağımız cevaplar içinde en fazla yer tutanı “kader” olur. Sır idrakinden mahrum insan aklı ve köpekleşen nefs, her meselede alt edilebilse de iş kader inancı ve buna bağlı olarak cüz-î irade ile küllî iradeye gelince akıl ve nefs arsızlaşarak isyan bayrağını çekiyor ve küfre götürebiliyor... Kader inancı iki tarafı keskin bir bıçak... Bir sırat köprüsü... Üstad Necip Fazıl, “Mahlûkların neler yapacağını bilmekle onları fiillerine ve fiillerini kendilerine göre yaratmak arasında gayet ince bir münasebet vardır. Ve bu nokta üzerinde aklın tökezlememesi için daha fazla bir izaha gerek yoktur” diyerek bu inçe noktaya işaret eder. Küllî irade diye tabir edilen Yaratıcı’nın iradesi; elbet her şeyi kapsayıcı ve hiçbir boşluk bırakmayıcı nitelikte... Ancak yüce rahmet burada da kendini gösteriyor ve Allah, biz kullarına, diğer mahlûkattan farklı olarak kendi tercihlerimizi seçme iradesi veriyor: Cüz’î irade Buradaki hikmete dikkat etmeliyiz: Çüz’i irade bir rahmet olarak biz insanlara verilirken, aynı zamanda, Rabbimize karşı olan sorumluluğunHz Âdem yaratıldıktan sonra, meleklere, insana secde etmelerinin emredilmesindeki hikmet de işte burada... Melekler zaten yaradılışları gereği olarak Allah’a ibadet halinde, insan ise düşünerek ve anlayarak Allah’a ibadette... Kendi iradesiyle Allah’a kul olan insana karşı diğer yaratılanlar secde etmeyeceklerdi de ne yapacaklardı?.. Esasında buradaki secde, bir yaratılmışa, kula değil; onun şahsında, onu böyle bir irade ile Yaratan’a... İnsana secdeyi kibrine yediremeyen aslında Allah’a secdeyi reddetmiş olmuyor mu? Bu noktada kur benlik ve sabit akıl isyan ederek Allah’ın külli irade ile zaten her şeyi bildiğini ve bizlerin bu lineni yaşamaktan ibaret olarak dünyada bulunduğumuzu söyleyerek küfre yaklaşmakta. Bir an kuru akla kulak verelim ve savunmasını dinleyelim: Akla göre, yaratılan her şeyin fert fert ve toplu olarak bir kaderinin olduğu ve bu kaderi yaşamaya mahkûm bulundukları malûm. Hepimizin kaderi henüz ruhlarımız bedenlerimize üflenemeden ve hattâ ilk insan bile henüz yaratılmadan belli olduğuna göre, bize verilen cüz’i iradenin, keyfiyette hiçbir kıymeti kalmamakta (hâşa) ... Cüz’i irade; nihayetinde küllî iradenin bir parçası, mütemmim cüzü olduğuna göre bize de önceden çizilmiş hayatı yaşamaktan başka imkân bırakmamakta (hâşâ)... Bu sebeple bize verilen cüz’î irade ile zaten önceden Yaratıcı’nın küllî iradesi ile takdir ettiği kaderin dışına çıkmaya imkân olmamakta... Oysa sınırları belli olsa da, bu sınırlar içinde yaşama hakkını seçme özgürlüğümüz olduğunu unutmamak gerekir. İşte, cüz’î irade... Daha önceden belli olan bu sınırlar ise elbet bizim kapasitemiz ile ilgili olup, zaten yaratılışımız gereği hiçbir zaman ulaşamayacağımız bir derinlik ifade eder ki, aslında biz o sınırların bile olduğunu anlayamayız. İnsanın yapacağı tercihler ve yaşayacağı hayat, diyelim bir su damlasıysa, bizim için çizilen sınırlar ummandır. İşte küllî iradenin, cüz’î iradeye nispeti... “Ama asıl üstünlük kemiyette değil, keyfiyette... Bizim onu anlayamayacak olmamızda... Cüz’î iradeyi kısmen de olsa bu keyfiyet verilmiş bir mahlûk olarak anlasak bile, küllî iradeyi anlamamız mümkün değil. Onu ancak, o iradeleri ve her şeyin Yaratıcısı bilir. İşte itiraz, o seviyede olmak iddiasından dolayı insanı küfre götürüyor. Zira cüz’i irade, Küllî irade’yi anlayabileceğini söylüyorsa, O’nun (cc) seviyesinde olduğunu iddia ediyor demektir. Hz. Ebubekir’in (ra) buyurduğu gibi, “aczi idrak, asıl idraktir” (Ali ERDAL) Hayat bir gergef gibi işlenerek, ren renk, şekil şekil, motif motif bir olasılıklar cetveline dönüştürülmüş. Yapacağımız her hareketin, her dönüştürülmüş. Yapacağımız her hareketin, her tavrın bu olasılıklar cetveli üzerinde belki bizim sayı idrakimizi aşacak sonucu var. Biz bir (data) girdiğimizde, olasılıklar cetvelinde karşılığı olarak ortaya çıkan (işlem)i sonuç olarak çıkartıyor karşımıza... Olasılıklar cetveli, önceden takdir edilmiş olan (kader)se, ortaya çıkan (işlem) an be an zuhura gelen (kaza)’dır... Somut bir örnekle açıklamaya çalışalım; Bilgisayar oyunlarına birazcık merakı olan herkes zamanla bu oyunların bir olasılıklar hesaplaması sonucunda oynandığını anlayabilir. Hele bu bir strateji oyunuysa, bu olasılıklar hesaplanmasını görmek daha da kolay olur. Oyunda, yaptığımız bir hamle, düşündüğümüz bir plân, hemen oyunun bilgi havuzuna gönderilir ve bu hamleye karşılık gelen olasılık hesaplamalarına göre gelişmeler oyunumuza yansır. Halbuki bilgisayar programcılarına sorsanız yalnızca oyunların değil, bilgisayarla ilgili olarak her türlü programın bir olasılıklar cetveli ile kurulduğunu anlatacaklardır. Bilgisayara vereceğimiz bir komut, yapacağınız bir hamle gireceğimiz yeni bir data, daha önce programcılar tarafından formüle edilerek hesaplanan olasılıklar cetvelinden karşılığını bulur ve işlem yapılır. Bir bilgisayar oyununda, özellikle de ber strateji oyununda, oyunun bir bölümünü aklınıza gelecek her türlü alternatif hamleleri uygulayarak defalarca oynayın. Her seferinde hamleniz, programın bilgi havuzunda yapılacak hesaplamalar neticesinde, bir sonuç olarak oyunun olasılıklar cetvelinden karşılığını bulacaktır... Hamlenize karşılık gelen sonuç, programlanma aşamasında, programcılar tarafından oyunun bilgi havuzuna atılmıştı ve olasılıklar cetvelinde de yerini almıştı. Şimdi oyunun sonucu zaten en başından belliydi mi demeliyiz? Ona uygun hamleyi yaptık ki, o sonuç ortaya çıktı... Ya kendi irademizle başka bir hamle yapsaydık... Bir kul, böyle her seferinde tercihlere göre farklı bir oyun oynama imkânı veren bir icat yapabilmiş... İşte insanın farkı... Olasılık hesaplarına göre bilgisayar oyununu programlayan, Bizim oyun içinde nasıl bir hamle yapacağımızı bilemez. Bu hamleyi ne zaman yapacağımızı bilemez. Belki o hamle hiç yapılmayacak ve bu hamle ile ilgili programlama boşa gidecek... İşte onun da sınırı çizilmiş... Sanal bir “olasılıklar âlemi” meydana getirilmiş. Oyuncu için hem alan çiziliyor, yani onun iradesinin üstünde bir güç ile iradesine müdahale ediliyor, hem oyuncu kendi iradesini kullanabiliyor. Kul planında böyle bir şey mümkün olabiliyorsa, kendisi her işi kuşatanın bunu yapamaması ve kuluna seçme imkânı verememesi düşünülemez. Kulun tercihinin ne olacağını bilmemesi de düşünülemez. Cüz’î irademiz ile çeşitli ihtimaller içinden bir seçim yaparak yaşıyoruz. Ama yaptığımız bu seçim külli iradenin dışında olmuyor. Nasıl olabilir ki, bu ihtimalleri yaratan da Allah... Bu ince nokta, Abdulhakîm Arvasî Hz. nin matematik keskinliğindeki diyalektiği ile açıkça ortaya konmakta: “Allah seni yaratır da ne yapacağını bilmez mi?” Kâinatın efendisi ve Allah’ın Resulü, bir hadisi şerifinde “Kul kendisine isabet edecek olan şeyden kurtulmanın mümkün olmadığını ve başına gelmeyecek olan şeyinde ona isabet etme ihtimalinin bulunmadığını bilinceye kadar İman’ın hakikatine ulaşamaz:” Buyuruyorlar. İnanalım; bize lütfedilen cüz’i iradeyle her şeyi idrak edemeyeceğimizi anlayalım ve GERÇEK İRADE’ye teslim olup kurtulalım!
|