?lmemek Y?in Ali Erdal Sayı:
55 - Ocak / Mart 2007
"İndik de dünyaya karanlıklardan, Sıra sıra mezar, başka ne gördük?"
Bir yüce âlemden... Mücerretten, müşahhasa... Bilinmezlikler âleminden elle tutulur, gözle görülür; üşünür, lezzet alınır, acı duyulur; hasta olunur, keder ve sevinç yaşanır, ölünür mekâna... Bu dünya idrakiyle anlaşılamayacak güzelliklerle ve nimetlerle süslü bahçelerden, bu dünya bahçelerine... Asıl vatandan fanî âleme!..
İndik de, ne gördük?..
Hangi beldesi olursa olsun; girişinde gelenleri karşılayan mezarlıktır... Girişte karşılamazsa, çıkışta uğurlar... Bir nefeslik sürede doğan, büyüyen, ihtiyarlayan ve ölen; mikroskopla bile zor görülen mini minnacık canlılardan, üzerinde sayısız canlı cansız varlıklar, ülkeler ve milletler barınan koskoca kıtalara, galaksilere kadar herşey bir "son"la sınırlı... Ha bir 'an' yaşamışsın, ha binlerce yıl... 'An'lar film kareleri gibi... Ha sen bunlardan bir tanesine sahipsin, ha bin tanesine... Her mahlûkun ömrü, suya yazı yazmak bile değil, suya konmuş nokta; bir olsa ne, çok olsa ne?.. Geçip gidecek...
"Ecel geldi cihane, Baş ağrısı bahane!.."
Baki olan Allah!.. Sadece O!.. "Hüvelbaki"!
Bir gün insanlığın da, indirildiğimiz bu "bahçe"nin de, sonbaharı gelecek; yaşadığı binlerce, belki milyonlarca yıl, bir 'an' gibi olacak... Püf... Ha yaşanmış, ha yaşanmamış... Bir varmış, bir yokmuş...
Ne hazin!..
Bir 'an' yaşayıp sonra yok olmak!.. Ne acı!.. Haydi, cansızları anladık... Kendi yaşadığının bile şuurunda olmayan basit canlılar yok olacak diye de tasalanmayalım... En mükemmel canlı insan da mı, yok olup gidecek?.. Kendisinin ve etrafının farkında; hattâ yaratılışın ve Yaratıcı'nın idrakinde olan insan da mı?.. Anladık, etimiz kemiğimiz çürüyecek... Düşüncelerimiz, niyetlerimiz, hayallerimiz, umutlarımız, öfkelerimiz, nefretlerimiz, sevinçlerimiz, üzüntülerimiz de mi?.. Sevgilerimiz ve aşklarımız da mı?.. Ya "kavuşmak mahşere kaldı" feryatları da mı? İyiliklerimiz güme gidecek; zulümler, zalimlerin yanına kâr mı kalacak? Kendimizi ve nefsimizi bilmek, etrafımızı ve dışımızdakileri bilmek, yaşadığımızı ve öleceğimizi bilmek, yaratılışın ve Yaratıcı'nın idrakinde olmak şuurumuzda mı?.. Ve bu şuurumuza rağmen mi?..
Yok olmak için mi geldik? Zaten 'yok'tuk; yok olacak olduktan sonra hiç 'var' olmasaydık...
Yok olmak!.. Aman Allahım!.. Ne hazin, ne acı bir son!.. Ölmek değil, ölünce yok olmak hazin!.. Hiç yaşamamış gibi... Biz yok olmaya mahkûm maddeden mi ibaretiz?.. Çıldırmak işten değil!..
Bu dünya, bu üzerinde sayısız iyi insanın ve sayısız kötü insanın yaşamış bulunduğu dünya, güzellikler, harikalıklar bulunan dünya, kâinatta canlı yaşamaya müsait bu gezeğen, bu ölümlü dünya, bu fani dünya; bir şekilde mânâlandırılmayacak mı?.. Üzerine sinek konan gübreden farksız mı? İnsan da bu gübrenin üzerine kondurulmuş sinek mi? Üzerine basılıp öldürülen böcekler gibi, çöpe atılan pislikler gibi silinip gideceksek yazık bize...
Böyle hazin, böyle acı bir son için; düşüncesi bile insanı çıldırtmaya yetecek bir son için; yaşamak neye yarar? Yaptığımız iyi şeylerin mükâfaatı verilmeyecek ve kötülerin yaptıkları yanına kâr kalacaksa çekiver kuyruğunu dünyanın...
*
Bu dünya bir maksat için yaratılmış olmalıdır... Üstündekiler de... Geceleri kandil gibi asılı yıldızlar; geceyi aydınlatan ve hilâlden dolunaya, dolunaydan hilâle dönen ay; ısıtan ve aydınlatan, enerji ve hayat veren, yakan ve kavuran güneş, acıdan tatlıya her türlü gıdayı yan yana veren toprak ve engin denizler, yüce dağlar keza... Niçin yaratıldık, niçin yaşatılıyoruz ve niçin ölüyoruz? Bütün bunların cevabı olmalıdır... Bir maksat için yaratılmış ve dünyaya indirilmiş; mutlaka yüce olan o maksat için yaşatılıyor olmalıyız... İyilikleri mükâfaatlandırmamak, Yaratıcı'ya yakışır mı? Kötülükleri cezasız bırakmak hakeza?
Hayır, hayır!.. Toz gibi ufalanıp kaybolmayı, yok olmayı kabul edemem... Ölmeyen, yok olmayan, madde üstü bir şey olmalı bende!.. Yaşayışımızla, kendimize hazırladığımız akıbeti görmek için öldürülüyor olmalıyız. Sayısız canlı türlerinden biri olsun, evet biri olsun, gerçeği bilmeli değil mi? Saymaya ömrümüzün yetmeyeceği bu kadar türden biri olsun, evet biri olsun bilmeli... Hiç olmazsa bunları düşünen bilmeli?
Madem bunları düşünüyorum, cevabı da vardır... Madem düşündürülüyorum; cevabını da, düşünen bilemese de, düşündürenin vermemesi olmaz. Düşündürene, cevabını vermemek yakışmaz. Madem kâinatı yaratmıştır; beni de bunları düşünür olarak yaratmıştır; kendisini bir şekilde bildirmelidir kuluna... Benim anlayacağım elçisini göndermeli, ona dünyada nasıl yaşanacağını bildiren kitabını vermeli, neye inanmam ve nasıl yaşamam gerektiğini, öldükten sonra ne olacağımı, yaşadığım hayatın hesabını vereceksem neyle, niçin ve nasıl sorgulanacağımı ve ne muamele göreceğimi beyan etmelidir. Emrime tahsis ettiği dünyayı nasıl kullanacağımı bildirmelidir. O zaman yaşanmaya değer olur, indirildiğimiz dünya ve ancak o zaman her 'an'ın bir değeri olur. O zaman ölüm başta olmak üzere her şeyin bir yeri olur, her şey yerli yerine oturur... Bunlar bildirilmeli...
Anlıyorum ki, yaratılmışların en üstünü için "Gaye tek; Ölmemek"
İnanıyorum, anneme şefkatini lütfeden Allah'ım, annemi üzerime titreten Allah'ım, muhteşem kâinatın yanında, yaratılmış ve yaratılacak bunca mahlûk karşısında bir hiç olduğum halde bir türlü bunu kabullenemeyen beni, ve bu duygular içinde yarattığın beni yalnız ve çaresiz bırakmazsın...
"Garibe sensin vatan, Nur yurdunu aratan Sensin, sensin yaratan, Rahmeti analarda."
"Şah damarından yakınım!" demişsin... "Kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım; kim bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim" demişsin... "Ben, kulumun, bana zannı gibiyim " demişsin... Beni muhatap kabul etmişsin... Duayı, "Mü'minin miracı namazı" ihsan etmişsin... Sevincimden uçuyorum...
*
Şükür ki, bize kendi içimizden peygamberler gönderdi, kitaplar gönderdi; bu dünyanın, asıl yaşanacak âlemin, yani gerçek hayatın tarlası olduğu bildirdi. Hayatın bir gayesi olduğunu, yaşanmaya değdiğini bildirdi. Böylece dünya, bir mânâ kazandı... Artık ölürsem de gam değil...
Biliyorum ve anlıyorum, bir gün ölüm de ölecek... Şükürler olsun, şükürler olsun, şükürler olsun ölüm acı bir son değil, karanlık bir yok oluş, karanlıkta yok oluş değil...
"Ölüm güzel şey,budur perde ardından haber... Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?.."
Mezarlıklar korkunç yerler değil, tefekkür ocakları... Selviler, rüzgârı korku filimlerine efektine döndüren canavarlar değil, ince narin zikir kalemleridir:
"Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun! Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!" Ölüm, Sevgili'ye giden yolun kapısı... "Ölümden ne korkarsın; Korkma, ebedî varsın!" Âmenna ve saddakna... Eminim ki, "Bir daha ölmemek için ölünür!"
Ölümlü dünyaya indirildik ki, "Ölümü tadalım" ve ölümsüzlük, ne büyük nimetmiş idrak edelim...
|