Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     5497 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Sessiz Haberci
Ayşe Sena Ünsal

  Sayı: 61 - Temmuz / Eylül 2008

Eski bir hanın ortasındaki mozaik merdivenlerden ağır ağır iniyordum. Havaya hafif loş ve durgun bir ortam hakimdi. Üzerimde gül kurusu sade bir elbise ve aynı kumaştan yapılmış belde bir ceket vardı. Merdivenlerin bitiminde ayaklarımı birden sulara gömülü buldum. Eteklerim bile ıslanmıştı. Var gücümle bocaladım çıkmak için fakat nafileydi. Sanki gizli bir el izin vermiyordu. Korkulu gözlerle etrafa bakıyor ve yardım bekliyordum. Bunalımlı bir halde uğraşırken yüzünü göremediğim bir adam beni kucağına alıp; hızlı adımlarla merdivenlerden çıkardı.

Uyandığımda kan ter içinde kalmıştım. İçim ürperdi. Bu rüya sanki bir haber veriyor ve bana bir şeyler anlatmak istiyordu. Sanki yaşamış gibi gerçekti gördüklerim… Tir tir titriyordum yatağımda… Kalktım elimi yüzümü yıkadım ve mutfağa yöneldim. Niyetim çay demlemek ve kahvaltı sofrasını hazırlamaktı. Fakat düşüncelerim beni yalnız bırakmıyordu. Devamlı bir kurt beynimi içten içe kemiriyordu. Bu rüyanın anlamı ne olabilirdi? Bu güne kadar binlerce rüya görmüştüm. Bazı rüyaların gizli haberciler olduğunu biliyordum. Fizik ötesi âlem oldum olası beni heyecanlandırırdı. Acaba gördüğüm bu rüya sahih rüyalara mı yoksa şeytanî olanlarına mı aitti?

Demliğe çayı koyarken ellerim titremiş ve tezgâhı siyah benekler kaplamıştı. Elimdeki havlu bezle tezgâhı temizlerken dahi titriyordum. Ocağı yakıp çalışma odasına yöneldim. İstediğim rüya tabirleri kitabını karıştırmak ve bir açıklama bulmaktı. Artık alışkanlık haline gelen bu durum çevremi rahatsız etmeye başlamıştı. Hayatımı rüyalar idare ediyor gibiydi. Her sabah uyanır uyanmaz “İslâmî Rüya Tabirleri” kitabını elime alır; sembollerin gerçek anlamlarını araştırmaya başlardım. Aslında bilgili birisiydim. İnsan hayatının rüyalara emanet edilemeyecek kadar girift bir yapıda olduğunu bilirdim. Eski Diyanet İşleri Reisi Ömer Nasuhî Bilmen'in açıklamalarında şunları okumuştum:

“İbn-i Mace'nin Avf İbni Malik'ten rivayet ettiği bir hadisi şerife göre rüyaları üç kısma ayrılmaktadır: 1.İnsanları mahzun etmek için şeytan tarafından gösterilen bazı korkunç rüyalardır. Yüksek bir yerden düşmek, köpek tarafından ısırılmak, yılan gibi muzır canavarların hücumu gibi. Bunlar esassız ve asılsız şeylerdir. İnsan böyle bir rüya görünce (derhal) Cenabı Hakka sığınmalı ve bu kötü rüyayı başkalarına hikâye etmemelidir. 2.İnsanın özellikle uyanıkken ehemmiyetle meşgul olduğu şeylere ait gördüğü rüyalardır. Bunlarda birer kuruntu veya inhiraf-ı mizaç neticesi olduğundan esassız şeylerdir. 3.Nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzü olan rüyalardır. Bunlar tarafı ilâhîden birer beşaret veya korkutma maiyetinde olup, bunları bir kısım melekler ümmül kitaptan telâkki ederek uyuyanların ruhlarına ilham ederler. (Camiussağır Şerhleri) Birinci ve ikinci kısım dualar batıl rüyalardır. Üçüncü kısım rüyalar ise sadık rüyalar olup; doğru sözlü, temiz ve pak yürekli nezih ve itikatlı zatlara nasip olur.”

Rüyamın neyi ifade ettiğini düşündüm. Kitabı karıştırdığımda; denize veya göle yahut bir nehre girerek ıslandığını gören kimsenin büyük bir mirasa konacağının belirtildiğini gördüm. Tam gerçek mânâsı bu olmamalı diye düşündüm. Hem bana büyük bir miras bırakacak kim vardı ki?..

Öğleden sonra rüyamı bir komşuma anlattım. Ve bu hayatımın en büyük hatasıydı. Yapılan yorum çok acıydı:

–Eteklerinin ıslanması insanın bir yakınını kaybetmesiyle yorumlanır.

Keşke rüyamı hiç yorumlamasam ve hattâ asla düşünmeseydim. Çünkü sonradan öğrendim ki; kötü rüyalar yorumlanmazlarsa hiçbir şey ifade etmiyorlardı. Aradan aylar geçti. Hayat farklı meşgalelerle beni oyalıyor; zaman büyük bir hızla geçip gidiyordu. Değil geçmiş rüyaların tabirleri akşam yediğim yemeği düşünmeye vaktim kalmıyordu. Öyle hızlı yaşıyorduk ki hayatı, ne zaman hangi durakta duracağımız belli değildi. Bitmez tükenmez bir dünya telâşı kıskacı altına almıştı yaşamımızı. Bir tanem, göz bebeğim, nur yüzlü oğlum o yıl ilkokula başlayacaktı. Bir ay sonra kardeşim evlenecekti ve en kötüsü büyükannem ameliyat olacaktı.

Kısa zaman önce çıktığı tatilde rahatsızlığı artan büyükannem doktora gitmiş ve kanser teşhisi konmuştu. Çok zor günler yaşamıştık ailece. Bizi teselli eden yine büyükannem olmuştu. Ondan saklamışlardı başlangıçta bu durumu. Fakat o kaçın kurasıydı. Direk yüzümüze söylemişti konulan teşhisi. Velhasıl görmüş geçirmiş bir kadındı. Ailesinde bir çok kişiyi kanserden kaybettiği için belirtileri çok iyi biliyordu. Acılarımız yerini umuda terk etmişti. Büyükannem azimli, dirayetli, her şeyin üstesinden gelir bir yapıya sahipti. Bu kanser illetini mutlaka yenerdi. Çok anlamlı bakışları vardı. İnsanın yüreğine işleyen. Masum ve huzur veren bir yapıya sahipti. Hiçbir zaman evlatlarını üzmemiş ve her daim hastalıklarını üzüntülerini gizlemişti. Bundan yirmi yıl önce evde mide kanaması geçirmiş ve kimseye haber vermemişti. Yıllarca ülser olmuş, kudret narıyla hep kendisi iyileştirmişti yaralarını. Yıllar sonra gittiği bir doktor eski yaranın izini endoskopide görmüş ve nasıl iyileştirdiğini sormuştu. Onca hastalık ve sıkıntıya maruz kalan büyükannem bir gün bile şikâyet etmemiş ve duygu sömürüsü yapmamıştı. Oysa herkes öyle miydi? İnsanlar şükretmeyi unutmuşlar ve âdeta kanaatsizlik yarışına başlamışlardı.

Biricik büyükannem eski toprak dedikleri kadınlardandı. Yetmiş yıldır nelere göğüs germişti de bir tek kansere mi yenik düşecekti? Zaten doktoru da ameliyat olursa iyileşeceğini söylemiyor muydu. Böyle bir ameliyat ona vız gelirdi. Gülerek bakardı her zaman hayata. Ameliyat öncesinde teşhisler için hastaneye yatırmışlardı. O yattığı ilk gün bez ve çamaşır suyuyla odasında temizlik yapmış ve öyle yatmıştı. Tertemiz pırıl pırıldı kendisi. Hani o titiz denilen insanlardan. Onu ziyarete gidenlere meyve suyu ikram edip müthiş bir moralle karşılıyordu. Sanki mide kanseri değil de grip teşhisi konmuştu. Karşısında yatan bayan yara yüzünden yatarken bin bir of çekiyordu, büyükannem ise gülücükler saçıyordu. Kanser de ancak böyle bir moralle yenilirdi. Diğer odalardaki hastalar ve yakınları geldiğinde Onun bu haline o kadar şaşırıyorlardı ki görmeliydiniz. Neyiniz var diye soranlara hiç önemsemeden mide kanseri deyip geçiyordu. İğne batsa yaygarayı basan bizim ona hiç benzemediğimiz kesindi. Gözlerinin içi gülen de, cesaret gösteren de oydu. Anlatırdı devamlı:

–Ailemde herkes kanserden öldü. Ben de dua etmiştim kanserden öleyim diye. Kanserden ölen insan imanını kurtarırmış. Siz hiç üzülmeyin, ben çok güzel bir hayat yaşadım. Çok mutlu oldum. Belki gençliğimde çok sıkıntı çektim fakat ardından çok güzel bir ömür sürdüm. Rabbim beni ahir ömrümde böyle güzel evlerde oturttu. Çok huzurlu ve mutluyum. Çocuklarımın torunlarımın hepsi yanımda. Daha ne isteyeyim. Hem annem, babam, iki kardeşim, eşim, oğlum ve diğer akrabalarım. Tanıdıklarımın çoğu orada ve ben onları da çok özledim. Umarım Rabbim imanımı kurtarmamı nasip eder. Allah inşallah size de böyle uzun ve güzel bir ömür verir. Hakkınızı helal edin…

Hastaneden çıktıktan sonra gelen gideni hiç eksik olmadı. Evi hiç boş kalmadı. Teyzem çalışıyordu. Annem kardeşimin çeyizinin son hazırlıklarını yapıyordu. Kardeşi Hızır gibi yardımına koşuyordu. Temizliğine ve pasta börek hazırlamasına yardım ediyordu. O gitmese dahi büyükannem her zaman tertemizdi. Aniden de gidilse hep pastası böreği bulunur ikram ederdi. Gönlü genişti. Becerikliydi. Doktorların acil dinlenmesi lâzım dedikleri bu hasta haliyle temizliğini yapar, ikramını hazırlar ve şıkır şıkır giyinir misafirlerini beklerdi. Bizler dinlenmesi için misafir gelmesini istemezdik. O ise:

–Onlar benim için geliyorlar. Misafirlerime karışmayın hakkımı helâl etmem.

Derdi. Ne çok seveni varmış, o zaman anladık. Geleni gideni on beş gün içinde hiç bitmedi.

Nurlu bir yüzü vardı. Namazlarını hiç kaçırmaz abdestsiz adım atmazdı. Tebareke, Amme, Yasin gibi belirli sureleri akşamları okumayı vird edinmişti. Daha neler yapardı bilinmez. Samimiyetinin yanında gizemli bir dünyası vardı. Mânâlı gülüşü ardında neler neler gizlerdi. Yaşlı bir çınardı o. Asla yıkılmaz cinsten. Torununun düğünü için giyeceği kıyafetlerin birini elleriyle dikmiş, diğerini ise diktirmiş, sanki içine doğmuş gibi bana bir şey olursa diyerek düğünde takacağı bileklikle küpeleri bile almıştı. Çok düzenli bir insandı. Yaptığı her işi muntazam yapar ve asla vazgeçmezdi. Yıllar önce dikiş kursuna gittiğimde öğretmenime büyükannemin diktiği eteğin farklı rengini yapmak için gösterdiğimde inanmamıştı Onun dikişi kendi kendine öğrendiğine. En usta terziler bile bu kadarını bilemez. Ben dahi bu eteğin kalıbını çıkaramam demişti. Haklıydı. Büyükannem kendisine pardösü bile dikiyordu. Çok farklı bir kadındı o… Tam Osmanlı Kadını...

Düğün tarihi kararlaştırılmış, tüm plânlar yapılmıştı. Büyükannem ameliyatı ertelemek istiyordu. Fakat tehlikeli olur veya ilerlerse diye düğünden önce doktorun dediği tarihte ameliyat olmaya ikna ettik. Doktorun dediği kadarıyla ağır vakalarda bile kurtulma şansı büyükmüş. Gerektiğinde mide olduğu gibi alınır ve yemek borusu ve bağırsak birbirine bağlanırmış. Çevrenin söyledikleri ise çok farklıydı. Biz ileride keşke dememek için bu sözlere kulak tıkıyorduk. Onlarsa bıçak değerse tümörün hızla artacağını söylüyorlardı.

Bir yandan düğün telâşı, bir yandan oğlumu yazdırmak için verdiğim büyük çaba, diğer yandan ise oğlumun ilâcını alma uğraşımız beni iyice yormuştu. Çevrem de oldukça geniş olduğundan ayağımı uzatmaya dahi vaktim kalmıyordu.

Ameliyat günü geldi çattı. Biricik büyükannem yarın ameliyata girecekti. O yüzden bütün aile tüm çocuklar, torunlar, damatlar ve gelinler eksiksiz toplandık. Yedik, içtik, helâlleştik. Resimler çekildik. O hepimizi hüzünlü bakışlarla süzdü ve helâlleşti. Bol bol dua edin beni sakın merak etmeyin, dedi. Çok yormamak için erken kalktık. O da teyzemin ve yengemin kolunda arka odaya doğru gitti. Onu o mahzun hali gözümün önünden hiç gitmiyor. Her zaman bizi geçirdiği üzerimize (Ayetelkürsü) okuyup üflediği balkon bom boştu. Yüreğimiz ferahladı. Hani derler ya ölmeden önce insan son gördüklerine uzun uzadıya bakarmış. Bize bakmadığına göre iyileşecekti.

Büyükannem ertesi gün ameliyata girdi. Ameliyat sonrasında öğrendiler ki tümör en kötü huylusuymuş. Doktor annenizin çok az zamanı var demiş. İşte o anda annemin tansiyonu fırlamış ve onu da tedaviye almışlar. O gün bu gündür annem tansiyon hastası. Büyükannem ayıldığında sesini duymuşlar. İyi olduğunu fakat belinin ağrıdığını söylemiş. İşte tüm kötü günler ondan sonra başladı. Beyine giden bir pıhtı büyükannemi yoğun bakıma soktu. Hayat öyle acı ki… Biz hep iyileşeceğini umarken Ona bir şey yapamamanın verdiği acı çok büyüktü. Tek arzum vardı elini tutabilmek ve kulağına iyileşeceksin dayan diyebilmek. Ama olmadı.

Düğün acı içinde geçti gitti. Yüreğimdeki en büyük yara kıyafetimi büyükannemin görememesiydi. Onun en sevdiği renkte almıştım. Fakat düğünü görmek Ona nasip olmadı. Düğünü büyük bir üzüntüyle geçiştirdik. Hayatımız harap olmuştu. Oğlum okula başlamış, okuma çalışmaları falan derken günlerimiz daha da yoğunlaşmıştı.

Büyükannemin hayatımdaki yeri çok başkaydı. Hem büyükannem, hem sırdaşım, hem arkadaşım her şeyimdi. Nice hayatlara destek vermiş, nice yaşamları kurtarmıştı. Sabırlı ve hayat doluydu. Ne zaman başımız sıkışsa mutlaka bir çıkar yol bulur ve bize destek verirdi. Her şeye bir çözüm bulur, her şeyden anlardı.Oğlumun hayatını kurtarmıştı bir keresinde. Allah en zor anımızda Onu göndermiş, biricik yavrum Onun ellerinde hayata dönmüştü. Gözleri deniz mavisi, buğulu bakardı. İnanın gözlerinizin içine bakarken bambaşka dünyalarda bulurdunuz kendinizi. Tek isteği vardı. Çocukları mutlu ve huzurlu olsun. O yeterdi kendisine.

Daha önce de söylediğim gibi az çile çekmemişti gençliğinde. Ömrü boyunca koşturmuş ve dolu dizgin anı yaşamıştı. Bütün çocuklarını yetiştirmiş, gencecik yaşta eşini kaybetmiş, çocuklarını meslek sahibi etmiş evlendirmiş, bu da yetmemiş torunları bile elinden geçmişti. Tam bir Osmanlı kadınıydı. Sabırlı, azimli, yiğit, otoriter ve idealist… En büyük arzusu gençlerin okumasıydı. Kendisi çok başarılı olduğu halde okutmamışlar ve bu içinde kanayan bir yara olarak kalmıştı. Kimse evini öğrencilere kiraya vermek istemezken o evin yıpranmasını göze alarak sırf onlara yardım olsun diye daha uygun fiyata öğrencilere vermişti. Herkesin Hacı annesiydi. Büyük küçük herkesle anlaşır, sohbet ederdi.O dünya durdukça yaşayacak olan birisiydi. Kalpler onun gibilerini yaşatmak için varolacaktı.

Gördüğüm rüyalar olanca hızıyla devam ediyordu. Artık bunalmıştım. Her baktığım rüya tabiri aileden birinin öleceğini gösteriyordu. Her sabah dünyam tekrar tekrar başıma yıkılıyordu. Çocukluğumdan beri büyükannemi rüyalarımda ölmüş görürdüm. Annem ise devamlı ömür verilirmiş yavrum derdi. İçim ferahlardı. O olmazsa yaşayamam gibi gelirdi. Gerçekten de onca hastalıklar koca çınarı sarsamamıştı. İri gözleri buğulansa da yüzü hep gülerdi. Eylül ayı başlarında bir rüya daha gördüm. Büyükannem bir hastanede yer yatağında yatıyordu. Üzerinde yeşilli kahveli pazen elbise, başında namaz örtüsü; bütün akraba ve dostları çevresinde onu hastaneden çıkarıyorlardı. Ben de hastanedeydim. Bir türlü çoraplarımı bulamıyor ve koşturuyordum. Elim ayağıma dolaşmıştı. Büyük bir kalabalık hastaneden büyükannemi alıp çıktılar. Yine rüyamda yengem sesleniyordu. “büyükanneni kaybettik!...” son kelime bütün tizliğiyle yankılanıyordu. Uyandığımda yine kitaba baktım. “Hastane görmek iyi değildir. Hastaneye giren kişinin şehit olacağına delâlet eder. Hasta olan birinin hastaneden çıkması onun ölümü demektir.” Beynim kaynıyordu. Tüm dünyam başıma yıkılmıştı. O anda kitabı attım. Bütün tabirler yanlış çıkıyordu. Artık bakmayacağıma ve böyle şeylere inanmayacağıma yemin ettim. Hem hastaneden her geçen gün daha güzel haberler gelmekteydi. Çok yakında eve özel hasta yatağı alacaklar ve büyükannemi eve çıkaracaklardı. Varsın konuşmasındı. Onun orada durması bile yeterdi. Yatağı camın önüne koyacaktık. Ve yardım etmesi için bir hasta bakıcı tutacaktık. Artık büyükannemi o hastaneden bu hastaneye koşturamayacaklardı. Kadıncağız son günlerini ailesiyle, evlâtlarıyla gönül rahatlığı içerisinde geçirsin istiyorduk. Devamlı yanında olacak, ellerini tutacak, gözlerinin içine bakacak ve sevgimizle Onu iyileştirecektik. Kalabalıktık. Her gün yanında birimiz kalır ona bakardık. O bizim nelerimize katlanmıştı. Biz de evlâtlık vazifesini yaparak kendimizi rahatlatmak istiyorduk. Biliyorduk ki büyükannem orada yattığı her dakikada eziyet çekecekti. Bizi üzdüğünü düşünecek ve hep sıkıntı içinde yaşayacaktı. Çok emin konuşuyorum; çünkü hep “2 gün yatak, 3. gün toprak derdi”. Eğer biz baksak O evlâtlarına hep yük olduğunu düşünür ve üzülürdü. Fakat geride kalanların ruhu huzur bulurdu. Yüzünü görememek, elini tutamamak, gözlerine bakamamak başka bir şeydi. Hasta olduğunu biliyorsunuz fakat hiçbir şey yapamıyorsunuz. Çok büyük ve tarifi imkânsız bir acı… Bunu ancak yaşayanlar anlardı.

Aradan iki gün daha geçti. İçimiz umut dolu yaşamaya devam ediyorduk. Akşam yemeği için mantı makarnalardan dolduruyordum. Beni alıp annemlere götürmek istediler. Israrla gündüz gördüğümü ve gitmesem daha iyi olacağını, oğlumun ödevleri olduğunu söylüyordum. Ama ısrarla çay içmeye gidelim dediler. Kıramadım. Sanki basiretim bağlanmış gibiydi. Aptallaşmıştım iyice hiçbir şey anlamıyordum. Acı gerçekle annemlerin eve vardığımda karşılaştım. Kötü haber yüzüme bir tokat gibi inmişti. Ardına kadar açık kapıyı görünce hayatım kaydı ama nafile. Ölenle ölünmüyordu. Biricik büyükannem o hastane odasında tek başına hayata gözlerini yummuş ve bize bir damla su verebilme imkânı bile tanınmamıştı. Ulu çınar bu sefer rüzgâra yenik düşmüştü.

Ameliyat sırasında iç organlarının gerçek yaşı 52 çıkmıştı. Genç ve zindeydi. Ama ecel Onun yakasını bırakmamıştı. Daha sonra öğrendik ki ameliyata giderken tüm komşularına:

–Ben düğünüme gidiyorum, sakın üzülmeyin.

Demiş. Ölümünden sonra evin farklı yerlerinde bir gül kokusu duyuldu. Buna bir çok kimse şahit olmuştu. Zaten üç aylar gibi mübarek günlerde ve hastanede ölmesi umarım şehit olmasını sağlamıştır. Artık bize söylenecek tek söz kalmıştı.

“Büyükannem gülerek ölüme gitti…”


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Yüreğimiz kan ağlıyor!... - Sayı 73
Eğitimde çıkış noktası... - Sayı 72
ESMA’ÜL HÜSNA İLMİ ... - Sayı 66
ESKİ BİR FOTOĞRAF KARESİ... - Sayı 65
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


ACI-YORUM nedir?
Bugün toplumumuzda, özellikle düşünce alanında aksayan yönler ve anlamsızlıklar var.
ACIYORUM, bu aksaklıkları ve anlamsızlıkları, sadece fikirle en can alıcı yerinden, en vurucu sözlerle, yanlışlıkların mantıksızlıklarını yakalamayı usul bilerek, en doğru yargıları, hiç itiraza yer vermeyecek şekilde ifade etmeyi ve daha sonra düzeltmeyi yapacak olanlar için fikri çözüm yolları açmak düşüncesinin ifadeye dökülmüş şeklidir.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14593237
 Bugün : 3778
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631095
 Bugün : 741
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim