Yazmak veya... Ekrem Yılmaz Sayı:
64 - Nisan / Haziran 2009
Madem yazıyorum, kelimeler dize gelmeliydi...
Madem yazıyorum, en güzelleri, güzellikleri, güzel olanı kaleme almak isterdim, isterim.
Neyse o yazı? Şiir mi, nesir mi, hitabe mi, hikâye, tarih, hatıra mı? İşte her ne ise; o...
Bu nasıl mümkün olurdu?
Yazı yazmak mümkün de, bu arzunun gerçekliği mümkün değil işte...
Niye?
Şimdiye kadar ne tefsirler, hadis külliyatları, mektubatlar, ilmihaller, menkıbeler, kıssalar, şiirler ve bunun gibi ne şaheserler kaleme alındı. Kim, nerede, ne boşluk bıraktı ki, onu doldurmaya kalkacağım.
Fıkh-ı Ekber'in, Kimyayı Saadet'in, Mektubat-ı Rabbani'nin, mevlitlerin, naatların, kasidelerin, ilahilerin, çilelerin ardından bu garibe ne kalır? Hem hangi bilgi, birikim, hayal, muhakeme, yorum ve tespit gücüyle? Şah eserler geçmişimizi öyle doldurmuş ki maşallah... Ve de elhamdülillah... Bunlara mı yetişecek dilin, yüreğin, kalemin be hey şaşkın? Sen de kim oluyorsun? Bu meydanı boş mu sanırsın ki, at oynatmaya yeltenesin?
Üstad Necip Fazıl'dan başlayalım, Şeyh Galib'e varalım, Halid-i Bağdadi'ye uğrayalım, İmam-ı Rabbani'yi bulalım, Fuzuli'de eriyelim, Yunus'ta erelim murada, Gavs-ı Azam'ı analım, Şah-ı Nakşibendî'yi görelim, Gazali'yi bilelim, İmam-ı Azam'a uyalım, Caferi Sadık'ta yolu bulalım, Güzide Ashab ile aydınlanalım... Sonra O'na ne sıfat bulalım? Hayır... Bundan acizim. Onu övenler övmüşler: Çöle bütün zaman ve mekâna- İnen Nur'u... Ve Hadis deryaları...
En nihayetinde; Kur'an-ı Azimüşşan... Yani Ayetler... Onlar Allah'ın meramının ifadeleri.. Onların tefsirleri ve mealleri yazılmıştır. Aksi olarak hiçbir zaman bir ayetten bahisle “mânâsı” şudur denmez. Meali şudur, denir. Zira manası dendiğinde tam Allah'ın muradını keşfetmek, hatta keşfetmekten de öte Allah'ın muradının o olduğunu bilmek gerekir ki, muhal gibi bir şeydir. Nerede kalır tercümesi lafı? Onun için ayetler tefsir edilir, onların mealleri verilir. İşte bu Kitabı kim anlayabilir tam olarak? Onun muradına uygun olarak? Ve onu kim anlatabilir değil, kim övebilir hakkıyla?
Kimse!..
O ancak tenzih edilir! Hem de Onun öğrettiği kelimeler ile: Subhanallah... Elhamdülillah... Övgü ancak Ona... Onu da ancak O, yani kendisi övebilir layıkıyla...
Sonra bir şeyler yazmaya kalkmak ha! Kendinden, kendiliğinden yazmak öyle mi? Bu ne cüret böyle! Hangi cesaretle ve neyi yazacaksın?
Yazmak... Evet, yazmak mutlaka cüret işi... Kendinden önceki bütün eserleri ve sahiplerini değerlendirince ve düşününce, tabi yazmak cüret ister. Yazmak icazet işidir. Yani izinli ve müsaadeli olmak gerek bu işe.. İcazeti olmadan yapılmayacak, yapılamayacak olan bir kalkışma...
Fakat diyebiliriz ki kendimize: Canım sen de onların sahalarına girmeyiver!
Mümkün mü?
Belki... Ama nasıl?
Belki; hiç onlar gibi olmaya kalkışmadan, bu iddiayı dava edinmeden, küçüklüğünü ve hattâ hiçliğini peşinen kabullenerek: O dünyanın en küçük zerresi olmanın bir kıpırdanışı mesabesinde bir “nokta” koymayı deneyerek.. “Söz uçar yazı kalır” diyerek.. O güzelleri, güzellikleri yazıya geçirerek... Bir sonraki nesle aktarmak adına...
Yani, faniliğimizin en yaramaz olmayan anındaki, en yarayışlı nefesin ürünü olarak bir “noktacık” koymaya kalkışmak.. Yazı olmasaydı güzellikler bize nasıl ulaşırdı diyerekten, doğru ve iyiyi bir sonrakine kendimizden bir kir, eksiklik, sevimsizlik katmadan, bulaştırmadan ulaştırmak arzusu.. Bizim yazmaklığımız...
Belki...
Belki bu ve benzeri gerekçeler bize bir şeyler mırıldanma izni verebilir.
İcazetli yazma ise bambaşka: İcazetli yazan adam “Üstad” olur. Biliyor muydunuz? Üstad'a Efendisi Abdülhakim Arvasi Hazretleri:
Sen yaz evladım!
Demişlerdir. Ve olan ortada: O kadar orijinal eser ve üslup...
Ve olan işte ortada: “Bir saatte bir kahve köşesinde, sevenlerinin gözü önünde bir dergi muhtevasını dolduran adam” doğuyor. Bir saatte bir fikir, siyaset dergisini dolduracak muhtevayı kaleme almak ne demek? Hem de basılmak üzere postaya vermek şartıyla? Bu keramet değil de nedir?
Yazmak işte bu... Böyle adam yazı yazar!
Ya biz?! Tarladaki çer-çöp, işe yaramaz tiken... Öyle...
Onun için o nadide çiçeklerin, bitkilerin hayran bırakan manzaraları, görüntüleri, kokuları ve sesleri ne imişler anlaşılsın diye tikene, çer-çöpe, haşereye herhalde lüzum var. Tiken esas nebat olmamakla birlikte lanetli de değildir hani... Bunun gibi... Belki...
Belki o zaman nakilci olarak iyilik ve güzelliklere hayran bir ruh haleti içinde, sanatın içine dalarak... Orijinal bir anlatımla şiir... Bir fikir çakıntısı... Bir vecd anı... Şiirimsi bir deneme mırıldanabilir, kaleme alabiliriz.
Belki...
Yazı bugünü yarına taşıyıcı bir vasıta, kültürü oluşturan ve oluşan kültürü yarına taşıyan halka olunca, söz uçup yazı kaldığı için, onların sözlerini unutturmamak için...
|