Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     5694 kez okundu.     8 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

YARIN Y?YN
Ali Erdal

  Sayı: 67 - Temmuz / Eylül 2009

Bir tavuk yumurtlar, yedi mahalle duyar; asil kısrak ahırda cins bir tay doğurur kimsenin haberi olmaz... Şamatayla gelenin ömrü, kısa süre sonra bir "çıt"la sona erer... En iyi akıbet, bir yiğide veya mübarek zata bir öğün yemek olmak... Cılk olup çöpü de boylayabilir... Sessizce dünyaya gelen ve öyle yetişen küheylânsa hisseden, ağlayan, rüya gören bir varlık olur. Gün gelir şanı yedi düvele yayılır... Masallara, hikâyelere, destanlara, efsanelere, menkıbelere, şiirlere, türkülere, ninnilere, atasözlerine, resimlere, fotoğraflara girer... Ölümünden sonra bile namı devam eder... Köroğlu'nun Kırat'ı gibi ölümsüzlük yakıştırılır. Şamata ile gelen, bir isim alamadan yok olup giderken, sessizce gelen; yiğitle beraber anılır. Ayak izi bile değer kazanır; İnsanlığın Ufku'nun (sav) övgüsüne mazhar olur.

Şamatayla, şirretlikle, hayâsızlıkla, arsızlıkla bedenlerini vitrinleyen "sanatçı"larla (!); aile nüfuzu, loca desteği ve yalakalıkla ödüllere konanların, övgülere boğulanların; kopartılan yaygaralara bakıp cemiyete yön verdikleri sanılır... Oysa tesirleri bakımından kısa ömürlü sineklere benzeyen bu "şişme şöhret"ler, cılk yumurta misali etrafı kısa bir süre rahatsız ederler o kadar...

Cemiyetin küheylânı şairdir... Cemiyete ruh üfleyen ve yön veren, cemiyeti şekillendiren mütevazı fikir ve his kahramanları... Masaldaki, sihirli flütüyle farelerden köyü kurtaran kahraman gibi, esrarlı kafa ve kalp ürünleriyle millet hamurunu yoğururlar ve milleti yeni bir istikamete çevirirler. Öncesi ile sonrası farklı olur. Cemiyeti rengine boyayıp gider... Yakından hakikati anlaşılamayan, ancak uzaktan temaşa ile haşmetine ve zarafetine hayran olunan minare gibi zamanla, şair öncesi ile şair sonrası farkı görülür... Ve bir gün Molla Kasımlar dâhil herkes yörüngesine girer ve tesiri milletin tamamını sarar. Şair, cemiyetin bütün hücrelerine nüfuz eden, içli ve sihirli bir rüzgârdır... Amel defteri kapanmayan bir rüzgâr... Varsın cemiyeti, siyasî seyislerin nizamladığı sanılsın...

"Şair, bir cemiyet için başlı başına bir inkılâptır. Şairden önceki toplulukla, şairden sonraki topluluk arasında bir fark vardır. O sanki araya giren garip ve esrarlı bir unsurdur" (Sezai Karakoç)

Şair, cemiyetin bütün verimlerini ve cevherini gösteren ve semerelendiren, milletine yeni bir anlayış ve hüviyet kazandıran, geleceğinden haber veren ve geleceğine ışık tutan bir rehber ve kılavuzdur. Yumurta ve tavuk misali, milletin şairi olur ve şair topluluğu millet yapar.

"Evet, şiir hakkında 'cemiyetin rüyasını ayrı bir rüya üslubuyla anlatan bir tâbirnâme' diyebilirsiniz. Bir tâbirnâme ki, o da ayrı bir rüya gibi ayrıca tâbire muhtaç... Cemiyet, iç ve gizli hayatiyle uyur; ve rüyasını şair görür ve sayıklamalarını şair zapteder. Böylece şairde, ister memuriyetinden haberi olsun, ister olmasın, cemiyetinin gelecek günlere doğru felâket ve saadetlerini besteleyen ve daima gaibi istintak eden üstün bir (medyum) seciyesi beliriyor; ve şair, Allah'ın kendisine bahşettiği nurla, cemiyetinin gerilere ve ilerilere doğru mânâsını temsil edebildiği nisbette mertebeleniyor." (Necip Fazıl, Poetika).

Eğer Kürtçe'nin bir Yunus'u olsaydı... Yolu, "açıl susam açıl!" açılırdı. Hattâ Köroğlu'su, Karacaoğlan'ı olsaydı... TBMM'inde inadına Kürtçe konuşmak, kurslar açmak, yaranmak için Kürtçe birkaç kelime söylemek gülünç şamata... Bir şeyler yaptığını sanma komedisi...

Yunus, tek bir cümleyle bile Türkçe'yi övmedi... Ama eserleri ile Türkçe'nin ayağa kalkıp üç kıtaya yayılmasında bir numara oldu... Aynı yolun, her alandaki yolcuları ile Orta Asya'dan Balkanlar'a, Kırım'dan Orta Doğu'ya geniş coğrafyada muhteşem bir halı dokundu... Bu muhteşem halının merkezindeki desen, şaire ait...

Türkçe'nin (farkında olmaksızın) unutulmağa mahkûm edildiği bir çağda, iç ve gizli hayatıyla uyuyan milletin rüyasını şair gördü, cemiyetin neye ihtiyacı olduğunu şair sezdi ve gelecek günlere doğru milletinin saadetini şair besteledi, Allah'ın kendisine bahşettiği nurla, cemiyetin ilerilere doğru mânâsını şair temsil etti.

O çağa birkaç örnekle bir göz atalım:

Gazneliler'e kadar hayatımızın her sahasında Türkçe hâkimdi. Daha doğrusu Türkçe o günkü şartlarda kifayet ediyordu. Birden bire karşılaşılıveren Arapça ve Farsça güneşleri karşısında sönük kaldı. Âşık Paşa'nın ifadesiyle kamuda ileri gelenler, devlet erkânı, zabıt tutanlar, kalem erbabı Türk dilinin yüzüne bakmaz oldu:

 "Kamu dilde vâr idi zabt-ı usûl

Bunlara düşmüş idi cümle ukul

Türk diline kimesne bakmaz idi"

İki güneş karşısında kafaları karışan, kalemleri kamaşan, dilleri tutulan ne yapacağını şaşıran, şaşırdığının bile tam şuuruna varmadan şaşıran aydınlar, ana dilleri ile eser verip onu geliştirmek kahramanlığı yerine, kolaycılığa yenik düştüler ve o iki muhteşem dilin yörüngesine giriverdiler. Arapça bir eseri Türkçe'ye tercüme eden Devletoğlu Yusuf, Türkçe'ye tercüme bir eser kazandırmış; bunun için kınanacağından endişe ediyor:

"Dinle imdi Türkî bir manzum Kitab

İtdiğümçün siz bana itmen itâb"

Tercümeden bile utanılıyor, nerede kaldı telif eser...

Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa, Germiyanoğlu sınırları içinde yaşamış mesnevî şairi... Acı bir Türkçe tasviri yapıyor... Kötü, fena, yavan, lezzetsiz, özsüz ve aslı faslı yok, ne yana ve yöne çekileceği belirsiz:

"Göbüt dildür bu dili irdedüm çok,

Sovukdur tadı yokdur tuzu yokdur.

Yavndur lezzeti vü özi yokdur.

Belürmez aslı faslı yöni yösi"

Sarıca Kemâl, Selâtinnâme'sinde, Türkçe gayet sert olduğu için, onunla eser vermek isteyen, maksadını ifade edemez ve hacil duruma düşer diyor:

"Bu Türkî dil begaayet sert dildür

Söz ehli iş bi dilden key hacildür."

Süheyl ü Nevbahar isimli eseri Farsça'dan çeviren Mesud bin Ahmed, Türkçe'nin geniş olmadığından yakınır... Eseri bitirene kadar yarı teni erimiştir:

"Bu arada özrüm hemin nenkdürür

Ki Türk'ün dili gen değil tenkdürür

Bu bir nice beyti düzünce benüm

Hacâletten eridi yaru tenüm"

Mevlâna Farsça eser vermek mecburiyetinden dolayı Türk olduğunu belirtmek ihtiyacını duyuyor. Karamanoğlu Mehmet Bey Türkçe konuşmayı emretmek mecburiyetinde kalıyor.

Uzun lâfın kısası durum vahimdir. Dilimizin geleceği karanlıktır. Ölüm-kalım noktasındadır. Basit konuşma dili olarak kalabilse bile asla eser verilecek seviyeye yükselemeyecektir.

"Cedlerimiz İslâm'ı kabul edip kâinat çapında bir tefekkür ve tahassüs hazinesini yüklendikleri an, takdir ettiler ki, kumanda seslerinden ibaret tek ve kısa heceli âhenksiz, sadece yalçın madde plânına bağlı, mücerret mefhumdan yana sıfır derecesinde bir dille ne insan, ne cemiyet, ne de devlet teşkil edilebilir." (Necip Fazıl)

Karahanlılar'dan sonra şartların tabiî sonucu Gazneliler ve Selçuklular'da saraydan uzaklaştırılan ve kalemden mahrum edilen Türkçe, her sahada daha gelişmiş olan Osmanlı'da haydi haydi kullanılamazdı ve Türkçe eser, hayal dahi edilemezdi. Hızla aydınları sarıveren gidişata göre görünen köy buydu, olması muhtemel tabiî sonuç buydu... Ama ne olduysa oldu, Osmanlı Devleti sarayına Türkçe yerleşti. Türkçe dışında resmî dil ihtiyacı duyulmadı. Türkçe ile dalları bastı kiraz eserler verildi...

Ne olmuştu da Türkçe'nin bahtı açılmıştı? Araya hangi esrarlı el girmişti? Bugün minareye uzaktan bakınca onu tanıyoruz: Şu "Bizim Yunus!"...

"Ben Yunus-ı bîçareyim,

Aşk elinden avareyim,

Baştan ayağa yareyim,

Gel gör beni aşk neyledi..."

Ve ondan öncesi ile sonrasının farkını görüyoruz... Gazneli ve Selçuklu devlet erkânının ve ilim, fikir, sanat erbabının akılla, ilimle, tedbirle ve selim akılla yapamadığını o şiirleri ile başarmıştır. Kimsenin göze alamadığını yapmış; sessiz, sakin ve aşkla, yarım asırdan fazla Türkçe şiirler söylemişti. Anadilinizle nasıl eser vermezsiniz, dil eserle gelişir, zenginleşir diye kimseye sitem etmeden... Sessizce bir çığır açtı... Hani çok güzel saz çalanlara, "sazı konuşturdu" derle ya; Yunus da Türkçe'yi konuşturdu ve bir badireden geçirdi. ‘Türkçe virtiyözü)nün açtığı çığırdan ne cevherler ortaya çıktı. Böylece Türkçe işlek hale geldi; başka dili düşündürmeyecek seviyeye yükseldi.

Türkçe'nin gelişmesine Yunus'un vesile kılınması bir ihsan, bir mükâfattır. O da akıma uysaydı, akıntıya kapılsaydı, akıntıya karşı durmasaydı ne olurdu halimiz? Bugün geçen yedi asra rağmen ve dilimizin uğradığı ve uğratıldığı değişikliklere, hattâ dilimizi yıkmaya matuf ihanetlere rağmen eserleri ayakta, eserleri ile hayatta...

"Yunus öldü diye selâ verirler;

Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez!"

Yedi yüz yıldır, ölümden mezara hayatımızın her safhasında... Her toplantımızda, düğünümüzde, derneğimizde, cemiyetimizde, bayramımızda, ölümümüzde:

"Her gün yeni doğarız,

Bizden kim usanası!"

Daha o gün söylemiş:

"Miskin Yunus'un sözleri

Efgan eder bülbülleri

Dost bahçesinin gülleri

Koka geldi koka gider"

Demek ne yaptığının şuurunda:

"Yunus bu sözleri çatar

Sanki balı yağa katar

Halka matahların satar

Yükü gevherdir tuz değil"

Bir millet için gerçek şairi olmak, ne büyük bir nimet...

ABD'nin kurulduğu 200 yılı geçti... Dünyada pek çok kişi orada yaşama hayalinde... "Dünya jandarması" olduğu (hafif bir istihza ile de olsa) kabul ediliyor... Bir yerlerde külâh kapmak isteyenleri ayağına getirtip 'icazet' verebiliyor... İstediğini suçlu sayıyor, istediğini güçlü yapıyor Ekonomik değerler parasıyla ölçülüyor... Dünyanın her yerinde organizasyonlar, komplolar, ihtilâller yapabiliyor; seçimleri etkiliyor. Filmleriyle hayatına ve sahte kahramanlarına özendiriyor... Fakat... Osmanlı Devleti'nin (yıkıldıktan sonra bile) gördüğü hürmeti göremiyor ve güven vermiyor. Dünyanın gözünde, bir süre katlanılması gereken şımarık mahalle çetesi o kadar... Bir süre sonra silinip gidecek şişme mafya...

Yahudi, "dünya hâkimi" olmak için her türlü plânı, kimseye aldırmadan uyguluyor... ABD'yi kolluk kuvveti ve tehdit unsuru olarak kullanıyor... Ajanlarıyla, para ve medyayla dünyayı güdüyor... Buna rağmen İsrail'de bile Siyonizm'e gönülden inanan bir halk yok... "Vaat edilmiş topraklar", İsrail'i dışından ve içinden idare eden ırkçı çetenin hırsı... Çünkü biri kuruluşunu, diğeri davasını şiirleştiremedi. Rüyasını gören ve gördüğü rüyaya inandıran şairleri olmadı... Zalim ve kötü şair olabilir, kâfir şair olabilir; ama zulmün şiiri yazılamazdı; yazılamadı...

Acaba Yunus'u devrinde kaç kişi anladı? Şiirlerini zararlı sanan Molla Kasım, "Bizim Yunus"un üç bin şiirlik divanını, vefatından sonra ele geçirir... Okumadan bin sayfasını yırtıp denize attıktan, bin sayfasını yırtıp havaya savurduktan sonra her nasılsa bir tanesini okumak kalbine düşer:

"Derviş Yunus bu sözi eğri büğrü söyleme!

Seni sigaya çeker bir Molla Kasım gelür..."

Takkesi başından fırlayan Molla Kasım, kalan 1000 şiiri zapteder. Derler ki kalanların insanlar içinde okunduğu gibi, heba edilenler de denizde ve havada okunurmuş...

Demek ki (yarın), (bugün)ün içinde gizli imiş. Bugünün Türk şiirini bilen gönül rahatlığı ile yarını kimin nizamlayacağını bilir ve şuurla;

"Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!"

Gün doğmuş gün batmış, ebed bizimdir!"

Diyebilir...


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : Ali ERDAL    05.08.2009
Yorum : Faruk, yazıyı ön plana çıkararak dersi, dersi ön plana çıkararak yazıyı değerlendiren yorumuna mest oldum. Bu sebeple hemen cevap vermek istememe rağmen, yazacaklarımın klavyeye hücum edip hiç birinin yazı haline gelememesi sebebiyle gecikti. Çok teşekkür ederim. Duana amin... Hasretle...




Ekleyen : faruk akty    31.07.2009
Yorum : Hocam,Sizi derste dinler gibi yazınızı okudum.İnsan iletişimi hem kafa hemde gönül zenginliği ister.Biri olmadan diğerinin etkinliği yoktur. İnsanlar;Önce şeytanın tedrisatından geçtikleri için doğru yolu bulması zaman alıyor.Olayları öncelikle şeytandan aldıkları feyz doğrultusunda şeytanca yorumluyor.Ancak imanları galip geldiğinde doğruyu anlıyorlar.Buda iletişimde kopukluklara,insanların birbirini anlamamalarına neden oluyor.Rabbim bizi şeytanın ve ona uyan nefsimizin şerrinden korusun.




Ekleyen : ?zg?r    30.07.2009
Yorum : muhterem hocam yaz(a)masak da okumaya devam ediyoruz elbette. gönülDAŞ halDAŞ düşünDAŞ olunca mekan da zaman da HİÇleşiyor elbette.. Daha dün son noktasını koymuş gibi bir yazının, bir sohbetin bir solukla devam ediveriyor insan.. hayır duanıza arz ve selametle..




Ekleyen : Ali ERDAL    29.07.2009
Yorum : Özgür!.. Yorumların içinde “Özgür” ismini görünce, “Bu bizim Özgür mü, o olsa!” diye düşündüm. Sonra 3 yerde aynı ismi görünce emin oldum ve çok sevindim. Üsluptan belli zaten… Emine Hanım’ın (AKYOL) dediği gibi “profesyonel yorum” kendini belli ediyor. Ne kadar memnun olduğumu senin (tahmin etmen değil) bilmen zor olmasa gerek. Ne büyük bir hasret içindeymişim ve onun nasıl bir zorlukla bastırıyormuşum meğer… Türkçe’nin, dolayısıyla bu dille eser vermenin ehemmiyeti yorumlardan da belli oluyor. Mehmet Fatih’in dediği gibi “Yunus Emre bu kadar kıymetli bir iş yapmış”… Senin ve Ekrem işaret ettiğin gibi, Yunus bizim bugün de “TÜRK-CE” düşünmemize, yazmamıza, yorumlamamıza ve bir hayat yaşamamıza vesile oluyor. Ve Türkçe üzerinde onun sayesinde düşünüyoruz… Madem düşünüyoruz, öyleyse varız ve yarınımız da iyi olacak… Yorumları okuyunca ümidim arttı… Allah, sizlerden razı olsun... ali




Ekleyen : mehmed fatih    28.07.2009
Yorum : sayın hocam.rabbim fikir sıhhatinizi daim eylesin.Yunus Emre rha.bu kadar kıymetli bir iş yapmış bu milletin dimağının perçinleşmesinin merkezi olmuş haberimiz yok.bu övgü değil size ve sizin gibilere bizlerin ihtiyacı var ve sizin gibilerin kıymetide bilinir inş.işlerinizde ve tüm hizmetlerinizde yolunuz açık olsun Rabbim daim eylesin.




Ekleyen : EMYNE AKYOL    28.07.2009
Yorum : Hocam elinize, yüreğinize sağlık... Yazınız ve yazınıza yapılan yorumlar o kadar profesyonel ki, ne söylesem sanki biraz amatör kalacak. Ama şairin ve şiirin milletlerin kültüründeki önemini yeniden keşfetmemizi sağlayan, eğitici-öğretici bir yazı olduğunu ve bu eğitim görevini yerine getirirken ,üslubunuzun okuyucuya farklı lezzetler verdiğini söyleyebilirim... Saygılarımla Emine




Ekleyen : ?zg?r    25.07.2009
Yorum : Allah ondan ve sizden razı olsun hocam. Ne güzel ifade etmişsiniz. Akademik ve doyurucu ama sıkmadan bir çırpıda okunuyor. - Dünya'da en geniş coğrafyaya yayılmış ve idare etmiş milletimizin ana karakteri ırki benzerliklerden çok konuştuğu dilden oluşuyor. Dil ile insan karakteri arasında iki yönlü etkileşim var. Milli karakter dille oluştuğu gibi o karakter aynı zamanda dili de oluşturuyor. Milli karakteri oluşturan diğer unsurlar da sonuçta bu etkileşimde dili karakter üzerinden etkiliyor. 1- Milliyetin yani Türklüğün tanimi bazilarınca siklikla savunulduğunun aksine salt irk kan gibi bilim dişi bağlarla degil dilde dinde kültürde aramak gerek .. yani türkçe konusan türkçe düsünen Türkçe ve TurkCE yasayan ve türküm diyen herkes türktür . 2- Dil bir beynin işletim sistemidir. Nasil düsünecegimizi hangi mantik ilişkilerini kullanacagımizi nelerin daha onemli nelerin daha onemsiz olduğu ve bununla birlikte KİM olduğunuzu belirler cunku insan kavramlarla dusunur dil de dusunebileceginizin ve bunun biciminin sınırlarını cizer coğu zaman dil de dusunme biciminizi yonlendiren en temel araçtır. Tıpkı bilgisayarın isletim sistemi gibi .. Türkçeyi linuxa benzetebilirsiniz bu yuzden.. türkçede soyut kelimeler sıfatlar cok azdır olanlar da cogunca farscadan arapcadan gecmistir. Buna karsilik Türkçede iş oluş hareket eylem bildiren kelimeler çok fazla olup yeni kelimeler turetmekte derdinizi anlatmak da sondan eklemeli olması sebebiyle cok pratiktir. ingilizcede 35 kelimeyle ifade edeceğiniz bir kavramı türkçede bir tek kelimeyle ifade edebilirsiniz onlarca ek kullanarak ... Türkçe hareketlidir civa gibidir eylemdir ..pratiktir ..işlektir. Türk milletinin karakteristigini en guzel ifade eden de türkçenin bu özellikleridir. Buradaki en temel soru sudur: dil mi bir milletin karakterini etkiler ? Yoksa bir milletin karakteri mi dilin yapısını teşkil eder? Tavuk yumurta misali ... sanırım her ikisi de birbirini etkiler o yuzden Türk demek: Türkçe demektir. TürkCE düsünmek demektir.. Milletin karakterinin dili etkilemesine en temel örnek milli karakterin en başat,unsurlarından olan dinin ve kültürün etkisinde görüyoruz. Karahanlı döneminden sonra İslam ile tanışan Türk milletinin karakterine tesir eden ve onu dönüştüren yükselten bu değişiklik Türk diline de bu yönüyle tesir ediyor. Cümlelerin uzamaya soyutlaşmaya ve kısa ama karmaşık cümle yapısına evrilme başladığını eksik kavramların ya türetildiğini ya da ithal edildiğini görüyoruz. - Türkçe'nin kısa ama karmaşık cümle yapısıyla ilgili yabancı bir dilbilimci de görüşünü şu şekilde ifade etmiş: http://groups.yahoo.com/group/Turkish-FL/message/314 - şiir de sonsuzluk ve soyut fikirlerin milli karaktere dahil olmasıyla kendini buluyor. önceki dönemde destan ve kahramanlık öykülerinden ibaret çünkü..




Ekleyen : ekrem yylmaz    19.07.2009
Yorum : Hocam, şiiri yeni anlamaya, idrak etmeye başlayan biri olarak olarak yazınızdan çok istifade ettim. Akedemik ve didaktik bir yazı.. Tabii edebi... Bu yazınızla Yunusu şimdiye kadar anlamadığım, anlayamadığım şekilde tanıdım. İdrek ettim. Hiç mübalağa etmiyorum: Yunusun Türkçeyi badireden atlatan, Türkçeyi konuşturan bir şair olarak hiç farkına varmamıştım. Yunusa kadar Türkçe kifayetsiz bir dil olarak görülüyormuş; bu dille eser verilemez, meram anlatılamaz diye kabul ediliyormuş, kalem erbabı tarafından. Yunus sayesinde bu kanı yıkılmıış: Türkçe şiir, edebiyat ve ilim dili haline gelmiş. Yunusa ne kadar teşekkür etsek azdır. Şair, bir millete Allah'ın bir lutfuymuş; Yunus bize Allah'ın bir lütfuymuş.. Bugün için yarını anlamak adına şairi keşfetmek lazım ki, o da Necip Fazıldan başkası değil.. Yarını anlamak isteyen onun şiirine bakacak.. Ayrıca Üstad Necip Fazıl Türke tefekkür kapısını açan adam, zira ondan önce Türkün içinden bir Gazali, bir İmamı Rabbani çıkmamış.Üstad beklenen mütefekkir.. Bugün o ve eserleri var: Eserlerinin her biri "adeta bir içtihat"... Bilhassa İdeolocya Örgüsü ve İman ve İslam atlası eserlleri... Başlı başına bir derya ve şerhler muhtaç. Bunu yapacak nesiller inşaallah sayesinde yetişecek ve üzerine düşeni yapacaklar. Onun açtığı kapıdan yeni mütefekkirler akın edecek Türk'ün içinden; yarının rüyası görülecek ve yaşanacak, yaşanmaya değer hayat... Sizden ve Üstadımdan Allah razı olsun.. Onun mekanı cennet olsun, Fatihalar ona olsun... Size Allah ömürler versin ve başımızdan eksik etmesin, muvaffak eylesin.. ekrem yılmaz





 
Hem şahin, hem güvercin-2... - Sayı 120
Hem şahin, hem güvercin-1... - Sayı 120
Ademe mahkûmiyetten ibare... - Sayı 120
Deniz kabarıyor... - Sayı 119
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (121):
Türk masal ve destanları...

Son Eklenen Yorumlardan
 sağlık dileklerimizle, hürmetle...... naci eroğlu

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu


“Yeni Dünya Düzeni” diye bir şey attılar ortaya… Ondan sonra ne ses çıktı, ne soluk… “Yeni Dünya Düzeni” dedikleri, boşluğun sessizliğini dinlemek gibi bir şey mi acaba?..
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Kardelenden haberler
Ayağa kalk Sakarya
İslâm’ı yenilemek
Hem şahin, hem güvercin-1
Bir çiçek


Ali Erdal - Ademe mahkûmiyetten ...
Ali Erdal - Hem şahin, hem güver...
Ali Erdal - Hem şahin, hem güver...
Kadir Bayrak - Hesaplaşma zamanı
Necip Fazıl Kısakürek - İslâm’ı yenilemek
Necip Fazıl Kısakürek - Benim halim
Bedran Yoldaş - Nice sahipsiz yüzler...
Ekrem Yılmaz - RÖPORTAJ - ŞEYMA KIS...
Ekrem Yılmaz - Üstad ile
Ekrem Yılmaz - Sessiz geliş
Ekrem Yılmaz - Dağların ardı
Fatma Pekşen - Pehlivan dayının elm...
Ahmet Mahir Pekşen - Şiirimde Necip Fazıl...
Dergi Editörü - Ektik ektik yetişece...
Site Editörü - Zor zamanların cesur...
Necdet Uçak - Torunuma
Necdet Uçak - Gel temiz tut
Necdet Uçak - Necip Fazıl Kısaküre...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Gazzeli kelebekler
M. Nihat Malkoç - KELİME HARCIYLA SÖZ ...
Zaimoğlu - Birinin yerini doldu...
Zaimoğlu - Üstad Necip Fazıl et...
Zaimoğlu - Seni bilsinler
Ayhan Aslan - Maya
Ayhan Aslan - Erzak
Mehmet Balcı - Deli Ozan
Mehmet Balcı - Artist Efendi
Av. Mustafa Büyükgüner - Necip Fazıl’ı anlatm...
Muhsin Hamdi Alkış - Ne Fa Ka, bedenini a...
Halis Arlıoğlu - Gabar’da petrol mü ç...
Muzaffer Doğan - Büyük Doğu, Necip Fa...
Murat Yaramaz - Kuzgun
Murat Yaramaz - Cephe
Murat Yaramaz - Öyle mi
Mahmut Topbaşlı - Gerçeğin özü
Melih Aydoğ - İdrak
Muammer Zeki Aygur - -dan
İlkay Coşkun - Ayağa kalk Sakarya
Tuba Kanlıkama - Asr-ı Saadet’in hanı...
Özkan Aydoğan - Bir çiçek
Heybet Akdoğan - Lina
Emine Öztürk - Kuşlar
Mustafa Makas - Üstad
Hüma Sunguroğlu - Mesut teselli
Abdullah Doğulu - İcazetsizler ve cemi...
Bekir Oğuzbaşaran - Abdülhakîm Arvâsî (k...
Kâzım Albayrak - Necip Fazıl’ın hadis...
Murat Ertaş - Bir artist karakter,...
Ahmet Sezgin - Kaldırımlar, Çile, S...
Bülent Acun - 40 maddede bendeki Ü...
Zekeriya Yılmaz - Türkçe çağlayan ırma...
İlyas Subaşı - İfade ve hızını düşm...
Orhan Oyanık - Yüreğime sor
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13912619
 Bugün : 1855
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 616853
 Bugün : 176
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 55
 120. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 7
Son Güncelleme: 29 Mayıs 2024
Künye | Abonelik | İletişim