"OLMAK" veya "?LMEK"... Ali Erdal Sayı:
61 - Ekim / Aralık 2009
"Kuvvet mahcuptur!"... (Şekspir) böyle diyor.
Kuvvetli, efelenmek varken ve bu imkâna sahipken mahcubiyetle baş mı eğmeli? Hele bu günün reklâm ve imaj, tüketim ve rekabet, para ve hırs, tören ve tantana dünyasında... Herkesin güçlü görünmek telâşında olduğu şu dünyada?..
Ne demekmiş mahcup olmak... Burnunu havaya dikip şöyle yürüdün mü yerler sarsılmalı... Afişler, ışıklar, sayfalar, ekranlar senin ne olduğunu gözlere ve kulaklara sokmalı... Dağa taşa yazılmalı adın... Şapkan göklere değmeli, elbisen yerleri süpürmeli... "En büyük" olduğunu, "seninle gurur duyulduğunu" haykırmalı hayranların (daha doğrusu seninle olmak işlerine gelenler)... Şanın dünya âleme ilân edilmeli... Önünde ve arkanda, emirlerini anında yerine getirmeye amade adamlarını ve kontrolünde sayısız imkân olduğunu herkes görmeli... Haykırdın mı yer yerinden oynamalı!.. Vurdun mu karşına dikilmek cüretini göstereni sinek gibi ezebileceğini göstermemelisin...
(Şekspir), kuvvetin disiplin altına nasıl alınacağını, hattâ kuvvetin kendisinin gönüllü disipline gireceğini bilmeyen dünyanın düşünen adamı... Yani bu sözü aşan bir şey söylemesi mümkün değil. Ama sömürünün hak, menfaatin esas olduğu, o bakımdan kuvvetlinin hep kendini ispat zorunda kaldığı bir dünyadan takdire değer bir tespit... Ve mahzun bir temenni... O ümitsiz bir şekilde temenni ededursun, Hz. Ali (ra) yüksekliğin nasıl kazanılacağını haber veriyor: "Yükseklik istedim, alçakgönüllülükte buldum"... Nasıl kazanılacağını haber vermekle yetinmiyor, "buldum" diyor. Herkes istediğini söyleyebilir ama buldum diyemez. Doğru iman ve fikir sistemine dayanan ancak, işte böyle "buldum" diyebilir. Çünkü O, ışığını iki dünya saadetinin kefili esaslardan alıyor... "Kibirle büyüklük birleşemez" (hadis) buyuran, kibirlilerin akıbetini "Köleleri ve adamlarıyla büyüklük taslayanı, Allah küçültür" (hadis) diyerek haber veren iman ve fikir sistemine dayanan bulur. Ve ona uygun hayatın nasıl olacağını yaşayarak gösterir. Ancak o sistem, kuvveti ve her şeyi disiplin altına alacak bir hayatı hâkim kılabilir...
Kâinatın Efendisi (sav) buyuruyor: "Nefsiyle kibir ve azamet satan, edası ve yürüyüşüyle azamet saçan, ilâhî gazaba karşıdır". İlâhî gazabın karşısında kim durabilir? Kendisine emanet edilen kuvveti, mahcubiyetle hakka göre kullanmak yerine aptalca böbürlenmeyi seçenlerin vay haline... Bırakın kibri, kendini şöyle olduğundan fazla vakarlı gösteren bile rüsvay olacaktır. Yine Hz. Ali'den öğrenelim: "Lüzumundan fazla vakarlı görünmek istersen, kendini istihzalara duçar edersin". Alay konusu olan zavallı bilmiyor ki, "kibir bele bağlanan taş gibidir; onunla ne yüzülür ne uçulur" (Hacı Bayram Veli).
Kibirli bir süre yükseldiğini sanır, tanınan mühlet bitince burnu sürter. Fert için de böyle, toplumlar için de...
TOPLUM KİBRİ: IRKÇILIK
Kuyunun minarelik taslaması gibi "güneş batmayan imparatorluk" diye böbürleniyordu İngilizler... "Güneş batmayan sömürge" oldukları, yani dünyanın her yerini sömürdükleri halde... Fırsatları ustaca değerlendirip girdiği ülkelerin aydınlarını 'kraliçenin sadık tebaası' olmaya özendirdiler. Bu maymunlar sayesinde o ülkelerin zenginliklerini adalarına taşıdılar. İnsanda bu hırs olduktan sonra insan bile satılabilir; Avrupalı'nın böyle bir hakkı vardır zaten... Ama sömürülenlerin ahı yerde kalmadı, maymunlarını kendi insanıyla karşı karşıya bırakıp çekilmek zorunda kaldı... Çekilirken de mecbur kalmamış da atıfette bulunup istikâllerini vermiş görünmeyi becerdi... Ve güneş doğmayan adacığına hapsoldu... Asil İngiliz karizması çizildi, "Büyük Britanya İmparatorluğu" balonu söndü. Sömürdüğü ülkelerle, onlara bir paye verir gibi kurduğu "İngiliz milletleri" komedisi bitti. Bırakın İngiliz milletlerini, adasında bile bir avuç kaldı İngiliz... Sömürdüklerinin torunları mülteci olarak adaya dolmakta yavaş yavaş... Zulmettiği dünyanın hor gördüğü insanları, lütuf verir gibi kabul ettirdiği İngilizce ile ona beddua ediyor.
Alman... Diğerleri bin beterken, en beter ırkçının oyunu ile ırkçılıkta günah keçisi haline getirildi. Ona paratoner ve onun propagandasına malzeme oldu... Avrupa'nın ortasında lider olması mümkünken, dünyanın asil hâkimi olma hırsıyla başına belâyı kendi sardı. Hızlı yayılmanın ardından daha hızlı düşüş... Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu.
Fars; İslâm'ı ancak, "sen sensin, ben de benim" kibriyle esaslarını incitecek yorumlarla ve diğer milletlerden ayrı müesseseler kurarak, yani âdeta pazarlıkla kabul etti. Böylece kendini mübalâğanın bâriz örneğini verdi... Hakikati en iyi o anladığını eninde sonunda dünya görecek ve kabul edecekti... Ve dünyaya devrim ihraç edecekti... Bizden önce müslüman olduğu halde, bir arpa boyu yol gidemedi. Teslim olmak yerine kendine göre yorumladı, kendi başına kaldı. Öyle ki, Fars deyince kimden bahsedildiği anlaşılamıyor. Bırakın dünyayı rengine boyamayı, kendi ülkesinde azınlık haline geldi... İslâm dünyasının bu "ayrı bayram"ının yorumları, artık kendileri tarafından bile, çeşitli vesilelerle "reform" adı altında hesaba çekiliyor. Şimdi nükleer bombalarını önüne koyup nerede hata yaptık diye düşünme zamanı...
Moğollar, disiplinden mahrum kuvvetin nasıl bir felâket olduğunu gözler önüne serdi. Kasırga gibi, bir korku devi halinde yakıp yıktı, mühleti dolunca kabuğuna çekilip kayboldu.
Kâinatın Efendisi (sav) ve eşi bulunmaz kadrosu (sahabî)... Zemzem, Kâbe, Arafat, Mekke, Medine, say, tavaf, hac gibi eşi bulunmaz şerefler... Kelimelerin, kalemlerin aciz kaldığı değerler, yücelikler, şerefler... Bir millet bunları kazandıktan, o şereflere zemin olduktan ve o yüce dinin yayılmasını sağladıktan sonra nasıl başka bir değer arar? Kuyumcunun tenekeyle süslenip caka satması gibi bir gülünçlüğe, ırkçılığa nasıl meyleder? Hali ortada... Onun şahsında halimiz ortada... Sen cemiyet meydanına sayesinde çıktığın, sayesinde en yüksek şerefi kazandığın imanın reddettiği halde ırkçılık yap; olacağı budur... Amerikan zulmüne imkân sağlayan, Yahudi zulmüne çanak tutan ırkçı kadrolar, yüceltme hırsıyla kendilerini de milletini de ve İslâm dünyasını da yaktı. Irkçılığın bir toplumu nereden nereye düşürdüğüne bundan acı örnek mi olur?..
Zulümle, kurnazlıkla, parayla, zaafları istismarla, ahlâksızlığı körüklemekle ve toplulukların içinden satın alınan hainlerle, kalıcı bir hâkimiyet kurulabilir mi? Devlet iddiasında dünya çapında bir zenginler organizasyonu ve devlet terörü ile nereye kadar?.. Zulümle abad olunur mu? "Vaat edilmiş ülke" safsatası ve diğer insanların "goyim" (efendi olarak yaratılmış millete hizmetle yükümlü insan türü) olduğu kibri ile Ortadoğu'ya (ve dünyaya) kanla hâkim olma oyunları bir yerde ters tepmeyecek mi?..
Akıbetini Hadis haber veriyor: "Müslümanlar, Yahudileri öldürmedikçe (tamamını kırıp mahvetmedikçe) kıyamet kopmaz. Hattâ bir Yahudi taş yahut ağaç arkasına saklansa, taş veya ağaç (dile gelerek): "Müslüman, şu arkamdaki Yahudi'dir, gel onu öldür" der. Yalnız Garkad denilen (Beyt-i Makdis'de ma'ruf dikenli ağaç) müstesna (ki o arkasına saklananı haber vermeyecektir) Çünkü o şecere-i Yahudi'dir." Bugünkü ceza, gerçek mânâda bir devlet bile olamamak... Yani en çok istediğini gerçekleştirememek... Bütün dünyanın kendine ait olduğu vehmi ile dünyanın her yerinde vatansız yaşamak... Vatan yapmak istediği yerde diken üstünde, ürkek ve tedirgin yaşamak... Ve dünyanın nefret ve düşmanlığını çekmek...
Göktürk kitabelerinde "Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş" deniyor; Oğuz Kağan Destanı'nda da "Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim." deniyor.
İşe bakın... Her nefs tanrı, her topluluk dünyanın hâkimi olma derdinde... Öyleyse mühim olan, bu istek değil; ne adına buna talip olunduğu ve ne adına dünyaya nizam vermek istendiği olmalıdır... Nefs adına mı, köpeklerin kemik kavgası gibi kuru bir cihangirlik kavgası mı; yüce bir dava uğruna mı? Gaye yüceltecek veya düşürecek...
MÜKÂFAAT ve VEBAL
Türkler Müslüman olur olmaz, hızlı bir yükselişle yeni girdiği dünyanın lideri oldu. Gazneli, Karahanlı ve Selçuklu basamaklarını çıkıp "Devlet-i Âli" tahtına oturdu. İslâm öncesi dünya kağanı olmak emeli, eşi ender görülür millî bir mutabakat halinde "Allah adını yüceltme" ideali oldu:
"Maksadımız Allah'ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir" (Osman Gazi).
"Din-i İslâm'ın mücerred gayretidür gayretim" (Fatih Sultan Mehmet)
"Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş;
Bir veliye bende olmak cümleden alâ imiş!.." (Yavuz Sultan Selim)
"Saltanat dedikleri ancak cihân kavgasıdır,
Olmaya baht u saâdet dünyada vahdet gibi" (Kanunî Sultan Süleyman)
Bırakın fethettiği yerlerdeki toplulukları, aralarına aldıklarını bile eritmeye, Türkleştirmeye çalışmadı. Müslüman olmaya zorlamadı. Devletlerindeki kurucu ve teşkilâtlandırıcı olmak, en azından esas unsur olmak hakkını bile talep etmedi. Tek gaye, Allah adının yüceltilmesi... Azınlıklarla bile iyi geçindi. Dün Müslümanlar'ın şemsiyesi idi, bugün de Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya'dan hicret eden Müslümanlar'ın sığınağı... Bırakın kendi dilini ve kültürünü zorla kabul ettirme fanatikliğini, Arapça ve Farsça başta olmak üzere başka dillerden kelime ve kavram almaktan tutun, kendisinin dışındaki milletlerin mutfağından yemek almaya kadar kültür alışverişinden çekinmedi. Azınlıklar ceplerini şişirir, imkânlarını ve güçlerini arttırırken o her seferde asıl unsur olarak en önce ve en önde yer aldı; her fedakârlık gerektiğinde öne atılıp can vermenin kendisine düştüğü şuurunu hiç kaybetmedi ve en çok şehit veren millet oldu. Yani görünüşe göre suya düşmüş kerpicin eriyip toprak olması için her şart mevcut...
Ama öyle olmadı... Hz. Ali'nin (kv) ifade ettiği hikmet gerçekleşti. Büyüklenenler eridi, o, geniş bir coğrafyada nüfusunu ve nüfuzunu korudu. Yüce devleti yıkıldığı halde hem de... Asya'nın ortalarından Balkanlar'a; Sibirya'dan Ortadoğu içlerine kadar... Amerika, Almanya, Fransa başta olmak üzere pek çok ülkede Türk mevcut ve bunlar kültürlerinin değerinin farkında.
Dünyanın paylaşılamayan en hareketli coğrafyasında, onlarca devlete ve sınıra rağmen dili, birinci değilse ikinci anlaşma vasıtası. Az bir gayret, İstanbul Türkçesini Türk dünyasının, hattâ İslâm dünyasının dili yapabilir... İngiliz milletleri gururu başlamadan bitti ama "Türkçe konuşan ülkeler" hayatın gerçeği ve gücü... Bütün eritme ve bozma gayretlerine rağmen edebiyatı, dünyada ilk sıralarda.
Değil dünya piyasalarına hâkim kılmaya çalışmak, kendi ülkesinde bile her sahada yabancıyı tercih eden zihniyete rağmen parası, Türkiye dışında bile rağbet görüyor... Az bir gayret Lira'yı, dünyanın kalbi bölgede para birimi yapabilir.
Üç kıtaya hâkim dünya devleti yıkılmasına rağmen, soğuk ve sıcak bölgeler arasında; yedi iklime sahip, kıtalar arasında köprü, altında madenler üstünde bereketli topraklar, üç tarafı deniz, yedi iklim yaşanan, dağı taşı deresi ırmağı Allah Allah diyen, peygamberler, sahabeler ve evliyalar yatağı bir vatan verdi Allah! Amerika'nın son Ortadoğu macerası gösterdi ki, bölgede Türkiye kilit mevkiindedir. Sadece Ortadoğu'da değil, Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar'da Türkiyesiz hareket mümkün değil.
Mazideki şan ve şereften değil bugün bir realite olandan tezimizi ifade edecek kadar bir nebze bahsediyoruz. Müslüman olmadan önceki kısa ömürlü devletlere rağmen, müslüman olur olmaz ömürleri uzayan devletlerimizden Gazneli, Karahanlı ve Selçuklu basamaklarından ve insanlık tarihinin Asr-ı Saadet'ten sonraki en büyük adalet ve insanlık medeniyetinden ve o zamanlardaki genişlikten söz etmiyoruz. Bugün her şeye rağmen yaşayan bir şan ve şereften, ihtişam ve heybetten bahsediyoruz...
Bir Batılı, "Dünyada kendi tarihini yazarken, Türk'ten bahsetmeyecek millet yoktur" diyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu'na Balkanlar'daki Sancak'ta bir kadın canlı yayında söyledi: "Şimdiye kadar neredeydiniz? Biz rüyalarımızı bile Türkçe görüyoruz!". "Bir İngiliz devlet adamı şöyle diyor: 'Mısırlıları Türk olmadıklarına ikna etmemiz bir yılımızı aldı'." (Prof. Dr. İskender Öksüz; Star, 06.09.2009).
Övünüyor muyum? Hayır... Öyle olsa, ihtişam rengi ve şehitlik remzi bayrak ve üzerindeki ay-yıldızın mânâsından, aslan derisinden yapılan aslan gibi kükreyen kösleri olan mehteranı olan devletten, zaferlerden başlayıp neler söylenebileceğini herkes bilir. Ne övüyorum, ne övünüyorum... Hattâ söylenecek çok şey var ama kuvvet mahcup olduğu için söyleyemiyorum. Milletime (ve onunla beraber olması gereken milletlere) olmak ve ölmek dönemecinde, vebalini hatırlatıyorum. Bu kadar şan, şeref, ihtişam ve kudret verildikten sonra bunun bir vebali de olmalıdır. Üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi, bu vebal; "İslâm'ın önce Türkiye'de bozularak her yerde bozulduğu ve ancak Türkiye'de düzelirse her yerde düzeleceği hakikatidir."
"OLMAK" bunu idrake bağlı...
|