Makine Necip Fazıl Kısakürek Sayı:
63 - Ocak / Mart 2009
Makine, ruhun emrinde mi, saadet!.. Ruh mu makinenin emrinde, felâket!..
Makine, keyfiyet değil, kemiyet harikasıdır; ve bütün işi, tek ve düz bir çizgi veya bu çizgilerden birçoğu, fakat hiçbir noktada karar ve düşünce hakkı olmayan tek ve düz çizgiler üzerinde, maddî ve basit bir hareket kombinezonundan ibarettir.
Hayvanlar içinde en hissizinin herhangi değişik bir hareketini veya insanlar arasında en aptalının meselâ tırnağını keserken gösterdiği, yerine göre hareket kabiliyetini hiçbir makine gösteremez. Sahibinin yani ruhun verdiği herhangi yanlış emre itiraz edebilecek bir makine ise ne düşünülebilir, ne de hayale sığdırılabilir…
Demek ki, makine, nebat zekâsından bile mahrum ve ancak insan ruhunun fizik hassaları arası kombinezonlarından vücuda getirdiği öyle bir kemiyet ejderhası ki, keyfiyette bir solucandan daha geri…
Makineye, olanca mahiyet ve hüviyetini tespit edici böyle bir gözle bakmadıkça ve sadece araziye uymak fikri bakımından paletleri üzerinde kendisini çekip götüren bir tankı, aynı hareketin hilkatten sahibi bir solucandan keyfiyette çok aşağı görmedikçe onun tasallutundan kurtulabilmek imkânı yoktur.
Fakat kara sabanı traktöre ve öküzü motora tercih ettirecek son derece ahmak bir anlayışa saptırılması mümkün olan bu mâna, öyle bir hudut içinde zaptedilmelidir ki, ifrat ve tefritinden gelecek belâlardan sakınabilmek mümkün olsun… Yani, makineyi ihmalden doğacak felâketin, onun azizleştirmekten gelecek musibetten eksik olmadığı bilinsin…
Her şey, makineyi, ruh emrinde susta durucu bir inanış müeyyide ve nizamına bağlıdır; ve makineyi bütün tekemmülleri içinde emrine alabilecek biricik inanış müeyyidesi ve nizamın adı İslâm’dır.
İdeal, eşya ve hadiseler üzerinde kendi nakşını görmek isteyin bir fikrin belirttiği hasret, iştiyak, hayal ve plândır; ve eğer ideolocya bir beyin ise ideal de kalptir.
Küçük ve miskin fikre dayanan hiçbir arzu, heves, merak ve davranış ideal olamaz. Bir şeyin ideal olabilmesi için mutlaka cemiyet plânında ulvî bir oluş ve erişe göz dikmesi lâzımdır.
Her ideal bir gayedir; fakat her gaye ideal değildir. Gayeler aşağılara düşebilir, idealler düşemez.
Bir subayın mareşal, bir tüccarın milyoner olmak ihtiras ve gayesi ideal değildir; fakat o subayın hayalinde bir “Altın Ordu” nizamı yaşıyor ve o tüccarın emelinde ictimaî bir dâvanın harcına sarfedilecek bir servet fikri hüküm sürüyorsa, bu tiplerden ikisi de ideal sahibidir.
İdealin fert plânında istediği aşk, vecd, cehd ve azm hamlesine en güzel misal, Şîrin’e kavuşmak için dağı delen Ferhad… Bu misalin erkeği, et ve kemikten ibaret basit bir kadın visaline talip olmanın çok üstündedir. Misalimizde Şîrin, (mistik) bir unsur, (sembolik) bir hüviyet, yani (ide-fikir)dir.
Her inanılan şey ve bağlanılan fikir, daha ilerisini, ötesini fethettirmek için insana bir basamak üstününün, bir ufuk sonrasının cezbesini aşılar ki, ideal işte budur! Bu cezbe kara sevdaya ve divaneliğe kadar gidebilir.
İdealinin kara sevdalısı ve divanesi olmayanlardansa hiçbir şey beklenemez. İdeallerin ideali olan İslâm’da beş vakit namazını, çalıştığı dairenin devam defterini imzalarcasına eda eden hissiz bir Müslüman idealist olmaya uzaktır. Fakat namaz kılarken şeraite saygı ve sevgisinden kaburga kemikleri çatırdayan Bayezid (Bestamî) en büyük idealist…
600 küsür yıllık İslâmî devlet idaremizde tam mânâsiyle idealist devremiz 250 seneyi aşmaz ve ondan sonra başımıza ne gelmişse bu cezbenin kaybı sebebine bağlanabilir.
Siyasî, idarî, ictimaî, iktisadî, harsî, terbiyevî, fennî, ilmî, inzibatî, ahlâkî ne kadar dâva varsa (elân-hamle) kudretini ideal cezbesinden alır ve hiçbir iş şubesi, onsuz ileriye tek adım atamaz. (İdeolocya Örgüsü)
|